İStanbul'u Fetheden Ruh,



İSTANBUL’U FETHEDEN RUH

29 Mayıs, İstanbul’un fethinin yıldönümü. Başka bir deyişle Hz. Peygamber sav. Efendimiz’in o meşhur müjdesinin gerçekleşmesinin miladî hesapla sene-i devriyesi. Sadece askeri bir başarıdan ibaret sayılamayacak olan bu fetih, kültür ve medeniyetimiz açısından çok önemli bir kilometre taşı. Ve fetih ruhu, kimliğimizin vazgeçilmez bir unsuru. Bu açıdan bakıldığında Fatih bir semboldür. Anlamamız ve anlatmamız gereken bir sembol.
Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’u fethederek Hz. Peygamber sav.’in müjdesiyle şereflenmiş, Osmanlı Devleti’nin yükseliş dönemini başlatmış büyük bir dahi ve örnek bir devlet adamıdır.
İstanbul’un fethi gerçekten büyük bir başarıydı ve o dönem Osmanlı Devleti’nin askeri gücünün ve Fatih’in siyasi dehasının bir göstergesiydi. Ancak, bu fetih yalnızca bir askeri ve siyasi güçten kaynaklanmıyordu. Ne olmuştu da, defalarca kuşatılan ve bir türlü alınamayan Bizans, Fatih ve ordusu tarafından fethedilebilmişti? İşte bu soruya cevap ararken, öncelikle Fatih’in ve yükselttiği devleti oluşturan toplumumuzun ruh dünyasını tahlil etmek gerekir.


NEBEVİ MÜJDENİN PEŞİNDE
Fatih’in ruh dünyasını oluşturan en önemli unsur, elbetteki Hz. Peygamber sav.’in İstanbul ile ilgili müjdesine ve duasına mazhar olma arzusu idi. Bu manevi motivasyonun yanı sıra, onu fethe hazırlayan zahiri şartları da asla göz ardı etmemek gerekir.
Her şeyden önce, Fatih Sultan Mehmet Han’ın, çok sağlam bir eğitim aldığını belirtmeliyiz. Fıtraten çok zeki olan Fatih, Molla Hüsrev, Molla Gürani, Molla Zeyrek, Hızır Bey,Hocazade, Molla Vildan gibi devrin önde gelen uleması tarafından yetiştirildi. Bu eğitimin hem dinî ilimleri, hem de fen bilimlerini kapsadığını biliyoruz. Öyle ki, balistik konularında keşifler
yapmış, İstanbul’un surlarını yıkan topların plânlarını kendi eliyle çizmiştir. Dinî ilimlerde de devrinin önde gelen alimleri arasındaydı. Arapça, Farsça, Latince, Sırpça, İtalyanca başta olmak üzere dokuz dil biliyordu.
Fatih, “ilâ-yı kelimetullah (Allah adının yüceltilmesi)” idealine bütün kalbiyle bağlıydı. “Bu hanedanın (Osmanlı sülalesinin) maksad-ı âlisi ilâ¬-yı kelimetullahtır” ifadesi ona aittir. İşte bu ideale bağlı olarak İstanbul’u fethedip, İstanbul merkezli bir cihan devleti kurmak ve ardından Roma’yı da fethederek bütün hıristiyan dünyasını müslümanların kontrolü altına almak düşüncesindeydi. Ancak erken vefatıyla bütün bunlar yarım kalmıştır.
Fatih, İslâmiyet’in hükümlerine bütün kalbiyle bağlıydı. Hocası Molla Hüsrev’in İslâm fıkhına ait “Gürer ve Dürer” kitabı, Osmanlı’nın yarı resmi kanun kitabı idi.

“EVLİYAYA İSTİNADIM VAR BENİM”

Fatih, zahiri ilimleri öğrenmenin yanında, manevi terbiyesini de Akşemseddin k.s. Hazretleri’nden almıştı. Daha kundakta iken İstanbul’u fethedeceği Hacı Bayram Veli k.s. Hazretleri tarafından keşfedilmişti. Ruhi gelişmesinin tamamlanması için bizzat Hacı Bayram Veli tarafından halifesi Akşemseddin’in terbiyesine havale edilmişti. Buradan aldığı ruhla, zahiri tedbirlere sarılmanın yanında evliyanın manevi himmetini de ihmal etmemişti. Nitekim
bunu, divanındaki bir mısrasında, “enbiya ve evliyaya istinadım var benim” diyerek dile getirir.

Fatih’in, kanunlara, adalete, hak ve hukuka bağlılığını, enbiya ve evliyanın himmetine dayandığını görmek için birkaç örnek vermekte fayda görüyoruz .İstanbul’u aldıktan sonra, Fatih Camii’nin etrafındaki geniş külliyeyi içine alan Fatih medreselerini yaptıran padişah, burada kendisine ait bir oda almak istedi. Fakat medresenin alimleri toplanıp bunun hukuken mümkün olmadığını, burada oda almak için ya müderris, ya da talebe olmak gerektiğini söylediler. Bunun için de imtihana girmek zorunda olduğunu belirttiler. Fatih bunun üzerine “bizim imtihandan korkumuz yoktur” diyerek zamanın önde gelen alimleri huzurunda imtihana tabi tutuldu ve bu imtihanı geçerek medresede müderris sıfatıyla oda almaya hak kazandı. Hatta Fatih, devlet işlerinden fırsat bulduğu zamanlarda padişah kıyafeti ile değil de ulema kıyafeti ile dolaşırdı. Nitekim İtalyan ressam Bellini’ye yaptırdığı meşhur resimde de ulema kıyafeti ile görülmektedir.
Fatih’in ruh dünyasına vereceğimiz ikinci örnek, ulema ile birlikte mutasavvıflara da gösterdiği saygı ve onların himmetini celbetme arzusudur. Akşemseddin’e bağlılığı ve fethi onun himmeti ile gerçekleştirdiği dillere destandır. Bunun yanında devrinin diğer evliyasına da son derece saygılıydı. Şeyh Vefa k.s. Hazretleri’yle, defalarca ayağına giderek görüşmek istemiş, fakat Şeyh Vefa kendi cazibesine kapılarak devlet işlerini aksatır endişesiyle padişahla yüz yüze görüşmeyi reddetmişti. Fatih bunun üzerine defalarca onun kapısından ağlayarak dönmüştü.

MANEVİYAT ERLERİ YANI BAŞINDA
Fatih’in gördüğü manevi desteğe ilginç bir örnek de şöyle: Hacegân büyüklerinden Ubeydullah Ahrar k.s. Hazretleri, bir gün atının hemen hazırlanmasını ister. Semerkand’ın dışına çıkınca birden ortadan kaybolur. Daha sonra evine döndüğünde, nereye gittiğini sorarlar. “Türk Sultanı Muhammed Han (Fatih) kâfirle savaşıyordu, benden yardım istedi. Ben de yardıma gittim. Allah’ın izniyle zafer kazanıldı” der.
Fatih ise bu olayı şöyle anlatmıştır: “İstanbul kuşatması sırasında savaşın en şiddetli anında Allah’a dua edip zamanın kutbunun yardıma gelmesini istedim. O anda beyaz at üzerinde bir zat yanıma gelip, ‘korkma’ dedi. Ben de ‘nasıl korkmayayım, küffar askeri pek çok’ dedim. Bunun üzerine elbisesinin yeninden bakmamı söyledi. Bakınca büyük bir ordu gördüm. ‘İşte bu ordu ile sana yardıma geldim, şimdi falan tepenin üzerine çık, kösün
tokmağına üç defa vur, orduna savaş emri ver’ dedi. Dediğini aynen yaptım. Fetih müyesser oldu.”
Fatih Sultan Mehmet Han böyle olağanüstü manevi bir atmosfer içinde yaşarken, milleti de ahlâkta, fazilette, hukuka bağlılıkta hükümdarlarına layık bir toplum oluşturmuştu. Hz. Peygamber sav.’in “Nasılsanız öyle idare olunursunuz” hadis-i şerifi, burada olumlu yöndeki anlamıyla ediyordu.

FETİH TOPLUMU
Fatih zamanındaki müslüman toplumun ruh dünyasını anlamak için de iki örnek verelim. İlki şöyle: Fatih, İstanbul’dan önceki başkent Edirne’de tebdil-i kıyafetle gezerken bir dükkana uğrayarak bir şey satın almak istedi. Fakat dükkan sahibi komşusuna gitmesini söyleyerek kendisine o malı vermedi. Gerekçesi ise, kendisinin siftah yapması, oysa komşusunun henüz siftah yapmamış olmasıydı. Bugünlerde yaşanan yolsuzluk ortamında böyle olaylar bize hikaye gibi geliyor. Ama Fatih devrindeki toplum böyle yüksek ahlâki seviyeye sahip idi.
Nitekim Fatih de, “böyle bir millet ile ben değil İstanbul’u, dünyayı bile fethederim” demiştir.
İkinci örnek ise şöyle: Osmanlı askerleri, İstanbul’un fethinden sonra bir hapishanede asil tavırlı iki yaşlı Bizanslı gördüler. Bunlar son Bizans imparatorunun haksız uygulamalarına karşı çıktıkları için hapse atılmış iki devlet adamı idi. Bu mahkûmları Fatih’in huzuruna getirdiler. Fatih onları özgürlüklerine kavuşturup, iltifatlar etti. Ayrıca Osmanlı ülkesini
gezmelerini ve gördüklerini gelip kendisine rapor etmelerini istedi. Bizanslılar önce Bursa’ya gittiler. Çarşı pazarı dolaşıp halkın birbirlerine ve yabancılara karşı davranışını gözlemlediler. Baktılar ki, her tarafta saygı, sevgi, hoşgörü. Ezan okunduğu zaman dükkanları kapatmaya bile gerek görmeden halk camiye gidiyor. Hırsızlık, dolandırıcılık, yolsuzluk, kimsenin hatırına bile gelmiyor. Hayret içinde kaldılar.
Oradan adalet mekanizmasının işleyişini görmek için mahkemeye gittiler. O gün mahkemede şöyle bir dava görülüyordu: “Adamın biri bir at satın almıştı. Eve geldiğinde yem yemediğini gördü. Eski sahibine iade etmek istediğinde satıcı, satmadan önce atın yediğini söyleyerek geri almamıştı. Alıcı mahkemeye gitti, ama kadıyı yerinde bulamadı. Mübaşire sorduğunda kadı’nın annesinin öldüğünü, bu yüzden bugün mahkemeye gelmeyeceğini öğrendi. Çaresiz evine döndü. O gece hayvanı öldü. Ertesi gün kadıya tekrar gidip durumu anlattığında, kadı dün neden gelmediğini sordu. Adam geldiğini ancak
kendisini bulamadığını söyledi. Kadı bunun üzerine, ‘demek ki bu zarara ben sebep oldum’ dedi ve beygirin parasını cebinden ödedi.”
Bizanslılar şaşkınlıkla olayı izlediler. Sonra da Bursa’dan Kütahya’ya gittiler. Kütahya halkının da Bursa halkı gibi ahlâki olgunluğa sahip olduğunu gördüler. Kütahya’da da mahkemeye gidip, bir davayı izlediler: “Adamın biri bir tarla satın almıştı. Tarlasını sürerken sabanının ucuna sert bir şey takıldı. Baktı ki bir küp altın. Pazarlığa dahil olmadığı için helal olmayacağı düşüncesiyle hemen tarlayı aldığı adama gidip altınları iade etmek istedi. Adam, altınların tarlanın yeni sahibinin kısmeti olduğunu söyleyerek kabul etmedi. Olay mahkemeye intikal etti. Kadı altınları önce bulana, sonra tarlanın eski sahibine teklif etti. İkisi de kabul etmeyince birinin kızı ile ötekinin oğlunu evlendirdi ve düğün hediyesi olarak da
altınları onlara verdi.”


ÖNCE ADALET, HERKES İÇİN ADALET

Bizanslılar bu durum karşısında bir kez daha hayretler içinde kaldılar. Oradan Konya’ya gittiler. Çarşı pazarda dolaşıp, burada da insanların birbirlerine davranışlarındaki güzel ahlâkı görüp hayran oldular. Konya’da da bir mahkemeye gittiler ve şöyle bir dava ile karşılaştılar: “Konyalı bir tüccar, İtalyan bir tüccara iki balya pamuk ipliği sipariş vermişti. O da maları gemiye teslim etmişti. Fakat gemi yolda fırtınaya yakalanıp battı. İplik sahibi parasını istedi. Konyalı malın eline geçmediğini söyleyerek parayı ödemedi. Bunun üzerine İtalyan Konya’ya gelip adamı mahkemeye verdi. Kadı, İtalyanın, malları Konyalıya teslim edilmek üzere gemiye yüklediğini, dolayısıyla malların Konyalının malı olduğunu, batarken de Konyalının malı olarak battığını söyledi ve parayı Konyalıdan tahsil etti.”
Kararı dinleyen Bizanslılar hayret içinde heyecanlanarak İtalyanla birlikte tezahürat gösterdiler. Kadı onları sakinleştirdiyse de İtalyanı sakinleştirmeye muvaffak olamadı. Bunun üzerine kadı iplik sahibine, “sizin ülkenizde böyle bir dava için nasıl hüküm verilirdi?” diye sordu. O da, “hiçbir yabancı için böyle bir hüküm verilmez?” dedi. Bunun üzerine kadı:
“Eğer ülkenizde güneş doğar, yağmur yağar ve ot, sebze biterse siz çocuklarınıza ve hayvanlarınıza dua edin. Allah onların hürmetine sizi açlıktan öldürmüyor.” dedi ve adaletin her insanın hakkı olduğunu ilave etti.
Bizanslılar hayret ve memnuniyet içinde Fatih’in huzuruna gelip gördüklerini rapor ettiler.
Burada Fatih’in milletinin ulaştığı ruhi zenginliği, ahlâk, insanlık ve fazileti görmekteyiz. İşte Fatih’e ve onun askerine İstanbul’u fethettiren Fatih’te ve milletinde bulunan bu ruhtu.
Bugünlere gelince; şimdi sadece biz değil, bütün insanlık o ruhu arıyor.

selam ve dua ile..