Bilgilendirme : Bu konu 3972 gün önce başlatıldı . Konu başlangınç tarihi güncel değilse Konu güncelliğini yitirmiş yada bu konu ile ilgili son cevap yazılmış olabilir. Eğer yazınız doğrudan bu konu ile ilgili değil ise yeni bir konu başlatmanızı tavsiye ederiz....
KOYUNLARIN KÖPEKLERDEN FAZLA OLMASININ NEDENİ..!
Hz.Mevlana seher vakti uykusunu şöyle izah eder:
Sabaha karşı seher vakti bereket vaktidir.
Sabahın nasıl bir bereket vakti olduğunu, sabahta uyanık olanların nasıl bir berekete nail olduklarını Hz.Mevlana verdiği bir cevapta şöyle ifade eder.
Adamın biri sorar ?
Efendim der, koyun nesli hem kasaplık hem de kurbanlık olarak kesildiği halde bir türlü tükenmez, aksine daha da çoğalıp devam eder.
Ama köpek nesli hem de birkaç tane birden
Bu konu 397883 kez görüntülendi 298 yorum aldı ...
Kıssadan Hisse
397883 Reviews
-
- Offline
Uye No : 15638
Abdülkadir Geylani Hazretleri ve Altıyüz Dirhem İp Hikayesi
Vakti zamanında Bağdat’ta yaşayan dul bir kadın vardı. Bu kadın 6 öksüz çocuğu ve yaşlı annesiyle yaşıyordu. Kadın bu 6 öksüzün ve ihtiyar anasının rızkını karşılamak için el emeği, göz nuru iplik örer ve pazarda satardı.
Vakti geldiğinde bu dul kadın vefat eder ve 6 öksüzün bakımı ihtiyar kadına kalır. Kadın her hafta pazara çıkamıyor evde devamlı ip örüyordu. Bir gün baktı ki 600 kadar ip örmüş. Ördüğü ipleri pazara ***ürüp satmaya karar verdi.
– Ya Rabbi! Bu öksüzlerin, yetimlerin rızkını ver, diyerek sabah erkenden pazarın yolunu tuttu. Yolda giderken Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretlerinin evinin önünden geçiyordu. . Şeyh müridleriyle sabah namazından çıkmıştı, yaşlı kadını görünce duraklayarak
– Hoş geldin bacı, nereye gidiyorsun?
– Bir miktar ipliğim var, pazara ***ürüp satacağım.
– Ver bakalım. Benden altıyüz dirhem ip isteniyor, bunu ver de ben satayım.
– Memnuniyetle, lütuf buyurmuş olursunuz, efendim dedi ve ipi verdi.
Abdülkadir Geylani Hazretleri eline aldığı ipi şaka yollu mescidin damına atınca hemen nereden geldiği belli olmayan büyük bir kuş gelip, ipi kapıp gider. Kadın bu ne biçim şaka diye kendi kendine söylenmeye başlayınca, müritler kadına itiraz etmemesi için işaret ettiler, kadında daha fazla bir şey demedi.
Hazreti Şeyh kadına dönerek.
– Hatun canını sıkma, ipliği satmaya gönderdim, parası gelsin ne kadar ettiyse alırsın.
– Pekala, diyerek gider, ertesi gün gelir.
– İpilik satıldı mı?
Abdülkadir Geylani Hazretleri:
– İplik satıldı, fakat parası henüz gelmedi. Bir hafta hadar bir zaman içinde gelir.
Kadın bir hafta sonra gelir, para henüz gelmemiştir, kadına:
– Yarın gel, paranı al.
Kadın, pazara niye gitmedim, şimdi param elimde olurdu diyerek hayıflana hayıflana evine gitmek üzere iken, Mürütler:
– Bir gün daha sabret bakalım mevla ne gösterecek, derken bu işin sade bir şaka olmadığının farkında idiler.
Ertesi gün oldu. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin huzuruna o ana kadar görülmeyen bir heyet geldi. Bin altın takdim ettiler. Müritler heyete bu kadar paranın ne olduğunu, niçin Şeyhe takdim ettiklerini sordular. Gelenler tüccar olduklarını belirterek:
– Altınlar Hazreti Şeyhindir. Denizde yolculuk yaparken fırtına sebebiyle geminin yelkeni delindi, yol alamaz olduk, denizin ortasında kalacaktık. Kaptana bir çaresi yok mu diye sorduğumuzda:
– Altıyüz dirhem ip olsa geminin yelkenini onarır, yolumuza devam ederdik ama, şu anda nerede bulacağız, dedi.
Biz ellerimizi kaldırarak Allaha dua ettik ve duamızda:
– Ya Sultanul Arifin bize altıyüz dirhem kadar ip gönder, sana bin altın vereceğiz diye yalvardık. Bir de baktık ki, bir kuş gelip altıyüz dirhem ipliği geminin güvertesine bırakıp uçtu gitti. Şimdi o adağımızı yerine getirdik, dediler.
Tüccarlar ayrıldıktan bir müddet sonra, ihtiyar kadın gelip sordu.
– Para geldi mi efendim?
Şeyh bin altını kadına verirken:
– Benim satışım seninki kadar kârlı olmuş mu?
Kadın bir anda zengin olmuştu. Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne teşekkür ederek huzurdan ayrıldı.
selam ve dua ile..
-
- Offline
Uye No : 15638
Bugün onlarin dogum günüydü..
Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir dostum olan fırıncı; “Biraz bekleyeceksin hocam. İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum.” dedi.
Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe topallıyordu.
Selâm verdikten sonra, fırıncının tezgâhına yaklaşarak; “Ekmeklerimi alayım! Benim ikizler acıkmıştır.” dedi.
Fırıncı, adamın kendisine uzattığı torbayı alarak tezgâhın altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan ekmeklerden 4-5 tane çıkardı.
Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş, tezgâhın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu. Fırıncıya sordum:
- Neden taze ekmeği beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak dedin ya!..
- Bayat ekmekleri kendisi istiyor. Çok fakir bir adam. Ona bayat ekmekleri yarı fiyatına veriyorum.
- Kim bu adam?
- Kendisi Kore gazilerinden. Oğluyla gelini bir trafik kazasında vefât edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşı var.
Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum. Fırıncıya yavaşca dedim ki:
- Aradaki farkı ben vereyim. Hiç olmazsa bugün taze ekmek yesinler.
Fırıncı, teklifimi kabul etti. Biraz sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgâhın altına koyarken ihtiyara takıldı:
- Bugün çok şanslısın hacı amca. Çocuklar için sana pasta gibi ekmek vereceğim.
Yaşlı adam, bir evlât sevgisiyle kucakladığı torbayı göğsüne bastırarak kapıdan çıkarken bana döndü ve dedi ki:
- Allah, senden razı olsun evlâdım. Bugün onların doğum günüydü...
selam ve dua ile..
-
- Offline
Uye No : 15638
HAZRET-İ MUÂVİYE’NİN KENDİNİ İMTİHÂNI
Muâviye bin Ebî Süfyân (ra.), bir cuma günü minbere çıktı. Hutbesinde dedi ki:
“Muhakkak mal bizim malımızdır. Ganîmetlerin de hepsi bizim. Dilediğimize veririz, dilediğimize vermeyiz.”
Kimse ona cevap vermedi. -Üzüntülü hâlde minberden indi- Bir sonraki cuma günü yine minbere çıkıp hutbesinde aynı sözü söyledi. Yine kimse cevap vermedi. Üçüncü cuma günü aynı sözü tekrar edince bir zât çıktı ve dedi ki:
“Hayır, mal bizim; yani ümmet-i Muhammedin ve beytülmalındır. Ganîmet de bizimdir. Malı dînin emrettiği yerden alıp da dînin emrettiği yere vermeyen, onu hak sâhibinden men eden olursa, onu kılıçlarımızla yola getiririz.”
Muâviye (ra.) minberden indi. Sonra o adamı yanına getirtti. Oradaki topluluk adama ne olacağını merak ettiler. Bilâhare Muâviye’nin (ra.) huzûruna girdiklerinde adamı tahtta yanına oturtmuş ve ona iltifât etmekte olduğunu görüp hayret ettiler. Hz. Muâviye dedi ki:
“Şu zât beni ihyâ etti, -Allâhü Teâlâ da onu ihyâ etsin-. Ben Peygamber Efendimiz’den (sav.) işittim, şöyle buyurmuşlardı:
“Benden sonra emîrler gelir, -dîne uymayan- söz söylerler, kimse onlara cevap vermez. Onlar maymunların ateşe atıldıkları gibi cehenneme atılacaklardır.”
Ben birinci cuma o sözü söyledim. Kimse bana cevap vermedi. Peygamberimiz’in (sav.) haber verdiklerinden olduğumdan korktum. Sonra ikinci cuma söyledim, yine kimse cevap vermedi. Kendi kendime ‘ben her halde onlardanım’ dedim. Üçüncü cuma söylediğimde bu zât beni ihyâ eyledi, Allah da onu ihyâ etsin. (Taberânî, Kebîr)
selam ve dua ile..
-
- Offline
Uye No : 15638
İNSANIN GÖZÜNÜ ANCAK TOPRAK DOLDURUR !..
Şeyh Sâdî anlatır: “Yüz elli deve yükü ticâret malı, kırk köle ve hizmetkâra sâhip bir tüccar gördüm. Bir gece beni İran’ın Hürmüzgan eyâletine bağlı Kiş Adası’ndaki çadırına ***ürdü. Bütün gece susmak bilmedi, boş laflar konuştu. “Falanca ortağım Türkistan’da, falanca sermayem Hindistan’da, bu kâğıt falanca yerin kâğıdıdır, falanca şeye falanca kefildir.” diye anlatıp durdu. Bazan, “İskenderiye’ye yolculuk yapmaya niyetliyim.” diyor, bazan da “Mağrib Denizi (Atlas Okyanusu) kâfirler ve korsanlar sebebiyle tehlikelidir.” diyordu.
- Ey Sâdî! Bir yolculuğum daha var. Eğer o yolculuğu yapabilirsem geri kalan ömrüm boyunca bir köşede oturup ticâreti bırakırım, dedi.
- O yolculuk hangi yolculuktur? diye sordum.
Şöyle dedi:
- Fars kükürtü Çin’de değerliymiş. Onu Çin’e ***ürmek istiyorum. Oradan Çin porselenini Anadolu’ya, Anadolu ipeğini Hind’e, Hint çeliğini Halep’e, Halep camını Yemen’e ve Yemen kumaşını da Fars’a ***ürdükten sonra ticâreti bırakıp bir dükkân köşesinde oturacağım, dedi.
Nihâyet konuşmaya gücü kalmayınca:
- Ey Sâdî! Sen de görüp duyduklarından anlat, dedi.
Ben de şöyle dedim:
- Bir kervanbaşı Gûr çölünde bindiği hayvandan düşünce şöyle dedi:
“Dünya heveslisinin aç gözünü ya kanâat ya da mezar toprağı doldurur.”
Selam ve dua ile..
-
- Offline
Uye No : 15638
“GIYBET, KARDEŞİNİ HOŞLANMAYACAĞI ŞEYLERLE ANMANDIR”
Peygamber Efendimiz (sav.) “Gıybetin ne olduğunu bilir misiniz?” buyurunca Sahâbe ‘Allâh ve Resûlü daha iyi bilir.’ dediler. Buyurdu ki: ‘Din kardeşin hakkında onun hoşlanmayacağı şeyler söylemendir.’ ‘Söylediklerim onda varsa?’ diye sorulduğunda,
“Onlar din kardeşinde varsa gıybet etmiş olursun. Şâyet onda yoksa iftirâ etmiş olursun.” buyurdular.
Falanın elbisesi kısa veya uzun demek dahi gıybettir.
Peygamber Efendimiz (sav.) buyurdular:
Mîraca çıkarıldığım gece bir topluluğa rastladım. Sağlarından sollarından etleri kesiliyor, sonra da kendilerine yediriliyordu. Kendilerine “Dünyada kardeşlerinizin etini yediğiniz gibi şimdi kendi etlerinizi yiyiniz.” deniliyordu.
Ben “Yâ Cebrâil! Bunlar kimlerdir?” diye sordum.
Cebrâil (as.) “Bunlar senin ümmetinden, insanların ayıp ve kusurlarını arayan, onları başkalarına söyleyen (gıybet eden)lerdir.” dedi.
Câbir bin Abdullah (ra.) naklediyor: Resûlüllah (sav.) zamanında kötü kokulu bir rüzgâr esti. Peygamber Efendimiz (sav.) “Bazı münafıklar, Müslümanları gıybet ettiler. Bu kötü kokunun sebebi işte budur.” buyurdular.
Hikmet ehli bir zâta, ‘Resûlullah (sav.) zamanında gıybetin kötü kokusu ortaya çıkıyordu. Fakat günümüzde bu koku ortaya çıkmıyor. Bunun hikmeti nedir?’ denildi. Şöyle cevap verdi: Günümüzde gıybet o kadar çoğaldı ki, burunlar o kokularla doldu, artık kötü koku belli olmuyor.
Bu şuna benzer: Derilerin işlendiği tabakhaneye ilk defa giren adam derilerin pis kokusundan orada duramaz. Hâlbuki oranın çalışanları, burunları o kokuyla dolup ona alıştığından bu kötü kokuyu hissetmezler. İşte günümüzde gıybet böyledir. (Tenbîhü’l-Gâfilîn)
selam ve dua ile..
-
- Offline
Uye No : 15638
İPİN HESABI
Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş. "Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde "Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?" diye araştırmışlar. Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal,
-Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş.
Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar.
-O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?"
Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış.
- Tamam, servetin yarısı senin, demişler.
- Aman, demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm?
Hayatını ve hayatın içerisinde istifade edilen lütufların hesabını vermek hafife alıncak şey değildir!
selam ve dua ile..
-
- Offline
Uye No : 15638
Zünnûn Mısri hazretlerine sorarlar:
−İnsan Allah’ın halis kullarından olduğunu nasıl anlar.
Şöyle cevap verir:
−İnsan bu durumu şu dört şeyle bilir:
1) Rahatı terk edebiliyorsa,
2) Az da olsa elindeki imkânlar ölçüsünde verebiliyorsa,
3) Maddi durumunun kötüye gitmesi kendisini üzmüyorsa,
4) Övülmesi ya da kötülenmesi kendisi için eşitse.
selam ve dua ile..
-
- Offline
Uye No : 15638
SEN DOĞRU OL,KEM BELASINI BULUR
Dervişin biri eski İstanbul sokaklarında :
‘-Sen doğru ol kem belasını bulur.Sen doğru ol kem belasını bulur.’Diye diye dolaşıyormuş.Padişahın biri tebdil-i kıyafet çarşıda gezerken dervişin sözlerini duymuş,ilgisini çekmiş ve dervişe :
-Hergün sarayıma gel seninle muhabbet ederiz ‘demiş.
Dervişimiz ertesi gün ……
Sarayın kapısına gitmiş padişahın karşısına çıkarılmış sohbet muhabbet zaman geçmiş saraydan ayrılırken padişah dervişin cebine bir altın konulmasını emretmiş.
Sarayın dışında dervişimizi takip eden sahte derviş kılıklı biri yanına yanaşmış ,
-Ya arkadaş ,Padişah seni neden saraya davet etti ?Derdi neymiş?’falan filan bir yığın sorgu suale tutmuş.Her gün bir altın aldığını da öğrenince.’Onun yaptığı işi ben de yaparım’ diye düşünmüş.Sormuş,
-Ya kardeş, hergün ben de seninle gelsem rahatsız olmazsın değil mi?’ demiş belki Padişah bana da bir altın verir çoluk çocuğum nasiplenir.’
İyi dervişimiz:
-Padişahım kabul ederse neden olmasın sende gelirsin tabii ‘demiş.
Gel zaman git zaman padişah her muhabbet sonrası bir ona bir öbürüne birer altın verdirir olmuuuş.
Sahte derviş bir sabah gerçek dervişimizi çorba içmeye davet etmiş.Garsona da gizlice arkadaşının çorbasına bol sarmısak koymasını tembihlemiş.Gerçek dervişin
-Padişah’ımla muhabbet ederken kötü kokarım ‘sözlerine sözüm ona çare de üretmiş
-ağzına mendil tutarsın kardeşim ‘demiş.O gün aynen böyle olmuş bizim derviş ağzını mendille örterek padişahla söyleşisini sürdürmüş.Bu arada sahte derviş fırsat bulduğunda Padişahın kulağına eğilip,
- efendim arkadaşım ağzını mendille neden kapatıyordu biliyormusunuz ,ağzınız kokuyormuş o kokuyu duymamak için’ demiş.
Padişah çok sinirlenmiş çağırın o dervişi demiş. gerçek dervişimize sarayın fırıncısına verilmek üzere bir pusula vermiş ve ,
-Al bunu fırıncıya ***ür’ demiş.okuma yazması yok tabii tam kapıdan çıkıp fırıncıya gidecekken sahte derviş :
-İstersen ver o pusulayı ben ***üreyim fırıncıya , belki Padişah ekmek lütfetmiştir çocuklara ***ürürüm senin ekmeğe ihtiyacın mı olur?’ demiş.
Onunda okuması yok,pusula böylece sahte dervişin elinden fırıncıya ulaşmış.fırıncı kağıtta yazılan ‘bunu sana getireni kızgın fırına at’ emrini hemen yerine getirip sahte dervişi küt ,alev alev yanan kızgın fırına yollamış.Ertesi gün gerçek derviş yine saraya gelmiş.Padişah şaşırmış:
- Hayrola sen dün fırıncıya gitmedinmi ?’diye sormuş..Derviş de olanları birbir anlatmış.Padişah dervişin kulağına eğilmiş:
-SEN DOĞRU OL ,KEM BELASINI BULUR ‘demiş.
Selam ve dua ile..
Konu Bilgileri
Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar
Şu an 8 kullanıcı var. (0 üye ve 8 konuk)
Bu Konudaki Etiketler
Yetkileriniz
- Konu Acma Yetkiniz Yok
- Cevap Yazma Yetkiniz Yok
- Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
- Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
-
Forum Kuralları