Bilgilendirme : Bu konu 3974 gün önce başlatıldı . Konu başlangınç tarihi güncel değilse Konu güncelliğini yitirmiş yada bu konu ile ilgili son cevap yazılmış olabilir. Eğer yazınız doğrudan bu konu ile ilgili değil ise yeni bir konu başlatmanızı tavsiye ederiz....
KOYUNLARIN KÖPEKLERDEN FAZLA OLMASININ NEDENİ..!
Hz.Mevlana seher vakti uykusunu şöyle izah eder:
Sabaha karşı seher vakti bereket vaktidir.
Sabahın nasıl bir bereket vakti olduğunu, sabahta uyanık olanların nasıl bir berekete nail olduklarını Hz.Mevlana verdiği bir cevapta şöyle ifade eder.
Adamın biri sorar ?
Efendim der, koyun nesli hem kasaplık hem de kurbanlık olarak kesildiği halde bir türlü tükenmez, aksine daha da çoğalıp devam eder.
Ama köpek nesli hem de birkaç tane birden
Bu konu 398241 kez görüntülendi 298 yorum aldı ...
Kıssadan Hisse
398241 Reviews
-
- Offline
Uye No : 15638
DAHA ÖNCE NAMAZ KILMAYAN ARKADAS,
Uzun süre görüşemeyen iki arkadaş bir cuma günü şehrin parkında karşılşarlar. Hasret giderirler. O sırada cuma salâsı okunur. Ehli namaz olanı ötekini cuma namazına davet eder. Arkadaşı bir sürü bahane uyduru ama başarılı olamazikna olur ve beraberce camiye giderler. İmam efendi vaaz vermektedir.
- Ey benim kalbim temizsen benim kalbime bak diyerek göğünü yumruklayan adam kalbin temiz de sana ait olmayan malları gasbetmeyebedelini ödemeden kullanmaya hatta hortum'lamaya utanmıyor musun?
Daha önce namaz kılmayan arkadaş sanki kendine hitap edilmiş gibi irkilir.Gerçekten kendisi de kalbinin temiz olduğuna güvenerek ibadete ihtiyaç duymamaktadır. Ama hoca efendi gasptan hortum'lamaktan bahsetmektedir.
- Her tenefüs ettiğin havayı kana kana içtiğin her damla su ışığından ve ısısından faydalandığın güneş damla damla inen rahmet ekip biçtiğin toprak senin kendi malın mı ki bunları kullanırken sahibini hiç düşünmüyorsun? Bunaların da bir bedeli olduğunu bilmiyor musun?
Adam bunların bedeli ne ola ki derken imam efendi devam eder;
- Bu nimetlerin bedeli üç şeydir: biri zikir biri fikirbiri şükürdür. Başta bismillah zikirdir ortada bu nimetleri sana vereni düşünmek fikirdir sonunda da elhamdülillah demek bir şükürdür.
Adamın kafası DANK eder. Şimdiye kadar ne havaya ne suya ne de diğer nimetler bu gözle bakmamıştır.
Bunları düşününcegerçekten yıllarca Cenab- Hakkın nimetlerini bedelsiz kullandığını gasp ettiğini ve hortum'ladığını kabul ederek pişmanlık içinde secdeye kapanmıştır.Ve artık namaza başlamıştır..
selam ve dua ile..
-
- Offline
Uye No : 15638
Kesinlikle okumanız gereken bi gerçek..
Yolda karşılaştığımzda ezan okunuyordu.
- Gel seni camiye ***üreyim, dedim. Bugün cuma biliyorsun.
- Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun, dedi.
- Biliyorum ama, dedim. Sebebini de merak ediyorum.
- Ne bileyim işte, diye burun kıvırdı. Çevrenin de tesiri var her halde. Hem, pantolonumun ütüsü bozulup, dizleri aşınır diye endişe ediyorum.
İster istemez gülerek;
- Her halde şaka yapıyorsun, dedim. Bunun için cami terk edilir mi ?
-Ciddi söylüyorum, diye atıldı. Giyimime çok düşkün olduğumu, üstelik de yeşil rengi sevdiğimi bilirsin.
Gerçekten de öyleydi. Giydiği her elbiseyi yeşilin bir başka tonundan seçer, her zaman jilet gibi ütülü tutardı.
- Hayatında hiç camiye gittin mi ? diye sordum.
- Çocukken dedemle gitmiştim, dedi. Fakat artık gitmeye niyetim yok.
Söylediği sözler beni son derece şaşırtmış, bu konuyu açtığma pişman etmişti. Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.
Onunla konuşmamızdan iki ay sonra, kendisinin camide olduğunu söylediler.
Hemen oraya gittim.
Avludaki namaz saflarının en önündeydi ve üzerinde yine yeşiller vardı.
Hemen yanına sokuldum ve kısık bir sesle:
- Hani? dedim. Camiye gelmeyecektin ?
Sesini çıkartmadı. Çünkü musalla taşının üstünde, yeşil örtülü bir tabutta yatıyordu...!
selam ve dua ile..
-
- Offline
Uye No : 15638
Aceleyle kılınan namaz, namaz sayılmaz !
Peygamberimiz (asm.), itinasız kılınan namazı, namaz saymazdı. Bir gün gelişigüzel namaz kılan bir kimseye:
– Dön de, namazını yeni baştan kıl. Çünkü sen namazı kılmış olmadın, dedi. Adam dönüp yine eskisi gibi kıldı. Peygamber Efendimiz (asm.) yine ona:
– Dön, yeni baştan kıl. Çünkü sen namazı kılmış olmadın, diye buyurdu ve bu ihtar üç defa vuku buldu. En sonunda adam:
– Seni hak din ve kitapla gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben bundan başka türlüsünü bilmiyorum, bana doğrusunu öğret, dedi. Bunun üzerine Efendimiz (asm.):
– Namaza duracağın zaman tekbir al. Sonra ne kadar kolayına gelirse, o kadar Kur’ân oku. Arkasından rükûa varıp, mutmain [azaların yatışmış] oluncaya kadar dur. Sonra başını kaldırıp ayakta doğruluncaya kadar dur. Daha sonra, secdeye varıp mutmain oluncaya kadar kal. Sonra başını kaldırıp mutmain oluncaya kadar otur. Bunu namazın bütününde böylece yap, dedi.
selam ve dua ile..
-
- Offline
Uye No : 15638
Hz. Âişe vâlidemiz babası Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, Hz. Osman'ın hilâfetleri zamanında Hz. Peygamber'den işittiklerini müslümanlara anlattı. Devamlı oruç tutar ve daima gece namazı kılardı. Hz. Âişe fıkıh ve ictihadda keskin, kuvvetli görüşe sahiptir. Fıkıh ilminin kurucularından sayılır. Devrinin üstün âlimlerinden ve Fukahâ-i Seb'adandır.
Hz. Âişe, güzel ahlâklı, merhamet dolu, cömert ve ibadete düşkün, çok zeki bir sahâbiydi. Hepsinin başında en mümtaz vasfı ise islâm'a ve ilme olan büyük hizmeti idi. Müslüman bilginler arasında yaygın bir rivayete göre fıkıh ve dinî ilimlerin dörtte birini Hz. Âişe nakletmiştir.
Ebû Mûsa el-Eş'ârî: "Bizler, müşkül bir mesele ile karşılaştığımızda gider Hz. Âişe'ye sorardık." demiştir.
Abdurrahman b. Avf'ın oğlu Ebû Seleme: Resulullah'ın sünnetini Hz. Âişe'den daha iyi bilen; dinde derinleşmiş, Ayet-i Kerîme'lere bu derece vâkıf ve sebeb-i nüzulleri bilen, ferâiz ilminde mâhir bir kimseyi görmedim." demiştir.
Hakkında İmam Zührî: "Eğer zamanının bütün âlimlerinin ve peygamberimizin diğer zevcelerinin ilmi bir araya toplansa, Hz. Âişe'nin ilmi yine daha ağır basardı" derdi.
Atâ b. Ebî Rebâh; "Hz. Âişe, ashâb içinde en çok fıkıh bilen, isabetli rey bakımından en ileri gelen bir kimse idi." demiştir.
Tabiinden Mesruk; "Allah'a yemin ederim ki, Ashâb-ı Kirâm'ın ileri gelenlerden bir çoğu gelir Hz. Âişe'den Ferâiz'e ait sorular sorar ve öğrenirlerdi." demiştir.
Hz. Âişe Peygamberimizden ikibinikiyüzon hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden de Ashâb ve Tabiin'den bir çok kimse hadîs nakletmişlerdir. Sahih hadis kitapları Hz. Âişe'nin fetvaları ile doludur. Ahmet b. Hanbel Müsned adlı eserinde de Âişe'nin rivayet ettiği hadislerinden uzun uzun bahseder .
Hz. Âişe'nin naklettiği hadislerden bazıları:
"Ey Âişe, Allah, kullarına lutf ile muamele edicidir. Her işte yumuşak davranılmasını sever."
"Her gün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehidlerin derecesini bulur"
"Resul-i Ekrem (sas.) 'in en ziyade hoşlandığı ibadet, devamlı olanı idi, az olsa bile."
"Sekir (sarhoşluk) veren her içki haramdır. "
Selam ve dua ile..
-
- Offline
Uye No : 581
AZRAİLİN GÜZELLİĞİ
-Onk. Dr. Haluk Nurbaki’den gerçek bir hatıra-
Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı.
Serap’ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap’ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu.
Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir’e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı.
Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu.
Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:
-”Doktor bey,” dedi. ”Ben size…dargınım.”
”Niçin?” diye sordum.
-”Siz…dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH ‘ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?”
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O’nu üzmemeye çalışarak:
–”Doktora ulaşmak kolaydır” dedim. ”Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın…”
Konuşmaya mecali olmadığından “Ben o isteği duyuyorum” manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler “hızlandırılmalı öğretime” dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.
Vefatına bir hafta kala:
-”Doktor bey,” dedi. ”Ben ölürken ne söylemeliyim?”
-”Senin durumun çok özel” dedim. ”Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ”Muhammed” (Sallallahü Aleyhivessellem) sana yeter.”
O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap’a sürekli morfin yapıyor ve O’nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:
-”Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor.” dedi. “Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor."
Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.
“Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste “Muhammed” diyemezsem?.
İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap’ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.
Ertesi gün O’na:
-”Hiç korkma!” dedim. “İğneyi vurdurabilirsin."
Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
-”Doktor bey…Azrail bana nasıl görünecek?”
-”Kızım,” dedim. “O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir.”
Salı günü Serap’ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
-”Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!” dedi ve devam etti:
"-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve “yataktan kalkması imkansız” denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
-Doktor bey’e söyleyin, dedi. Azrail, O’nun söylediğinden de güzelmiş!…"
-
- Offline
Uye No : 15638
Namaz ve Kurtulan Tüccar
Atlı bir eşkıya, Şam ile Medine arasında ticaret yapan bir tüccara bağırır:
— Davranma öldürürüm.
— İşte malım. Hepsini al ve beni serbest bırak!
— Mal zaten benim olacak. Ben senin canını da almak istiyorum.
— O hâlde bana biraz mühlet ver, abdest alıp namaz kılayım!
Eşkıya, izin verir. Tüccar, abdest alıp dört rekât namaz kılar. Namazdan sonra dua eder. Dua bitince, hemen orada yeşil elbiseli bir süvari belirir. Eşkıya, bu süvariye saldırır; fakat süvari bir darbe vurup eşkıyayı attan düşürür. Sonra tüccara der ki:
— Haydi, şimdiye kadar çok insanın canına kıyan şu eşkıyayı öldür!
— Bir cana nasıl kıyarım ki?
— Fakat bu eşkıya seni öldürecekti. Bunu öldürmezsen daha çok cana kıyar.
— Ben hayatımda kimseyi öldürmedim. Beni mazur gör!
Süvari, eşkıyayı öldürür.
Eşkıyadan kurtulan tüccar, süvariye sorar:
— Sen kimsin?
— Ben 3. kat gökte bulunan bir meleğim. Sen birinci defa dua ettiğinde gök kapıları öyle çalındı ki, mühim bir olayın olduğunu anladık. İkinci defa dua ettiğinde gök kapıları açıldı. Üçüncü defa dua edince, Cebrail aleyhisselam geldi. (Şu zavallıyı kurtar) dedi. Ben de hemen geldim. Bu eşkıyayı öldürmeyi, Allahü teâlâ bana nasip etti. Ey tüccar, iyi bil ki, kim de senin gibi dua ederse, Allahü teâlâ onun sıkıntısını giderir, ona yardım eder.
Tüccar sağ salim Medine’ye dönünce, başından geçenleri Peygamber efendimize anlatır. Resulullah efendimiz buyurur ki:
(Elbette Allahü teâlâ, sana Esma-i hüsnayı telkin etti. O isimlerle dua edilirse, Allahü teâlâ, o duayı kabul eder, istenileni verir.)
selam ve dua ile..
-
- Offline
Uye No : 15638
Allah Haramdan Kaçanı Korur
Ünlü hükümdar Timur'dan sonra yerine geçen ogullarindan Sahruh (XV. y.yil) babasinin tersine bilime ve bilgine deger veren, dindar, halim, selim biriydi. Bilginlerle oturup kalkmaktan zevk alirdi. Sahruh'un çevresindeki bilgin kisilerden biri de Nimetullah Efendi idi. Ayni zamanda evliyadan olan Nimetullah Efendi'nin dilinden düsürmedigi
bir söz vardi:
"Allah haramdan kaçani korur"
(Yani kisi haramdan kaçarsa Allah ona haram yedirmez, nasip etmez, demek istiyordu.)
Bu sözü sik sik tekrar eder, bununla biraz da hükümdar ve adamlarini uyarmak amaci güderdi. Sahruh da bunun her zaman mümkün olmayacagini, insanin bazen bilmeden de harama el uzatabilecegini ileri sürerdi. Sahruh bir gün sarayinda özellikle Nimetullah Efendi'yi agirlamak üzere bir ziyafet düzenledi. Basta hükümdar ve Nimetullah Efendi olmak üzere davetliler sofraya oturdular. Bas yemek kehribar gibi kizarmis bir kuzu çevirmesiydi. Herkes gibi Nimetullah Efendi de istahla yiyor, yedikçe "Allah haramdan kaçani korur" sözünü tekrarlayip duruyordu. Hükümdar ve
adamlari da biyik altindan gülüyorlardi. Nihayet yemek bitti. Sahruh Nimetullah Efendi'ye sordu:
- Allah haramdan kaçani her zaman ve her durumda korur mu?
- Evet korur, haramdan kaçana Allah haram nasip etmez.
- Ama hocam seni korumadi, sende bizimle birlikte haram yedin.
- Hayir, ben haram yemedim harami siz yediniz.
- Bosuna iddia etme hocam, sofrada yedigimiz kuzuyu benim adamlarim çalmisti, hirsizlik maliydi o
- Olabilir, size haramdi, ama bana helaldi. Hükümdar lahavle çekti:
- Nasil olur hocam, çalinmis bir kuzu bize haram, sana helal?
Nimetullah Efendi sözünü bagladi:
- Eger inanmiyorsaniz, kuzunun sahibini bulun sorun
Gerçekten hükümdarin adamlari çaldiklari kuzunun sahibini buldular. Yasli bir kadindi kuzunun sahibi. Kuzuyu çaldiklarini, pisirip yediklerini itiraf ettiler ve parasini ödemek istediklerini söylediler. Kadin parasini almayi reddetti ve kendilerine beddua etti.
- Ben o kuzuyu parasi için degil, bu havalide Nimetullah Efendi diye mübarek bir zat varmis, ona ikram etmek için yetistiriyordum, diye açiklamada bulundu...
selam ve dua ile..
-
- Offline
Uye No : 581
YILANIN AŞKI
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu aleyhi ve sellem) hicret edeceği gece gizli bir yerde saklandıktan sonra ertesi gün ıssız bir anda sevgili arkadaşı Ebû Bekir’in (Radıyallâhu anh) evine doğru geldi. Mekke’li kafirlere yakalanmamak için çeşitli tedbirler alan Hazreti Ebu Bekir yanına beş bin dirhem de para aldı ve Peygamber Efendimiz (Sallallâhu aleyhi ve sellem) ile birlikte Safer ayının yirmi yedinci Pazartesi gecesi evin arka penceresinden çıkarak Sevr mağarasına yöneldiler. Sanki ayak parmakları üzerinde yürüyorlardı. Bazen de Ebû Bekir (Radıyallâhu anh) ileri geri sağ sola gidiyordu. İzler kendilerini takip edecek kafirleri şaşırtsın ve nereye gittikleri belli olmasın diye böyle yapıyordu. Gözü dönmüş kâfirler Peygamber
Efendimiz’in yerinde Hazreti Ali’yi (Radıyallâhu anh) bulunca her tarafı didik didik aramaya başladılar. Vaziyet anlaşılmıştı. Efendimiz Ebû Bekir’i de alarak gitmişti. İz takibinde şöhretli Ebû Kürz’ü buldular.
Sevr mağarasına yaklaştıklarında Peygamberimizin ayakkabısı parçalanmış mübarek ayağı kanıyordu. Hazreti Ebû Bekir Kâinatın Sultanı’nı sırtına alarak mağaranın kapısına kadar getirdi. Ay her tarafı gündüz gibi aydınlatıyordu. Hz. Ebû Bekir Peygamber Efendimiz’den (SAV) müsaade isteyerek mağaraya önce kendisi girdi. Maksadı yılan çiyan gibi haşerat varsa onları zararsız hale getirmekti. Mağaranın içinde her hangi bir haşerat görünmemekle beraber duvarlarda yılan delikleri vardı. Ebu Bekir (ra) gayet iyi bir kumaştan dikilmiş olan gömleğini hemen üstünden çıkartıp parçalayarak bu delikleri tıkamaya başladı. Az sonra bütün delikleri tıkamış fakat yere yakın noktadaki birine çaput yetmemişti. Bu son deliği de ayak tabanı ile kapattıktan sonra Resulullah’ı içeriye davet etti. Çok yorgun düşmüş olan Sevgili Peygamberimiz arkadaşının dizine başını koyarak uyumaya başladı. Efendimiz (SAV) uyurken bir yılan dışarıya çıkacak başka hiçbir delik bulamayınca içeriden Hazreti Ebû Bekir’in ayağını soktu.
Ebû Bekir’in canı öylesine yandı ki kendini ne kadar sıktıysa da zehirin etkisinden göz yaşlarını tutamadı. İstemeden akan damlalardan bir ikisi de Efendimizin mübarek yüzünü ıslattı. O hemen uyandı ve mağara arkadaşına niçin ağladığını sordular.
– “Yılan” dedi Hazreti Ebu Bekr. “Ayağımı yılan soktu ya Resulallah!” Resulullah sallallâhu Teâla aleyhi ve sellem “Onunla benim aramı aç, bırak çıksın” buyurdu. O an Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anh mübarek ayağını delikten çekti. İçeriden görünüşü hüzün ve gam veren zehirli bir yılan çıktı. Fahr-i alem sallallahu Teala aleyhi ve sellem:
“Ey utanmaz yılan! Benim mağara arkadaşımı ve esrarıma vakıf olanı, Allah Tealadan korkup, benden haya etmedin mi, ayağını sokarak eziyet ettin?” diyerek hitab edip azarlayınca, yılan cevaba kadir olup dedi ki:
“Ya Habib-i Rahman! Ey insanların ve cin’nin Peygamberi! Senin aşığın sadece insanlar değildir. Belki hayvan zümresinden kuşlar, yılanlar, karıncalar, cemaline aşıktır. Hatta ben kulun, birçok yaşlı, gözü nemli kendi cinsimiz olan büyüklerimizden yüksek vasıflarınızı dinleyip, ışık saçan yüzünüzü görmeğe müştak ve hayran ve kendinden geçmiş, şaşkın şekilde ağlayarak, mal ve mülkünü terk edip aşık divanen olmuştum. Bu mağarayı şereflendireceğini öğrenmiştim. Onun için nice zamandan beri, bu sıkıntılı mağarada gece-gündüz demeyip, yolunuzu bekliyordum. Böylece, sizin buraya teşrifiniz ile ayrılık acısına ve içimdeki derde merhem edeyim. Çünkü en mesud bir zamanda, bu karanlık mağarada, arkadaşın (mağaraya girince), sabah güneşi gibi zahir olup, devlet güneşim doğdu. Amma ne var ki arkadaşın yine perde oldu. Bu sebeble, korku ve haya ben kulundan kalkıp, zaruri olarak, bu küstahlık benden vaki oldu” diye özür dileyince, Seyyidü’s Sakaleyn, dünya ve ahirette bulunanların şefaatçisi, yılanın özrünü kabul etti. Sevgili Peygamberimiz yaraya tükrüklerinden birazcık sürdüler; acı derhal dindi.
Konu Bilgileri
Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar
Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)
Bu Konudaki Etiketler
Yetkileriniz
- Konu Acma Yetkiniz Yok
- Cevap Yazma Yetkiniz Yok
- Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
- Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
-
Forum Kuralları