TASAVVUFÎ TERİMLER (Z)
..:: 2 ::..
ZEHÂB: Arapça gitme anlamında bir kelime. Şarkavî, zehabı, Allah'a duyulan temiz, katışıksız, hâlis sevgi olarak tarif eder. Kul onunla meşgul olması sonucu, O'nda fâni olur. Zehâb, ilâhî aşkın meyvelerinden bir meyvedir. Fena halindeki kişi, görme, işitme, hissetme ile ilgili idraklerden tamamen sıyrılmıştır. Bu durumda o, kötü sıfatlardan uzaklaşmış, Hakk'ın sıfatlarıyla sıfatlanmıştır. Bu bakımdan zehâb, gaybetten daha mükemmeldir. Zira zehab halindeki kişi, sevgiliyi görünce, hisleri geçer, gider. Allah'ın zâtında fâni olan kişi, gaybetini ve fâniliğini hissetmezse, o, sonu, hududu olmayan zehâb halindedir.

ZEHÂİRU'LLAH: Arapça, Allah'ın zahireleri, demektir. Allah'ın zahireleri, O'nun veli kullarıdır. Zahirenin yoksulluğu kaldırdığı gibi, bu zevatın hürmetine Allah kullarına gelecek be-laları kaldırır.

ZEHEBİYYE: Hoca İshâk el-Hatlanî (el-Huttalanî) tarafından (ö. IX y.y) kurulan bir tasavvuf okulu.

ZE'KA: Arapça, ses, nara demektir. Vecde gelen sûfilerin, okunan Kur'an âyetinin manasındaki derinliğin sarsması sebebiyle, na'ra atmaları.

ZEKÂT: Fazlalık, temizlik, her şeyin hâlis ve temiz olanı anlamında Arapça bir kelime. Allah'ın, muhtaçlara nasib ettiği Rabbani feyz ile olgunlaşan nefsin temizliğine, zekât denir.

ZEKN: Arapça, çene demektir. Sâlikin tabiatına uygun iş.

ZEMİSTAN: Farsça, kış demektir. Keşf ma-kamı. Yeniçeri Ağalarının kışın aldıkları bir maaş vardır ki buna, ze-mistanî derlerdi. Yine kışın ocak ağalarına verilen elbiselere zemistâniyye, yazın verilen elbiselere de bahâriyye denirdi.

ZEMZEM: Arapça, çok su, zemzem suyu demektir. Bu kelime ile, hakikatlerin bilgilerine işaret edilir. Bu bilgilerden içmek de, bundan nasib almaya delâlet eder.

ZEMZEMLİK: Ağızlarına kapak geçirilen, Çin sürahilerine zemzemlik denirdi. Bunların içine zemzem suyu konur, misafirlere küçük fincanlarla ikram edilirdi. Bu küçük sürahiler Hindistan'dan Mekke'ye, oradan da istanbul'a gelirdi.

ZENB: Arapça, günah demektir. Cürcânî, bunu, seni Allah'tan ayıran şey, diye tarif eder.

ZENFELİYYE: Ali Zenfalî Lebîdî el-Ahmedî'nin kurduğu bir tasavvuf okulu. Ahmediyye'nin kollarından biri.

ZER : Farsça, altın demektir. Riyazet, çile ve mücâhede.

ZERAFET: Zarif, zeki olmak, belağatli konuşmak, hazakat gibi anlamları olan Arapça bir kelime. Maddeden sıyrılmak suretiyle görülen Hakk'ın nurları.

ZERDÎ: Farsça, sarılık anlamında bir kelime. Sâlikin zayıflığı.

ZERKUBİYYE: İzzeddin Ebû Mevdûd b. Mu-hammed el-Muînu'z-Zerkûb tarafından kurulan bir tasavvuf okulu. Şihâbiyye'nin kollarından biri.

ZERRÂK: Çirkin ve hoş olmayan laflar eden, anlamında Arapça bir kelime. Tasavvuf ıstılahı olarak, riyakâr ve hilekâr demektir.

ZERRÛKIYYE: Ebu'l-Abbâs Zerrûk (ö. 899/1493) tarafından kurulan bir tasavvuf okulu. Şaziliyye'nin Fas kolu.

ZEVAHİR: Arapça, çiçek kelimesinin çoğuludur. Kaşanî bunu şöyle tarif eder: Bu, tarikat bilgileridir. Çünkü o Hakk'a ulaştıran ilimlerin en şereflisi ve nurlusudur.

ZEVAİD: Arapça, fazlalıklar, fazla olanlar, ziyade olanlar anlamında çoğul bir kelime. Kalpteki nurlara zevâid denir. Bu, gaybe inanma ve yakînden fazla olan bir şeydir. İman ve yakîn arttıkça, haller, makamlar ve muamelattaki samimiyet ve doğruluk da fazlalaşır.

ZEVK: Arapça, lezzet ve tad anlamına gelen bir kelime. Manevî haz ve lezzet. Mânâdan duyulan lezzet. Vehbî olan zevke dayalı ilimler çeşitlidir: İçmek, kanmak, müşahede etmek, mükâşefe ve muhadara. Bunların hepsi, genel manada bilinen ilmin dilince ifade edilemeyen bir takım sırlar ve marifetlerdir. Zira, zevki bilgiler (aklın değil) kalbin etrafında oluşur. Bayezid Bistamî bu bilgi için, "siz bilgiyi ölüden, alırken, biz, onu, ölmeyen diriden aldık" der. Yine Cüneyd'e, bu mertebeye nasıl ulaştın? diye sorulunca "otuz yıl şu durumumu korumakla: Nefis ile mücadele eden, gayret ve himmete yapışan, nefsin nevasına itaat etmeyen bir hal ile. Bu ilim mücahede, sıkıntılara katlanmak, riyazet ve Allah için ihlaslı olmak, O'na itaat etmekle elde edilir." diye karşılık verir. Cürcanî bunu tarif ederken şöyle der: Marifetullah konusundaki zevk, Hakk'ın tecellî yolu ile, veli kullarının kalbine yerleştirdiği irfan? bir nurdur. Allah dostu, bu nur ile Hakk'ı bâtıldan ayırır. Bunu bir kitaba dayanmadan yapar. Bu nur bir tür firaset, sezgi gücü anlamında düşünülebilir. Kaşanî'nin konu ile ilgili yaklaşımı şu şekildedir: Tecellî nurlarının ar-darda geldiği, ancak azaldığında, Hakk'ı Hak ile müşahede etmenin ilk derecesine zevk denir. Bu durum biraz ilerlerse, buna şürb (içme), son sınıra ulaşırsa buna da reyy (kanma) denir. Bu, sırrın Allah'tan gayri şeylerden sıyrılmış olabilme derecesine göre, farklı farklı ortaya çıkar. Şürb sahibine sekrân (sarhoş), reyy sahibine de hoşyâr (ayık) denir. Sûfî İlâhî gerçekleri bizzat tadarak ve yaşa***** öğrendiği için, ehl-i zevktir. O, eşyayı ve onun hakikat-larını zevkle kavrar.

ZEYLA'İYYE: Şâfiüddin Ahmed b. Ömeri'z-Zeyla'î tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu. Kadiriyye'nin kolu.

ZEYL MEŞAYİHİ: Vaizler hakkında kullanılan bir tâbirdi. Bâb-ı Meşihatta tutulmakta olan ilmiyye sicilinin sonuna yazıldıkları için, bu adı almışlardır. En yüksek derecesi Ayasofya kürsüsü olup, derecesi otuz idi.

ZEYNİYYE : Zeynüddin Hâfî (ö. 838/1434) tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu. Suhreverdiyye'nin Bursa'daki kolu.

ZEYT : Arapça, zeytin yağı demektir. Nefsin aslî yetenek nuru.

ZEYTUN veya ZEYTUNE: Arapça, zeytin demektir. Tefekkür gücü ile, kutsal nuru tutuşturabilme kabiliyetine sahif nefs.

ZID: Türkçe'de de aynı anlamda kullanılan bir kelime. Allah'ın gazab-rıza, ceza-af, kahr-lutf gibi celâl ve cemal sıfatları. Harraz "Allah'ı, iki zıddı birleştirerek tanıdım, Allah, zıdları birleştirdiği için O'na camiu'l-azdad veya mecmau'l-azdâd denir.

ZİL: Arapça, gölge demektir. Kendisine mensup harici vücûdu olan nur ismi aracılığı ile ortaya çıkan madumlardan ibaret mümkinlerin aynlarının ta'ayyünlari (belirmesi) ile zuhur eden izafî vücûd. Nur, onun suretleriyle yokluğu (ademiyeti) nün karanlığını örter. Ve bu gölgenin nurla ortaya çıkmayı nedeniyle zili adını alır "Görmüyor musun Rabbini, gölgeyi nasıl uzatmış?" (Furkan/45) Bu ayette zıllî (gölgesel) varlığın mümkinlerin üzerine yayılması anlatılmaktadır. Nurun tam karşısındaki bu zulmet, adem (yokluk) dir. Her zulmet ise, aydınlatma özelliğine sahip nurun adem (yokluk) inden ibarettir. Aydınlatma özelliğine sahip kalpteki iman nurunun adem (yokluk) inden ötürü, küfre zulmet (karanlık) denmiştir. "İnananların dostu olan Allah, onları karanlıklardan nura (aydınlığa) çıkarır." (Bakara/257).

ZILÂLÂT: Arapça, gölgeler demektir. İlâhî isimler.

ZILL-I EVVEL: Arapça, ilk gölge demektir, ilk akıl. Bu, Allah'ın nurundan ilk olarak ortaya çıkıp vahdet-i zâtiyye şuûnundan olan çokluk suretini ilk kabul eden ayndır.

ZILL-I İLÂH: Arapça, İlâhın gölgesi demektir. Va-hidiyet hazretini gerçekleştiren kâmil insan.

ZILL-I SÂNİ: Arapça, ikinci gölge demektir. Dünya. Hakk'ın mümkinlerin suretlerinde ortaya çıkışı.