DUYURU PANOSU
FORUMUMUZDA TİVİBU, D-SMART ,DİGİTURK-BEİN KANALLARI YERLİ - YABANCI PLATFORMLARLA İLGİLİ ,KART PAYLAŞIMI ,İPTV ,SERVER PAYLAŞIMDA BULUNMAK,HACK İLE KONULAR ve SPONSORLARIMIZ DIŞINDA HERHANGİ BİR ÜRÜN SATIŞI YAPMAK YASAKTIR 

İletişim


 WHATSAPP +905354035843


ERK@L


onlineuydudestek@gmail.com

×

NOTICE Bilgilendirme : Bu konu 3696 gün önce başlatıldı . Konu başlangınç tarihi güncel değilse Konu güncelliğini yitirmiş yada bu konu ile ilgili son cevap yazılmış olabilir. Eğer yazınız doğrudan bu konu ile ilgili değil ise yeni bir konu başlatmanızı tavsiye ederiz....

TASAVVUFÎ TERİMLER (V) ..:: 1 ::.. VÂCİB: Lazım, gerekli, lüzumlu ve farz gibi mânâları ihtiva eden Arapça bir kelime. İsm-i fail. Dinen farz mesabesinde güçlü bir yaptırımı

Bu konu 12038 kez görüntülendi 5 yorum aldı ...
Tasavvufî terimler (v) 12038 Reviews

    Konuyu Değerlendir: Tasavvufî terimler (v)

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 12038 kez incelendi.

 
  1. #1
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.395
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate Titan Full HD İptv 

    Standart Tasavvufî terimler (v)

    TASAVVUFÎ TERİMLER (V)
    ..:: 1 ::..
    VÂCİB: Lazım, gerekli, lüzumlu ve farz gibi mânâları ihtiva eden Arapça bir kelime. İsm-i fail. Dinen farz mesabesinde güçlü bir yaptırımı ifade eden vacibin, yerine getirilmemesi, terkedilmesi günahtır. Vacibin inkarı sapıklıktır, küfrü gerektirmez (Cürcânî).

    VÂCİB -ZÂTÎHÎ: Arapça, kendi zatı sebebiyle vâcib (gerekli, lâzım olan) anlamında bir ibare. Cürcânî, bunu şöyle tanımlar: Yokluğu kesinlikle imkansız (mümteni) olan bir varlık olup, varlığı başkası sebebiyle değil, kendisindedir. Bu sebep-le yokluğunun imkansızlığı (imtinâı) zarurîdir. Eğer varlığın lüzûmluluğu, gerekliliği kendi zatı sebebiyle olursa, ona, kendi zatından dolayı vâcib adı verilir. Varlığı başkası sebebiyle olursa, vâcib li-gayrihî (yani başkasından dolayı vâcib) denir.

    VÂCİBÜ'L-VÜCÛD: Arapça, varlığı vâcib, gerekli olan anlamına bir tamlama. Seyyid Şerif Cürcânî, bu terime şu tanımı getirir: Varlığı kendi zâtı sebebiyle olup, başka hiç bir şeye ihtiyaç duymayan demektir ki, bu da, Cenab-ı Allah'tır.

    VA'D: Arapça, söz vermek demektir. Va'd, müjdeyi ifâde eder. Mutlak va'd, ihsan derecesine ulaşmış mü'minler hakkındadır. Bu, kulların, kendine vâcib kılması dolayısıyla Allah üzerindeki bir hakkıdır.

    VÂDÎ-İ EYMEN: Arapça, sağdaki vadi demektir. Kalbin ilâhî tecellîyi kabul edecek şekilde arındırılması. Mutlak vahdet ki bundan "innî enallah (Ben Allah'ım)" hitabı gelir. Vâdî; peygamber, âlim ve velîlerin kalpleridir. Tur dağından, yani feyz kaynağından fışkıran marifet suları ve nefis mükâşefe halleri, bu vadilerde akar. Bu ibare Kasas suresinin 30. âyetinde geçer: "Oraya geldiği zaman sağdaki vadinin kenarından seslenildi..." Hz. Musa, o vadiden nasıl İlâhî hitaba muhatab oldu ise, nefsini arındıranlar da, bir takım ilâhî tecellîlere mazhar olurlar.

    VAHDET: Arapça, birlik demektir. Gerçek mânâda bir olan Cenab-ı Hak'tır. Sûfiler, uykuya vahdet derler. Bu sebeple uyuyan için, vahdette, vahdet ediyor, vahdete çekildi gibi ifâdeler kullanılır.
    Kesrette vahdet : Çoklukta birlik, yani halkın içinde, kalabalığın ortasında, tek ve bir olan Allah'ı unutmamak, Onu hatırlamak ve zikretmek demektir.
    Vahdetler aşkolsun : Tasavvuf erbabı uykudan uyanan, ab-dest alıp, kardeşleri arasına katılan kişi için bu tâbiri kullanırlar. Bu ifade özellikle Mevlevi ve Bektaşîler arasında yaygındır.

    VAHDET-İ KUSÛD: Murat ve kasıtarın birliği demektir. Kulun kendi irade, düşünce ve arzusunu Allah'ınkiyle birleştirmesi, O'na bağlaması, iki iradenin birleşip tek irade haline gelmesi. Bu durumda, kulun üzerinde Hakk'ın iradesi caridir.

    VAHDET-İ ŞUHÛD: Arapça, görmenin birliği demektir. Kulun cem ve vecd durumunda, masivanın yokolması ile, her yerde sadece Bir'i görmesi. Bu durumda kul, her yerde Allah'ın tecellîsini görür, müşahede eder. Bu şekilde müşahedesinde birliğe ulaşır. Ancak vecd hali geçtikten sonra, kendisinin farkına varan kul, Hak ile halkı ayrı görür. Kendinden geçme halinde kuldan bir takım şatahat ifadeleri zuhur edebilir.

    VAHDET-İ VÜCÛD: Arapça, varlığın birliği demektir. Allah'tan başka varlık olmadığının idrak ve şuuruna sahip olmak, bilmek. Şuhudî tevhiddeki sâlikin her şeyi görmesi geçicidir, birlik bilgide değil, görmededir. Vahdet-i vücûdda ise, bu birlik bilgidedir. Vahdet-i vucûd zevkle elde edilir, yaşanarak bilinir. Kitap okunarak öğrenilen bir felsefe sistemi değildir. Vahdet-i vücudu zevken elde eden sâlik, gerçek varlığın bir olduğunu, bunun da Hakk'ın varlığından ibaret bulunduğunu, Hak ve O'nun tecellîlerinden başka hiç bir şeyin bulunmadığını bilir. Her şey, o Bir'in çeşitli şe'nlerinden görünüşlerinden, tecellîlerinden ibarettir. Vahdet-i Vücûd ile Vahdet-i şuhûd arasında bir olan noktalar şunlardır:
    1. Her ikisinde de ta'ayyün ve la ta'ayyün âlemleri ayrıdır.
    2. ilâhî varlık mutlak varlıktır. Şu mânâda ki, âlemin varlığı izafî varlıktır, fakat yok değildir.
    3. Küçük ve büyük âlem, emir ve halk, âlem-i misâl, yeni eflâtuncu urûç, tecellî, ruhun mücerred olması gibi telâkkiler aynıdır.
    Vahdet-i Şuhûd ve Vahdet-i Vücûd'un ayrıldıkları noktalar şunlardır:
    1. Vahdet-i vücûdda zât ve vücûd aynıdır, vahdet-i şuhûdda ayrıdır ve ilk yaratılan şey odur.
    2. Vahdet-i vücûda göre sıfatlar, zâtın aynıdır, vahdet-i şuhûda göre, sıfatlar zâttan ayrıdır ve katılmış vücûd ile dışta mevcutturlar. Sıfatlar, zâtın gölgeleridirler.
    3. Vahdet-i vücuda göre, âlem, sıfatların beliriş (ta'ayyün) ve çıkışından ibarettir. Vahdet-i şuhûda göre âlem, sıfatların beliriş ve meydana çıkışından değil, ancak sıfatların gölgelerinin belirişinden ibarettir.
    4. Vahdet-i vücuda göre, âlem, hayâldir, ancak Allah vardır. Vahdet-i şuhûda göre, âlem hayâl değildir. Çünkü böyle kabul etmek, âlemin objektif realitesini, aynı zamanda da Allah'ın ibda sıfatını inkâr etmek olur. Sonra eğer âlem hayalden ibaretse, o yok, tasavvurlarımız var demektir. Bu takdirde de tasavvurlarımız kaldırıldığında, onun da yok olması lâzım gelir. Daha sonra, âleme, Allah'ın varlığına kıyasla hayaldir, deniyorsa, o zaman da âlem Allah olamaz. Çünkü Allah, mutlak ve zorunlu, âlem ise mümkün ve geçicidir.
    5. Vahdet-i vücûda göre, âlem gölgedir. Fakat aslın, yani Allah'ın kendisidir. Vahdet-i şuhûda göre, âlem gölgedir, ama bu gölge, aslın kendisi değil, aslından başka bir şeydir. Ve aslın kendisine bahşettiği vücud ile, dışta kendi nefsinde mevcuttur.
    6. Vahdet-i vücûd'a göre, âyân-ı sabite, vücudla ilgilenmemiştir. Binaenaleyh âlem yok, ancak Allah vardır. Vahdet-i şuhûda göre, bu doğru değildir. Zira bu takdirde hayalden ibaret olan bir varlık, hakikî varlığı nasıl sınırlandırabilir?
    7. Vahdet-i vücûd'a göre, Allah bir bakımdan da, âlemin ötesinde ve üstündedir. Bu itibarla hakikat, tenzîh ve teşbîh arasını birleştirmektedir. Vahdet-i şuhûda göre, Allah âlemlerden ganîdir. Bu itibarla, onu her hal ve surette tenzîh etmek gerekir.
    8. Vahdet-i vücûda göre, Allah'ın âlemde ve onun objelerinde tecellîsi, ândadır. Bu, vahdet-i şuhûdda bir ânda değil, süreklidir.
    9. Vahdet-i vücûda göre, vücûd bir, ve o da sırf hayır olduğu için, âlemde kötülük ve iyilik denen şeyler, mutlak ve hakîkî değil, nisbîdir. Vahdet-i şuhûda göre, vücud-adem terkibinden meydana gelmiş olan bu âlemin mâhiyeti, yokluk olduğundan ve kendi nefsinde de mevcut olması bakımından, bütün kötülüklerin köküdür. Kötülük ve noksanlıklar da hakîkîdir.

    VAHDETİYYE: Hindistan'da Oudh'da kurulmuş, (XIX. asır sonu) bir tasavvuf okulu.

    VÂHİBÜ'L-ATÂYÂ, VÂHİBÜ'L İDRÂK: İhsanların bağışlayıcısı, idrâk veren mânâsında Arapça bir kelime. Allah kullarına anlayış ve nimetler bahşedendir.

    VÂHİD: Arapça, bir demektir. Kaşanî, bunu, tek olması itibariyle Zât'ın ismidir, diye tarif eder.

    VAHY: Arapça, ilham etmek demektir. Cenab-ı Hakk'ın hitabetmesi. Sufilere gelen ilham, ibn-i Arabi'nin şu sözü meşhurdur: "Sözlerimiz vahy-i kelâm değildir, ama vahy-i ilhamdır".

    VAHŞET: Arapça, ürkmek anlamındadır. Halktan sıkılmak, Hak ile tenhâda başbaşa kalmak. Halkla ünsiyet eden, Hak ile Cinsiyetten sıkılır.

    VA'ÎD: Arapça, tehdit ile korkutmak anlamında bir kelime. Mutlak va'îd, kâfirler ve münafıklar içindir. Bu, Allah'ın kullar üzerindeki hakkıdır.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate Titan Full HD İptv


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  2. #2
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.395
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate Titan Full HD İptv 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (V)
    ..:: 2 ::..
    VÂ'İZİYYE: Osmanlılarda camilerde yaptıkları hizmet karşılığı, vâ'izlere verilen maaş (cihet) a. vâ'iziyye denirdi.

    VAKAR: Ağır başlılık anlamında Arapça bir kelime. Cürcânî bu deyimi, her hangi bir işe yöneldiğinde, kişinin ağır (teennî) hareket etmesi şeklinde tanımlar.

    VAKFE: Arapça, durma, şüphe, vs. gibi mânâları olan bir kelime. Cürcânî ve Kâşânî bunu, iki makam arasında durma, hapsolma olarak tarif ederler. Bu, önceki makamın gereklerini tam o-larak yapmak ve bir sonraki makama da yükselmek üzere, edeblerini ifâ etmek içindir. Hacıların vakfe günü, Arafat ve civarında bir süre, Allah'a dua etmek üzere bulunmalarına da vakfe denir.

    VAKFİYE: Vakfedenin, vakfa dair ifâdelerini ve hâkimin (kâdî) kaydını (tescilini) içermek üzere, düzenlenen "hüccet" hakkında kullanılan bir tâbirdir. Vakfiyeler, eskiden, noter defteri mâhiyetinde olan, Kadılık yanî Şer'î Mahkeme siciline geçmek suretiyle kesinlik kazanırdı. Bu hüccet'te, müessesenin nasıl idare edileceği, hangi masrafların yapılacağı, vakıfta kaç adamın, ne şekilde çalışacağı, vakıftan kimlerin yararlanacağı uzun uzadıya ayrıntılı biçimde yazılırdı. Suistimale engel olmak üzere, vakfın yöneticilerinin yiyecekleri, giyecekleri şeyler ve oturacakları yerler temin edilirdi. Vakfedenin koyduğu şartın, Allah'ın Kur'ân'da koyduğu âyet gibi olduğuna dair kuvvetli bir hüküm bulunması sebebiyle, yönetimin en kötü zamanlarında bile, idare, vakıflara dokunamazdı. Vakfiyenin teyid edici kuvvetleri ve cezaî hükümleri maddî değil, manevî idi. Vakfiyelerin sonuna "her kim bu vakfı amacından saptırır, değiştirir ise, Allah'ın, meleklerin, mü'minlerin laneti kıyamet gününe kadar onun üzerine olsun" şeklinde beddualar bulunur ve bu mealdeki âyet ve hadisler de ayrıca yazılırdı. İşte bu manevî ceza, vakıf müesseselerinin Osmanlıların yıkılışına kadar en ufak değişikliğe uğramadan, ayakta kalışının sebebidir.

    VÂKİ: Arapça, vuku bulan, meydana gelen olay anlamlarında Arapça bir kelime. Kelamcılara göre, vâki, Levh-i Mahfuz, ehl-i hikmete göre de fa'âl akıldır. Tasavvuf terimi olarak, kalbe uyanıklık veya yarı uyanıklık halinde, manevî âlemden gelen manaya vâki1 denir. Bir vâkı'ı, kendisi gibi bir vâki' yok edemez, silemez. Halbuki, hatırda durum bunun aksinedir. Zira, bir hatır başka bir hatır ile silinir.

    VÂKI'A: Arapça, şiddetli hadise, musibet, olay gibi anlamları olan bir kelime. Zikir sırasında ve Allah ile beraberliğinde, hislerini kaybedecek şekilde gaybete düşen salikin gördüğü şeydir; bu uyku ile uyanıklık arası (yakaza) bir haldir; salikin huzur ve uyanıklık hâlinde gördüğü şeye, mükâşefe denilir, şeklinde tanımlar. Vâkı'a bir çeşit rü'yadır ancak rüya değildir. Bu, manevî vâkı'a olup sadece mü'minler tarafından görülür. Mutasavvıflar manevî müşkillerine vâkı'a derler.

    VAKIF: Arapça, durmak demektir. Bir mülkü, halkın yararına sonsuza kadar tahsis etmeye vakıf denir.

    VÂKIF: Arapça, duran demektir.Mülkünü, sonsuza kadar halkın yararına tahsis eden kişiye, vakfeden manasına gelmek üzere vâkıf denir. Vakıfla ilgili bazı deyim ve atasözleri şu şekildedir:
    Kendisini bu işe vakfetmiş: Bir kişinin, kendini bir işe tam anlamıyla vermesini ifade eden bir tâbir.
    Şart-ı vâkıf, nass-ı Sâri' gibidir: Vakfı yapanın koyduğu şartlar, şeriat hükümlerini bildiren ve Allah tarafından emredilip,Peygamber tarafından bildirilen kesin hükümler gibidir değiştirilemez, demektir.
    Vakıf çeşmeden su içme: Vakfiyelerdeki ağır beddualar, sebebiyle, vakfın çeşmesinden bile su içmeyi takva açısından mahzurlu sayanlar tarafından söylenmiş bir söz.
    Vakıf lakırdı para etmez: Şarta bağlı sözün hükmünde kesinlik olmadığını belirtmek üzere kullanılır.
    Vakıf mülk olsa da kimseye mal olmaz: Vakfı idare eden kişi, onu kendi mülkiyetine geçiremez, demektir.
    Vakıf sabunu yiyen farenin gözü kör olur: Bu atasözü vakfın, halkın yararına verildiğini, bu yüzden de ona ihanet edenin, onmayacağını belirtir.

    VÂKIFİYYE: Sapık tasavvuf okullarından birinin adı.

    VAKİTSİZ ÖTEN HOROZUN BAŞI KESİLİR: Horozun normal olarak sabah vakti ötmesi gerekir. Bunun aksine gecenin tam ortasında öterse, insanları rahatsız eder, hatta çocukları ürküttüğü için o horozun kesilmesi gerekir. Vakti gelmeden, henüz yeteri olgunluğa erişmeden,bir takım iddialara kalkışan kişi de, vakitsiz öten horoza benzetilmiş ve akibetinin kötü olacağı belirtilmiştir.

    VAKT: Arapça, zaman demektir. Kulun üzerine gelen ilâhî varidat ve Rabbânî tecelliyâtın zamanıdır ki, o vârid gelince, kulu tasarrufu altına alır, onu etkiler. Vârid, havf ve hüzün gerektirirse kul, korkar ve üzülür. Aksi bir vârid ise sevinir. Halin tasarrufu altında bulunan kula rıza göstermek ve teslim olmak gerekir. İçinde bulunduğu vaktin icaplarını yerine getiren sûfîye, ibnü'l-vakt (vaktin oğlu) denir. Bu halde sûfî geçmiş, gelecek ve hal kayıtlarından sıyrılmıştır, ibnü'l-vakt durumundaki sûfînin hali, kendi kesbine bağlı ise o zaman, gerekenin en iyisini yapması gerekir. Cürcânî bu terimi, yapma (sun'î) olmayan, istidadın gerektirdiği şey, yani kendi hâlinden ibarettir, diye tarif eder.

    VAKT-İ DÂİM: Devamlı olan vakit anlamında Arapça bir ifade. Kaşanî bunu, sürekli olan ân diye tanımlar.

    VAKT-İ MÜSERMED: Arapça, uzun zamanı ifade eden bir söz. Sermedî kelimesi, zamansız ve mekansızlığı ifâde eder. Sermedî hayat, sonsuz (ezelî ve ebedî) hayat anlamındadır. Bir sûfi benim vaktim müsermeddir, dediği zaman o, bununla, değişmeksizin hal olarak, bütün vakitlerinde, Allah ile beraberliğini anlatır. Vecd ehli, bu sözü içinde bulunduğu hali anlatmak için söyler.

    VAKT-İ SA'ÂDET: Arapça, mutluluk, selâmet ve barış dönemi anlamına olup, Hz. Peygamber (s)'in nübüvvet zamanlarına denir.

    Sensin ol fahr-i cihân-ı medeniyyet ki hemân
    Ahdini vakt-i sa'âdet bilir ebnâ-yı zaman
    Şinasî

    VARINI ORTAYA KOYAN UTANMAZ, VARINI VEREN UTANMAZ: Arapça, "cömertlik vardan olur" anlamına gelen atasözünün bir başka şekilde ifade edilmiş şeklidir. Tasavvufta cömertlik, kişinin olgunluğunun göstergesi olarak telâkkî edilmiştir.

    VÂRİD: Arapça, gelen demektir. Kul, irade etme-den, kendi katkısı bulunmadan, eğer kalbine bir mana gelirse, buna vârid denir. Allah'tan gelen vârid'e vârid-i Hak, ilimden (şeriattan) gelen vârid'e de vârid-i ilim denir. Gelen vârid, kulu etki altına alır, onu sevindirir ve hüzünlendirir, o zaman gelen bu vâridler, psikolojik olarak çıkardığı duruma göre, vârid-i hüzn, vârid-i sürür gibi isimler alır. Allah'tan gelen feyz veya ilhama, vârid adı verilir.

    VARLIK-BENLİK : Varlığına, makamına, bilgisine, malına, mülküne,akrabasına, güzelliğine güvenip, kendisinde payeler aramaya kalkışan, bunların Allah'ın nimeti olduğunu düşünmeyip, kendine mal etmeye çalışan, gurura kapılan kimselere varlık, benlik sahibi denir.

    Sıratı, mizanı bunda geçmişler,
    Varlık benlik kafasını yıkmışlar,
    Al giymişler, yas donundan çıkmışlar,
    Gece kadir, gündüz bayram günleri.
    Kul Himmet

    VASAT: Arapça, orta, ortalama, gibi anlamları olan bir kelimedir. Hafnî, bunun sufilerin âdeti olduğunu ve bu âdetin de kemer bağlamak şeklinde uygulandığını söyler. Şed bağlamak.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate Titan Full HD İptv


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  3. #3
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.395
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate Titan Full HD İptv 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (V)
    ..:: 3 ::..
    VASF: Nitelik, sıfat, özellik anlamında Arapça bir kelime. Vasfı anlatan kişinin, vasfettiğinin işlerinden, hükümlerinden ve ahlâkından bahsetmesi. Na'at, vasf anlamına olmakla birlikte, kapsamı daha geniş bir kelimedir. Birinin niteliklerini çok ince ayrıntılarıyla anlatmaya na'at denir. Vasf'da ince ayrıntılı anlatım yoktur. Kulun, Allah'ın özellikleriyle, vasıflanmasına, el-ittisâf bi-evsâfillâh denir.

    el-VASFU'Z-ZÂTÎ Lİ'L-HAK: Arapça, Hakk'ın zatî özelliği demektir. Kaşanî bu sözü, ehadiyyetü'l-cem (toplanmanın birliği), zatî vücûb (öze ait zorunluluk) ve âlemlere ihtiyacı olmamak (hiç bir şeye ihtiyacı olmamak) şeklinde tanımlar.

    el-VASFU'Z-ZÂTÎ Lİ'L-HALK: Arapça, halkın zatî özelliği demektir. Yine Kâşânî, bu sözü, zatî (özü bakımından zorunlu değil mümkün) ve zatî fakr (özü bakımından başkasına muhtaç) olarak açıklar.

    VÂSIL: Arapça, ulaşan, varan anlamında bir kelime, ism-i fail. "Allah'ın vasledilmek üzere emrettiğini, kat'ederler..." (Bakara/27) âyetinde bu terim, (en yûsale) şeklinde geçmektedir. Bu durumda vâsıl, Allah'ı bilen, emirlerini yerine getiren ve yasaklarından kaçınan kişi anlamına gelmektedir.

    VÂSIL-I HAK: Arapça, Hakk'a ulaşan demektir. Manevî sülük yollarından biriyle, makamları geçen, ihsan mertebesine varıp Hakk'a ulaşan kişiye vâsıl-ı Hak denir.

    VÂSILİYYE: Vasıl b. Atâ'nın görüşünde olanlar. Bunlar Allah'tan sıfatları kaldırır, gücü kullara yüklerler.

    VASITA: Arapça, vesile, vasıta, aracı anlamında bir kelimedir. Allah ile kul arasını birleştiren mürşid-i kâmil. Üç türlü vasıta vardır: 1. Ulaştıran vasıtalar: Hakk'ın tecellîleri: 2. Bağlayan vasıtalar: ibâdetler: 3. Ayıran vasıtalar: Nefsin arzulan.

    VÂSITATÜ'L-MEDED: Arapça, yardım vâsıtası demektir. Kâmil insana denir. Onun halk ve Hak ile aynı anda münasebeti vardır. Bu sebeble o, halkı Hakk'a ulaştıran bir aracıdır. Nitekim kudsî Hadis'te şöyle denilir: "Sen olmasaydın (ey Muhammed) (S) felekleri yaratmazdım". (Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, c. 2., s. 163, hadis no: 2123).

    VASİYYET: Arapça, tavsiye ve nasihat anlamına gelen bir kelimedir. Attar'ın Pendnâme'si, Haris el-Muhasibî'nin el-Vesâyâ'sı ve İmam Gazali'nin Eyyuhe'l-Veled adlı eserleri nasihat ve tavsiye türünde yazılmış eserlerdir. Cürcânî bunu fıkhî anlamda tanımlarken şöyle der: "Ölümden sonraya dayanan, mülk edinme işi". Büyük tasavvuf ustaları, etrafındaki öğrencilere, en çok hangi yönde kusurları varsa, özellikle o yönden onları uyarır mâhiyette vasiyetlerde, nasihatlarda bulunurlardı. Serî'nin, yeğeni Cüneyd-i Bağdâdî'ye yaptığı "sûfî muhaddis değil, muhaddis sûfî ol" nasihati bu kabildendir.

    VASL: Arapça, ulaşmak, varmak demektir, ilm-i şuhûd ile Hakk'a ulaşma. Kaşanî buna şu tanımı getirir: Zahirler ve batınlar arasında, sevgi vasıtasıyla rahmete ulaşan gerçek birliğe vasi denir.

    VASLE: Arapça, birleşme, bitişme anlamında bir kelime. Mevlevi tabiridir. Mevlevîlikte, giyilen özel elbiselerden birinin adına vasle denir. Bu elbise ve çeşitleri, Konya'daki Mevlânâ Müzesi'nde teşhir edilmektedir.

    VASLU'L-FASL: Arapça, ayrı olanın bitişmesi demektir. Vahdetin (tekin) kesrette (çokta) ortaya çıkışı demektir. Çökün tekte ortaya çıkışına da faslu'l-vasl denir.

    VASLU'L-VASL: Arapça, bitişmenin bitişmesi demektir. Gittikten sonra dönmeye, indikten sonra yükselmeye denir. Kaşanî bu açıklamadan sonra devamla şöyle der: İnsanların hepsi yüce mertebelerden, en aşağılara iner. Bundan sonra, insanların bazısı Allah'a giden yola giderek cem ve ayne'l-cem' makamına dönüş yapar. Ona ulaşır. Ayet: "Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra esfel-i sâfilîne (en aşağı derekelere) indirdik. İman edip salih amel işleyenler müstesna..." (Tîn/4,5)

    VATAN: Arapça bir kelimedir, Türkçemizde de aynı manada kullanılır. Kulun vatanı, hâlin bittiği ve karar bulduğu yerdir. Ebû Süleyman Dârânî "iman, yakinden daha faziletlidir. Zira iman vatanlar, yakîn hatıralardır" der. Hatarât makamı, vatanat makamından uzaktır. Zira hatarât parlar, söner. Vatan ise ortaya, yerleşir kalır. Parlayan şeyi sabit kalacak sanan kişi, hatar sahibi ve davacıdır. Vatan sahibinin davası yoktur.

    Düştü önüme hubbu'l-vatan
    Gidem hey dost deyi deyi
    Anda varan kalır heman
    Kalam hey dost deyi deyi
    Yunus Emre

    VATAR: Gerekli hacet, çok önemli ihtiyaç anlamında Arapça bir kelime, çoğulu evtâr. Nefsânî nazların ve beşerî özelliğin dışında, öğülen bir arzu ve fayda. Bu şekilde vatar, yaşanan tertemiz bir arzu ve haldir.

    VAV: Arap alfabesindeki son harflerden biri. Kaşanî, tümel (küll) deki mutlak yöne vav denir, şeklinde tarif yapar. "Nereye yönelirseniz, Allah'ın vechi (yüzü, yönü) oradadır" (Bakara/115). Eb-ced hesabında vav harfinin değeri, altıdır. Bu altı sayısının altı yöne işaret ettiği söylenir.

    VAVSIZ EVLİYA: Vav, Arap alfabesinin son harflerinden biri. Evliya kelimesindeki vav atılınca geriye e(v)liya: Eliya kalır ki bu bir Hıristiyan adıdır. Mutasavvıflar, evliya olduğunu öne süren, boşa iddiada bulunan, ancak davasını mânâya ulaştıramıyan, hareket ve halleri, evliyanın hareket ve hallerine benzemeyen, şekilci hırsızlara vavsız evliya derler.

    VA'Z-VÂ'İZ: Nasihat, nasihat eden anlamlarında Arapça iki kelime, masdar ve ism i fail. Kalbi yumuşatacak konularda hayrı hatırlatma (Cürcanî). Hz. Ömer'e söylenen şu söz, bunu en güzel şekilde ifadelendirir: "Sana vaiz olarak ölüm yeter, ey Ömer!" Vaizin sözünün etkili olması, anlattığı şeyi bizzat yaşamasına bağlıdır. Yaşamayanın anlatması mümkün değildir. Va'z, dil ile olduğu gibi, yaşamakla, hâl ile de olur. Hâl ile olan va'z, kal (dil) ile olandan daha etkilidir.

    VAZİFE: Arapça, görev demektir. Dervişlerin her gün mutâd olarak yaptığı zikr, vird, Kur'ân okuma, namaz, oruç, sadaka, sohbet vs. gibi görevler. Vazife, ciddî bir disiplin olayıdır.

    VECD: Arapça, bulmak anlamındadır. Sâlikin zorlaması, istemesi olmadan kalbe gelen hâle vecd denir. Hakk'ın sırrına muttali olduğu zaman, ruhun ulaştığı huşûya denir. Bir başka tanıma göre vecd; zikrin tatlılığı hissedildiğinde, ruhun şevkin galebesine tahammülden âciz kalmasıdır. Yine vecd; iç (batın) in Allah tarafından bir varide tesadüf edip, o vârid sebebiyle kendisinde huzur ve sürürün ortaya çıkması veya durumunun değişmesi olarak da tarif edilir. Cüneyd, duyulan sevinçle zatın belirmesi esnasında, vasıflardan soyulmayı vecd olarak görür. İbn Ata da, hüznle zat ortaya çıkarken vasıflardan sıyrılmaya vecd demiştir. Vecd başlangıçlarda vuku bulur. Zira vecd, kaybetmekten sonra gelir ki, fakdı (kaybetmesi) olmayanın vecdi de yoktur. Vecd sahibi telvin ehli olup, bazı kere nefsin sıfatlarının gayreti (yok olmasıyla) ile, bazı kere de bulması ile vecde ulaşır. Vecd ehlinin bir kısmı, sema sebebiyle rakseder ki, bu bir noksanlık değildir. Vecddeki mevcud ile değil de, sırf vecd ile raksederek rahata eren kişinin hali noksandır. Vecd gelmeden vecd varmış gibi göstermek, sıdk (doğruluk) dan sayılmaz. Tam vecde gelen kişi kendinden öyle bir geçer ki, yüzüne kılıçla vurulsa, bir şey hissetmez, iki çeşit vecd vardır: 1. Vecd-i mülk: sâliki (bulanı) etkisi altına alan vecd, 2. Vecd-i lika: Sâlikin bulduğu vecd.

    Vermiş ona şevk-i ebedi nağme-i bişnev
    Begâyet olan vecdine bâis o nevadır.
    Takadizâde Şekib
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate Titan Full HD İptv


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  4. #4
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.395
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate Titan Full HD İptv 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (V)
    ..:: 4 ::..
    VECH: Arapça, yüz demektir. Rabbin, her varlıkta bir yüzü vardır. Bu vech, varlığın ruhunun sureti üzeredir.

    VECHE'L-ITLAK VE'T TAKYÎD: Arapça, kayıtlı ve serbest olmanın iki yüzü anlamında bir isim tamlaması. Bu ikisi, bütün itibarların sükût (düşüş) ü ve ispatı bakımından, zat'ın itibarının iki yönü (yüzü, vechi) nü gösterir. Hakk'ın zatı, vücûdu kendinden olan bir vücûddur. O bu şekilde itibar olunursa, O'na mutlak denir. Herşeyin kendisiyle beraber bir hakikati vardır. Bu, adem-i mahz olan sırf vücûdun gayrisi olsa bile, ayrı da değildir. Kendisiyle mevcud, kendisi dışındakiyle mâ'dum (varlık ve yokluk) olan şeye nasıl bitişir. Her şeyin gayrisi, ondan ayrı değildir. Onun dışındakiler, varolmayan ma'dum a'yandır. Şayet ondan ayrılırsa var olmaz. Her şey onunla beraber, onun zatı sebebiyle mevcuttur. O, kendisiyle beraber bir şey olmama tecerrüdü yani kayıdı ile kayıtlanırsa, o zaman kendisiyle birlikte, hiçbir şeyin bulunmadığı "Ehad" olur. Bu sebeple muhakkik (tahkik sahibi)" O, hâla eskiden olduğu gibidir" der. Kendisiyle beraber bir şey vardır, diye kayıd altına alınırsa, bu takdirde O, kendisiyle mevcud, kendisi dışındakiyle ma'dum olan kayıtlayıcının aynı olur. Hak onun suretinde tecelli eder ve ona vücûdiyet izafe eder. İzafet kalkarsa o, kendi zatında mâ'dûm olur. Bu mana, tevhid ehlinin "izafetin düşürülmesi" sözüne benzer ve şöyle diyen tasdik edilir: "Vücûd, vacibin hakikatının aynı, her mümkinin hakikatinin gayridir. Zira, o, her mâhiyet ve aynın üzerinde ziyade olan bir şeydir. Siyahın siyahlığı, insanın insanlığı da mevcûd olmayan bir şeydir. O, vücûdun olmayışı bakımından mâdumdur.

    VECHE'L-İNAYE: Arapça, yardımın iki yönü anlamında bir isim tamlaması. Bu iki yön, cezbe ve sûlûkdur. Ve bu ikisi hidâyetin iki yüzüdür.

    VECHU'L-HAK: Arapça, Hakk'ın yüzü demektir. O, kendisiyle bir şeyin hakkan var olmasıdır. Zira, varlığın Hak Tea-la'dan başka bir hakikati yoktur. Kur'ân-ı Kerim'de "Nereye yönelirseniz, yönelin, Allah'ın vechi (yüzü) oradadır" (Bakara/115) âyetiyle, bu hususa işaret olunur. O da, bütün varlıklarda ikâmet eden (var olan) Hakk'ın ayn'ıdır. Varlıklarda Hakk'ın kayyumiyyetini (yani kâim olduğunu) gören, her şeyde Hakk'ın yüzünü görür.

    VEFA: Arapça, bir şeyi yerine getirmek, vefalı olmak vb. gibi anlamları olan bir kelime. Kur'ân-ı Kerim'de "Bana verdiğiniz sözde durunuz ki, size verdiğim sözde durayım." (Bakara/40) âyetiyle ifâdesini bulan bu terim, Allah'a "elest" toplantısında verilen sözü yerine getirmeyi gösterir. Buna, vefa bi'l-ahd de denir. Bu, avam tabakasının, müjdeye rağbeti, tehdidden korkması sonucu yaptığı ibadetle olurken, havassınki, rağbet, korku veya bir bedel beklemeksizin, emre sırf emir olması bakımından verdiği sözde durmak şeklindedir. Havassû'l-havassın vefası, güç ve kuvvetten uzak kalmak suretiyle. Muhibbinki de kalbine Allah'tan gayrisini sokmamak şeklindedir. Kulluk vefasının esaslarından biri de, noksanlığın kendisinden çıkıp kendine döndüğünü görmek, Rabbinden başkasını olgun (kemalli) bulmamaktır.

    el-VEFA Bİ-HIFZİ AHDİT-TASARRUF: Arapça, tasarruf sözünü, korumaya uymak anlamında bir ifade. Vefa sana düşen kulluk görevinden, sana tasarruf etmen üzere bağışlanan vakitler konusunda acizliğinden ve âdetlerin kaldırılmasından uzak kalmaman (yani gaflete düşmemen) dir.

    VEFAİYYE: Muhammed Vefa b. Muhammed b. Necmüddini'l-Mağribiyyi'l-İskenderî tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu olup, Şaziliyye kollarmdandır.

    VEFK: Arapça, muvafakat, uygunluk, başarı vs. gibi anlamları olan bir kelime. Bir kişinin isteğine uygun olarak hazırlanan dua, harf, muska ve hamail için vefk tabiri kullanılır.

    Eylemez Hikmet tenezzül yoksa kim erbâb-ı aşk
    Celb-i teshir-i visalin vefk-i âlâsın bilir.
    Hersekli Arif Hikmet

    VEHM: Arapça, akla gelen şey, geniş yol, zan, tahayyül, korku, şüphe, vs. gibi anlamlan olan bir kelime. Vehm; insanın cismanî kuvveti olup, yeri, beynin orta kısmının arka tarafıdır. "Zeyd'in cömerd oluşu", "Zeydin cesareti" gibi mahsûsâta ait cüz'i manaları idrak etmek, vehmin özelliğidir. Bu güç ile, koyun kurttan kaçar, çocuğa şefkat edilir. Yine bu güç, kendine hizmet eden tüm cismanî güçlere hakimdir. Tıpkı aklın tüm aklî güçleri kullandığı gibi.
    el-Vehmiyyü'l Mütehayyel : Vehmin kullanılmasıyla mütehay-yilenin ortaya çıkardığı surete denir.
    Vehm, akıl ile fehm arasında bulunur, ikisinin arasında yer alır. Vehm, fehmin bekçisidir, denir. Cilî'ye göre vehm; âlemi, mâsivayı ifade eder.

    VEKİL: Arapça, temsilci demektir. Alevîlikte, Osmanlıların son döneminde, çelebilerle dede baba (Hacı Bektaş'taki) arasında bir kırgınlık olmuş, bu nedenle Cemaleddin Çelebi alevîlerin bulunduğu köylere vekiller göndererek, kendisinden icazet (izin) almayan dedelerin, talipleri (dervişleri) göremeyeceğini, ve bunun batıl olduğunu öne sürmüştü. Bu vekillere uyanlara, uymayanlar "dönük" derken, uyanlar uymayanlara "purut" adını takmışlardır.

    VELÂDET: Arapça, doğum demektir. Müridin, şeyhin manevî cüz'ü gibi olması bakımından, müridle şeyh arasındaki uyuşuma denir. Bu tabii doğumdaki çocuğun durumuna benzer. Ancak bu doğum manevîdir. Hz. isa (a) şöyle der: "iki kere doğmayan, semânın melekûtuna eremez!" İlk doğuşda mülk alemiyle irtibata geçilirken, ikinci doğuşda melekût alemiyle temas kurulur. Mürid maddî babasının bel evladı, manevî babasının da yol evladıdır.

    VELAYET: Arapça, birine yaklaşma, yakınlık, akrabalık (vavın esreli şekliyle) imaret, sultanlık, hüküm, valilik, vb. anlamları ihtiva eden bir kelime. Nefsinden fani olduğunda, kulun Hak ile hareket etmesi, Kur'ân-ı Kerim'deki "Allah mü'minlerin velisidir" (AIİ-imran/68) âyetine göre, tüm inananlar Allah'ın dostudur. Allah'ın, kulunu dost edinmesi, onun üzerinde isimleriyle tecelli etmesidir. Yine bu tecelli, hal, ilim, zevk vs. gibi şekillerde olabilir. Velayetin zirvesi, kulun halkın, zamanî durumlarına göre işlerini idare etmek üzere, Hakk'dan halka irca olunmasıdır. Hz. Peygamber'den (s) önce, halkı Hakk'a çağıran kişilere Resul denirken, O'ndan sonra bu görevi yapanlara, Hz. Resulullah (s)'in halifesi adı verilmiştir. Ancak bunların daveti, kendi nefsine dayanarak değil, Hz. Muhammed (s)'e u***** olur.
    Dört türlü velayet vardır: 1. Velâyet-i uzma: Son peygamber (s)'in velayeti, 2. Velâyet-i kübrâ: Diğer peygamberlerin velayeti veya ceberûtî velayet, 3- Velâyet-i vüstâ: Melekütî velayet, evliyanın velayeti 4- Velâyet-i suğra: Müminlerin velayeti.

    VELÂYETNAME: Arapça-Farsça, velilik ki-tabı anlamındadır. Ağızdan ağıza anlatılan bir velinin kerametleri, men-kabe ve nasihatlarını içeren kitaplara "Velâyetnâme" veya "Vilâyetnâme" denir. Bunlara örnek olarak, "Vilayetname-i Ot-man Baba" "Vilayetname-i Seyyid Ali Sultan", "Menâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli" gibi eserler verilebilir.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate Titan Full HD İptv


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  5. #5
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.395
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate Titan Full HD İptv 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (V)
    ..:: 5 ::..
    VELİ: Arapça, dost anlamındadır. Velinin tanımı, Bu-harî (Rekaik/38) 'de şu kudsi hadisle verilir: "Allah, bir kulunu sevdiği zaman onun gören gözü, duyan kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olur. "Bu kul, Allah'tan bir şey istese, bu isteği kabul görür. Allah'a sığındığında, Allah onu korur. "Kim bir Velime düşmanlık yaparsa ona harp ilan ederim" "el-Veli", Allah'ın güzel isimlerindendir. (ontolojik anlamda olmamak üzere) Allah'a yakınlık sağlayan kişilere veli denir. Veli kelimesi hem fail, hem de mef'ûl anlamındadır. Fail olarak, taat halinde devamlı olan kişiyi; mef'ûl olarak da, Allah'ın nimetleri üzerinde devamlı olan kulu ifade eder. Kısaca, sürekli olarak taata devam eden, isyandan uzak duran şehvetlerden kaçınan ariflere, veli denir. Veli kelimesinin çoğulu evliya'dır. Veli nebiden üstün olmamakla birlikte, bir peygamberin velilik yönünün nebilik yönünden üstün olduğu ileri sürülür, ki bunun gerekçesi şudur: Nebilik vehbîdir; herhangi bir çaba gösterilmeden, Allah vergisi olarak bahşedilir. Velilik, kulun çalışmasıyla yani zorlukla elde edilir. Zor elde edilen, kolay elde edilenden daha kıymetlidir. Bizim görüşümüze göre, istenmeden verilen, istenerek alınandan daha üstündür. Hz. Musa, Allah'ı görmeyi istedi, kendisine dağdaki tecelli (aynada ki yansıma) nasib oldu, direkt değil dolaylı görme ile şereflendi. Miraç gecesi Hz. Resûlullah, Allah'ı görmek gibi bir dilekte bulunmamasına rağmen, Allah O'nu direkt cemali ile (zatı ile değil) müşerref kıldı. Velinin özellikleri 1- Veliler masum değildir, mahfuzdur. Masum günah işlemez, mahfuz işler, ancak günahta ısrar etmez. Cüneyd'e soruldu: "Veli zina yapar mı?" Cüneyd bir miktar tefekkürden sonra, "ve kane emrullahi kaderan makdûra" âyetini oku*****, olabileceğine işaret etti. 2- Velilerde son nefeste imanla vefat etmek garantisi yoktur. 3- Veliden keramet zuhur eder, o da ihtiyaç olduğunda. Durup dururken keramet göstermek, velilikde söz konusu değildir. 4-"Bir velinin bin yıl ömrü olsa, bu süre içinde manevi kemalâtta yükselse, bir peygamberin topuğuna bile varamaz" (Hacı Bayram Veli'nin dam-ad, Eşrefoğlu Rumi'ye yaptığı bir açıklama).

    VERA': Arapça, takva, Allah'tan korkmak, şüphelilerden kaçınmak, mubah ve mekruhlarda bile titizlikle davranmayı ifade eder. Kulun gazab veya rıza halinde gayriyi konuşmaması.Bütün gayretini Allah rızasına yöneltmek. Üç tür vera sahibi vardır: 1- Şüpheliler konusunda veraya riayet edenler. 2- Kalbinin kanaat getirdiği konularda veralı olanlar Kalbî yoldan sezmek, ehl-i kulûb ve mütehakkıklara mahsustur. 3- Vecd sahibi arifler. Darrânî şöyle der: "Allah'dan seni alıkoyan herşey, senin için kötüdür". Vera sınıflamasında ilk grub avamın, ikincisi, havassın, üçüncüsü de havassûl-havassındır. Yine bir sınıflamaya göre, vera ehli, üçe ayrılır: 1- Avam: Haram ve şüphelilerden vera. 2- Havas: Şehvet içinde yüzen nefsî isteklerden sakınmak, 3- Havassû'l-havas: Keşf ve keramet sahibinin, keşf ve kerametini insanlardan gizlemeye çalışması.
    Yine bir ayırıma göre, zahir veraı, bâtın veraı diye iki tür vera vardır:
    1- Zahir veraı: Beden organlarının şeriat endeksli olarak hareket etmesi. 2- Bâtın veraı: Kalbe Allah'tan başkasını sokmamak.

    VERASET: Arapça, mirasçı olmayı ifade eder. Tâbi olmaktır. 1- Cennetü'l Verâse: Hz. Peygamber (s) e güzelce uymakla oluşan ahlâk cennetidir. 2- Ulûmü'l-Verase: Bu da fıkıhtır. Sûfîler, ilimlerini amele dökmüşlerdir. Bu yüzden onlar ilmin mirasçısı olmuşlardır. Sûfiyye, ilimleri ile, diğer ulemanın yanında yer alır. Ancak onlardan, ulumu'l-verâse yönüyle ayrılırlar. "Alimler Peygamberlerin mirascısıdırlar" hadisiyle anlatılan veraset, işte budur.

    VERD-İ MUHAMMEDİ: Arapça, Muhammedi
    (s) gül demektir. Tezhible sanat eserlerinden, yaprak ve güller üzerine âyet veya Hz. Peygamber (s)'in özellikleri yazılı olanlara denir. Delail kitaplarında daha çok rastlanır.

    Her kimde ki var aşk ile bir derd-i Muhammed (s)
    Tâ karşısına kordu hemen verd-i Muhammed (s)

    VEREN EL ALAN ELDEN ÜSTÜNDÜR: Bu bir hadis-i şeriftir, halk arasında da atasözü olarak yaygındır. "Vermeyi" teşvik eder.

    VERKÂ : Arapça, boz güvercin demektir. Nefs-i küllî. Levh-i mahfuz, levh-i kader, budur. Tesviye edilen surete üfürülen ruha da, "Verka" denir, ilk varolan (mevcûd-ı evvel) budur. Varlığına neden olan ilâhî inayet (yardım) ten başka bir sebebi bulunmayan ilk akla, Hakk'ın özel bir yönü (yönelişi) vardır ki o bu özel yön (yöneliş) ile Hak'dan vücûdu kabul etmiştir. Küllî nefsin, birincisi Hakk'a, diğeri de varlık sebebi olan akla olmak üzere iki yönü (yönelişi) vardır. Her varolanın varlığına, başka sebepler olsa da, olmasa da, o mevcudun ilk akla özel bir yönü (yönelişi) vardır. Küllî nefsin, hafâ-i kudsten, suretlere ve şekillere iniş (tenezzül) i olduğu için nefse, "verkâ" adı verilmiştir. Çünkü, nefsin Hak'tan bediî bir iniş (tenezzül) i ve arza lâtif bir inbisatı (yayılışı) vardır. Bazı hakîmler cüz'i nefislere verkâ demiştir.
    İnsan ruhuna, nefs-i natıkaya da verkâ adı verilmiştir.

    VESAİT: Arapça, araçlar, vasıtalar demektir. Allah ile kul arasındaki dünya ve âhiret sebepleri 3 çeşittir: 1- Ulaşım vasıtaları ki bunlar, Hakk'ın sebepleridir. 2- Kavuşturan vasıta ki, bunlar ibadetlerdir. 3- Ayrılma vasıtaları ki, bunlar, nefislerin haz-larıdır. Ruzbârî şöyle der: O, etkisini hissettirmek üzere, vesaiti, ariflere rahmet kılmıştır.

    VESİLE: Arapça, araç demektir. Duada, Allah dostlarını araya ko***** istekte bulunmak: "Ya Rab Hacı Bayram Veli'nin hürmetine, beni, anne ve babamı, evladlarımı salihlerden eyle!" demek bir vesile olduğu gibi, Allah'ın muttaki kullarından birine "dua buyurunuz da, Allah bize salih kullarından olma şerefini bahşetsin" demek de bir vesiledir. Bunun Kur'an'dan delili, "Allah'a ulaştıracak vesileyi arayınız" (Maide/35) âyetidir. Ancak vesileyi, aracı, amaçlaştırmak da şirkdir, küfürdür. Yukarıdaki Hak vesilelerin şu şekle dönüşmesi bu hususa örnek teşkil eder. "Ey Hacı Bayram Veli beni, anne ve babamı evladlarımı salihlerden eyle!!" ve "Ey Allah'ın muttaki kulu ibrahim! Bizi salih kullardan eyle!" şeklindeki talepler, şirktir ve küfürdür. Zira burada Hacı Bayram Veli ve muttaki kul ibrahim, Allah'ın yerine konmuş, bir başka deyişle bu muhterem zatlar ilâhlaştırılmıştır.

    VESM: Arapça, damga basma, nişan vurma vb. anlamları bulunan bir kelime. Allah'ın dilediği şekilde, geçmişteki ilminde mahlukatı damgalaması. Bu, ebedî olarak değişmez ve bu bilgiye hiç kimse ulaşamaz.

    VESVESE: Bkz. VİSVAS. VETD : Bkz. EVTAD.

    VİCDAN: Arapça, bulmak, iç duygusu, nefis ve batınî kuvveleri ifâde eden bir kelime. Vicdan, vecdden daha özeldir. Zira vicdanın Hakk'a arkadaşlığı vardır, iç hislerle idrak edilen şeylere vicdaniyyât denir.

    VİCHET-İ CEMİ'İ'L-ABİDİN: Arapça, kulların tümünün yönü, ciheti anlamında bir isim tamlaması. Ulûhiyyet hazreti.

    VİHDET: Arapça, birlik demektir. İnziva, uzlet.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate Titan Full HD İptv


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  6. #6
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.395
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate Titan Full HD İptv 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (V)
    ..:: 6 ::..
    VİRANE: Farsça, yıkıntı anlamındadır. Dünya. Bu dünya, şimdi gördüğümüz şekliyle ma'murdur, harap değildir. Ama ardında taşıdığı temel gerçek fanilik, yokluk, harap olmaktır. Rah-man/26-27'de Allah şöyle der: "İkram ve celal sahibi Rabbinin vechi hariç, herşey fânidir." Nefsinin egemenliğine son vermiş kişiler, dışa halka açılan geçici yönlerine değil, Allah'a açılan kalıcı yönlerine özen gösterirler. Yaptıklarının kul rızası değil, Allah rızasına uygun olmasına dikkat ederler. Maddî, şeklî, sun'iliklere önem vermedikleri için dışları viraneyi andırır, ki hazineler bu viranelerin içinde bulunur. Dervişler, eskiden surî harabiliği dışa yansıttıkları için garip, alelade değersiz bir dış görüntü verirler, ancak diyalog kurduğunuzda, bu harabî görüntünün altında yatan ruh asaleti ve zenginliği farkedebilir-miş. İçlerinde ilâhî cevhere ulaşmış, dışı harap görünen dervişler için, "Viranelerde define bulunur" demişlerdir. Eskiden kalma hazineler, daima tarihî harabelerde, yıkıntılarda, toprak gibi dümdüz olmuş yerlerde aranır.

    Harabat ehline hor bakma sakın,
    Define bulunur viranelerde
    Seyrânî

    VİRD: Arapça, su payı, ordu, gece ibâdete ayrılan zaman dilimi, çok sayıda kuş, Kur'an da her bir cüz, her gün rutin olarak okunması görev haline getirilen dua veya zikirler gibi çeşitli anlamlan içeren bir kelime. Sufiyye büyükleri tarafından hazırlanan hususi dualar. Çoğu, Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflere dayanır. Müridler, bunları durumuna göre günlük, haftalık, aylık ve yıllık olarak tekrar ederlerdi. Her gün "100 kez Estağfirullah" demek günlük; Cum'a günü 100 defa "Sübhanallah ve bihamdihi, Sübhânallahi'l-azim ve bihamdihi estağfirullah" demek haftalık; her islâmî ayın ilk günü hilali gördüğünde bir kere "Allahümme ehillehü aleynâ bil-yümni ve'l-imâni ve's-selâmeti ve'l-islâmi Rabbî ve Rabbükallah" demek aylık; sadece 1 Muharrem'de "Bismillahirrahmannirrahim ve sallallâhü âlâ seyyidina Muhammed'in ve âlihi ve sahbihi ve selleme. Allahümme ente'l-ebediyyü'l kadimü'l-evvel ve âlâ fadlike'l-azim ve cûdike'l-amimi'l-muavvel. Ve hazihi âmün cedidün kad akbele nes'elüke'l-ısmete fihi mine'ş-şeytani ve evliyâihi ve cünüdihi, ve'l-avne âlâ hâzihi'n-nefsi'l-emmârati bi's-sûi, ve'l-iştigâle bimâ yukarribûnî ileyke zülfâ yâ ze'l-Celâli ve'l-ikrâm. Ve sallallâhü âlâ seyyidina Muhamme-dini'n-Nebiyyi'l-ümmiyyi ve âlâ âlihi ve ashâbihi't-tayyibine't-tahirine ve'l-hamdü lillahi Rabbi'l-âlemin" duasını okumak, yıllık evraddan sayılır. "Virdi olmayanın varidi olmaz" atasözü, virdle meşgul olmayanın kalbine İlâhî feyz gelmeyeceğini anlatır.

    VİSVÂS: içe doğan şeytanî düşünceler.

    VİTR: Tek, eşsiz, arefe günü anlamlarında Arapça bir kelime. Bu terim, tüm itibarları ortadan kalkmış olması bakımından Zât'ı ifâde eder. Zira Ehadiyyet'in hiçbir şeye nisbeti, hiçbir şeyin de O'na nisbeti (mensubiyeti, aidiyeti) yoktur. İsimlerin hakikatları ve aynlarm taayyün etmesi bakımından şef (çift), vitrin zıddıdır.

    VUDÛ: Arapça, abdest demektir. Sûfiyyeye göre dış temizlik, en kolay temizliktir. En zoru, batinî (iç) temizliktir. Vudû konusunda, sûfiyyenin edeblerinden önde geleni; gusül ederken, kalbi sürekli huzur halinde muhafazaya dikkat etmektir.

    VUKUF: Arapça, durmak, vâkıf olmak, yani bilmek demektir. Sâlikin belirli konularda dikkat sarfedip, onları anlamaya çalışması.

    VUKUF-I ADEDÎ: Arapça, sayıya dikkat etmek, demektir. Zikirde sayı önemlidir. Sayının az veya çok olması, ruhun manevî gelişimine ters etki etmesi bakımından sayıya tam anlamıyla uymak gerekir. Nakşî tabiridir.

    VUKÛF-I KALBÎ: Arapça, kalbe dikkat etmek demektir. Buna, "gönüle varıp, gönülü beklemek" şeklinde tanım getirilir. Kalbin Allah'tan gayri herşeyden sıyrılıp, Allah tefekküründe sürekliliği koru***** yoğunlaşması. Sadece Allah'ı düşünme. Nakşî tabiridir.

    VUKÛF-I SÂDIK: Arapça, doğru bilmek, doğru vukûfiyyet anlamındadır. Kâşânî bu terimi, Hakk'ın muradı ile beraber olma hali, şeklinde tanımlar.

    VUKÛF-I ZAMANÎ: Arapça, zamanı korumak demektir. Sâlikin, herân hâlinden haberdâr olmasına denir. Bu şekilde sâlik, içinde bulunduğu halin şükrü mü, özrü mü gerektirdiğini bilir ve ona göre davranır. Nakşî tabiridir.

    VUSLAT: Arapça, ulaşmak, varmak demektir. Bir şeyin bir şeye ulaşması, bir şeye irtibat kurmak, sonra onda yoğunlaşmak anlamında ele alınabilir. "Allah'ın birleştirmesini emrettiğini birleştirenler..." (Râd/21) ayetindeki vuslat, bir insanın bir insana ihsanda bulunarak, onunla irtibat sağlaması anlamındadır. Allah, bir kuluna Rabbanî fetihte bulununca, kulun arzu ettiği şeylere ulaşması halinde, ona vuslata erdi denir. Muhyiddin Arabî vuslatı; kaybolanı, bulunmayanı elde etmek, diye tanımlar. Vuslat, ontolojik manada değildir. Hz. Peygamber (s) bile, Miraç Gecesinde Allah'la ontolojik manada vuslata erememiş, Allah ile arasında "Kabe kav-seyn" mesafesi kalmıştır. Peki, Allah ile birleşseydi ne olurdu? Haşa Allah olurdu... Bu da mümkün değil muhaldir. Tasavvuftaki vuslatı, bu çizilen sınırlar içinde değerlendirmekte yarar görüyoruz.

    VUSÛLİYYE: Rafızî bir tarikat.

    VÜCÛD : Arapça, var olmak varlık ve bulmayı ifade eden bir kelime. Sâlik beşerî vasıtalardan fani olunca Hakk'ı bulur. Kasanı vücudu, 'Hakk'ın, zâtıyla zâtını bulmasıdır ki, bu yüzden Hazret-i Cem'e, Hazret-i vücûd denir" şeklinde tanımlanmıştır. Varlığı, bulmayı, ifade eden üç tasavvuf terimi, aralarındaki nüanslarla şu şekilde birbirlerinden ayrılırlar:
    a) Vecd : Aşkla cezbeye düşmek ki, kendiliğinden olur.
    b) Tevâcüd : Kendiliğinden olmaksızın, sâlik'in zorlamasıyla elde edilen bir hâldir.
    c) Vücûd : Vecd ve tevâcüdün ötesindedir. Hak'la Hak olmak. Vücûd makamındaki sâlikin vecd ve tevâcüde iltifatı yoktur, zira vücûd, vecd ve tevâcüdden üstündür. Kısaca, hakikat sultanı ortaya çıkınca, beşerî vasıfların yok olmasına vücûd denir. Vücûdla ilgili bir takım terimler daha vardır ki onlar da şunlardır: Vücûd-ı Küllî: Küllî varlık. Vahdet-i vücûd: Bkz. Vahdet-i vücûd. Varlığı vücûd-ı mutlak: Mutlak varlık. Vücûd-ı Baht: Sırf varlık. Vücûd-ı Mukayyed: Varlığı vücûd-ı Mutlaka bağlı varlık, ki bu varlıklara vücud-ı müfaz (feyze mazhar olmuş varlık), vücûd-ı zıllî (gölge varlık), zahir-i Hak (Hakk'ın ortaya çıkan yönü, dışı) vs. gibi isimler de verilir.
    Meratib-i Vücûd : Varlık mertebeleri, Ehl-i vücûd: Vûcûdçular, eşyanın dış yüzünü ve mahiyeti dediğimiz içi yüzünü keşfen bilenler.
    Mevcûd-ı Hakikî: Allah.
    Mevcud, mevcudat: Mahlûkât.

    VÜCUDİYYE: Allah'ın kainatın toplamından ibaret olduğunu savunan "heme ost" (herşey O'dur) diyen pante-istler. Pa-nenteistler ise, herşeyin O'nda olduğunu savunurlar. Ancak genelde panteizm üç şekilde mütalaa edilir.

    a) idealist panteizm : Bunu Hegel savunmuş olup, buna göre, sonunda reel fikirlere ulaştığı için, Allah, kendisinin içkin (immanent) olduğu fikirlerde, şuurunu bizzat kendisinden alan bir fikirdir.
    b) Tabiatçı panteizm : Spinoza ve Bruno'nun savunduğu panteizm. Allah'ı tabiatla aynîleştiren, aynı gören bir anlayıştır. Varlıklar, bir olandan derece derece inerek farklılaşırlar.
    c) Sudûrcu panteizm : Plotin'in panteizmi. Buna göre bir olan
    varlık vardır. Herşey merkezî bir kaynak olarak, O'ndan sudur (emanation) yoluyla mertebeler hiyerarşisi halinde meydana gelir, fakat hepsi ayrı değil, aynı varlığı oluştururlar.

    VÜD: Arapça, sevgi demektir. Muhabbet mertebelerin-dendir. Kalbin heyecanı, sevgiye bitişmesi, Allah'ü Teâlâ'nın bu mastardan türemiş, "Vedûd" diye güzel bir ismi vardır.

    VÜS': Arapça, genişlik demektir. Muhakkıkların vüs'u, istifanın vüs'u olarak da anılır. Bu vüs'a (genişliğe), hilâfet genişliği de denir ki, Allah'ın isim ve sıfatlarını gerçekleştirenlerde bulunur.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate Titan Full HD İptv


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Benzer Konular

  1. Tasavvufî terimler (g)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 4
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:14
  2. Tasavvufî terimler (h)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 17
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:12
  3. Tasavvufî terimler (ı-i)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 8
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:00
  4. Tasavvufî terimler (j)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 0
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 01:57
  5. Tasavvufî terimler (z)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 3
    Son Mesaj: 18.Mart.2014, 02:49

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Facebook platformu Giriş