DUYURU PANOSU
FORUMUMUZDA TİVİBU, D-SMART ,DİGİTURK-BEİN KANALLARI YERLİ - YABANCI PLATFORMLARLA İLGİLİ ,KART PAYLAŞIMI ,İPTV ,SERVER PAYLAŞIMDA BULUNMAK,HACK İLE KONULAR ve SPONSORLARIMIZ DIŞINDA HERHANGİ BİR ÜRÜN SATIŞI YAPMAK YASAKTIR 

İletişim


 WHATSAPP +905354035843


ERK@L


onlineuydudestek@gmail.com

×

NOTICE Bilgilendirme : Bu konu 3696 gün önce başlatıldı . Konu başlangınç tarihi güncel değilse Konu güncelliğini yitirmiş yada bu konu ile ilgili son cevap yazılmış olabilir. Eğer yazınız doğrudan bu konu ile ilgili değil ise yeni bir konu başlatmanızı tavsiye ederiz....

TASAVVUFÎ TERİMLER (U) ..:: 1 ::.. UBÛDE: Arapça, kulluk anlamındadır. Ubûde; Allah'ı sevmek, O'ndan utanmak, korkmak ve O'nu yüceltmek üzere kulluk yapmaya denir. Ubûde,

Bu konu 8428 kez görüntülendi 1 yorum aldı ...
Tasavvufî terimler (u) 8428 Reviews

    Konuyu Değerlendir: Tasavvufî terimler (u)

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 8428 kez incelendi.

 
  1. #1
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.395
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate Titan Full HD İptv 

    Standart Tasavvufî terimler (u)

    TASAVVUFÎ TERİMLER (U)
    ..:: 1 ::..
    UBÛDE: Arapça, kulluk anlamındadır. Ubûde; Allah'ı sevmek, O'ndan utanmak, korkmak ve O'nu yüceltmek üzere kulluk yapmaya denir. Ubûde, ubûdiyyetten daha üstündür. Aynı şekilde ubudiyet de ibâdetten üstündür. İbadetin, mahalli beden olup emri yerine getirmekle ortaya çıkar. Ubûdiyyetin mahalli ise, ruhtur, hükme rıza gösterme şeklinde olur. Ubude'nin mahalli de sırdır. Hz. Ebu Bekir, Allah'ı ta'zim ve yüceltmek için ibadet ederdi. Peygamberimiz (s), ashab-ı kirama, Hz. Ebû Bekir sizi faziletçe niçin geçti, bilir misiniz, deyince, ashab "niçin?" diye sordu. Hz. Peygamber (s) de şu cevabı verdi: "O, sizi namazı çok kılarak, orucu bol bol tuta- k rak geçmedi. Onun üstünlüğü, kalbinde duyduğu saygı iledir. Bu da , Allah'ı yüceltmek ve ta'zim etmekle olur. "Ömer, Allah'a korku ve heybet üzere ibadet ederdi. Bu yüzden o, heybet sahibi bir insandı. Kim Allah'tan korkarsa, herkes ondan korkar. Hz. Osman'ın ibâdetinde haya duygusu, Hz. Ali'ninkinde de sevgi duygusu , hâkimdi.

    UBÛDİYYET: Arapça, kulluk demektir. Seyyid Şerif Cürcânî bu terimi, ahidlere vefalı olmak, İslâm'ın çizdiği sınırları muhafaza etmek, mevcud olana razı olmak, elden çıkana da sabretmektir, şeklinde tanımlar. Yine bir tarife göre üç türlü ubûdiyyet söz konusudur: 1) Nefsin nevasına uymaktan sakınmak, 2) Nefsi, te-mennîlerle oyalanma'dan kurtarmak, 3) Rabbisinin emrine boyun eğmek. Ubudiyetin nihayetinin hürriyet olduğu kaydedilir. Ayrılık durumunda olan kişi, Allah'a kul olarak, vuslata eren ise hür olarak ibâdet eder. Vuslat durumunda olan kulun kalbi, Allah'tan gayri herşeyin tahakkümünden kurtulmuştur. O, bu haliyle mâsivanın değil Allah'ın kulu olmuştur sadece.

    Mazhar-ı feyz-i ubûdiyyet olandır insan
    Yoksa ma'nfde kişi seki ile insan değil.
    Gâlib Dede

    UBÛDİYYE Lİ'L-HÂSSA: Havassa (seçkin kişilere) mahsus kulluk anlamında Arapça bir ibare. Sülük yolunda, nefislerinde niyyetin doğruluğunu gören kişilerin kulluğu.

    UBÛDİYYE Lİ'L HÂSSATİ'L-HÂSSA: Havassü'l-Havas grubuna mensup olanların kulluğu anlamında Arapça bir ibare. Bunlar Ehadiyyetü'l-Cem ve fark makamında ibâdet ederler.
    Bu gruba mensup olanlar, ibadetlerinde nefislerini onunla kâim kılarak bulanlardır. Onlar Allah'a bu şekilde, fark ve ehadiyyetü'l-cem makamında kulluk yaparlar.

    UCB (veya UCÜB): Kendini beğenmeyi ifade eden Arapça bir kelime. Cürcânî bu terimi, kişinin hak kazanmadığı bir rütbeyi hak kazanmış gibi düşünmesidir, diye tanımlar. Yine, onun bir başka tanımlaması da şu şekildedir: Ucüb, nefsin gizli bir sebepten ötürü değişip, her zamanki hâlinden sıyrılıp uzaklaşmasıdır. Kendini beğenmek, bir nefis hastalığıdır. Kul, sahip olduğu bazı şeyleri göz önünde tutmak suretiyle, onların hakiki sahibi olan Allah'ı unutarak kendisine aitmiş gibi kabul ederek, büyüklenir, şımarır. Tasavvufta hedefe varmaya giden yolda, ucüb, çok önemli bir engeldir. Zira ucüb, bir hadis-i şerifte, yetmiş yıllık amelin boşa gitmesine sebep olan, (Suyûtî, el-Cami'u's-Sağîr, l, 84) kötü bir vasıf, şeklinde değerlendirilmiştir.

    UCEYLİYYE: Ebu'l-Abbâs Ahmed b. Musa b. Uceylî ez-Zuvalî el-Yemânî (ö. 690/1291 )'e dayandırılan bir tasavvuf okulu. Kadiriyye'nin kollarından biridir.

    UFK-I MÜBÎN: Arapça, apaçık ufuk demektir. Tasavvufta kalp makamının sonuna, ufk-ı mübîn denir. Bu kelime lügatta ufk veya ufuk olarak tesbit edilmiş olup, çoğulu âfâk gelir.

    UFTADE: Farsça, ism-i mef'ûl, düşmüş anlamına gelir. Halin ortaya çıkması durumunda, gereği gibi kulluk yapılamamasına uftâde denir. İlâhî celâlin tecellîsi.

    Kadrini üftâdenin anlar mı canan olmayan,
    Kıymetin bilmez kulun dünyada, sultan olmayan.
    Mehdî

    UFUK (veya UFK): Arapça, yerle göğün birleşik olarak görüldüğü yere denir. Cürcanî, ruh makamının nihayetine ufuk-ı a'lâ der. Bu, Vâhidiyyet hazreti ve ulûhiyyet hazretidir.

    UKAB: Arapça, kartal, tavşancıl kuşu, kuyu içinde çıkıntılı taş, sancak, su yolu (ark) gibi anlamları olan bir kelime. Hz. Peygamber (s)'in siyah renkli sancağının adı. Halifelik Osmanlılara geçince, bu bayrak da kutsal emânetler arasında Topkapı Sarayı'na getirilmiştir. Cürcanî, bu terimi, kalem ve ilk akıl olarak tanımlar.Bu, bir sebebe bağlı olmaksızın, ilk olarak bulunmaktadır. Zira bu ilk mevcuda, yani ilk olarak zuhur eden zatî feyze bir icab ettirici yoktur. Âlem-i kuds'de, birinci akıldan daha yüce ve daha ulvî bir varlık yoktur. Buna ukab, yani kartal adı verilmiştir, o bu şekliyle, kimsenin erişemeyeceği biçimde, kuşlar gibi yükseklerde uçmaktadır.

    ULEMANIN YANINDA SÖZÜNÜ, EVLİYANIN YANINDA ÖZÜNÜ (KALBİNİ) GÖZET : Yeterince malumat sahibi olmayan, bilenlerin yanında konuşunca, ortaya kendi cehlinden başkasını koyamaz, bu durum onu alçaltır. Allah'ın velî kullarının sakınılması gereken firâset nuru, oldukça güçlüdür. Onlar bu firâset nuru ile, karşısındakilerinin kalbinden geçen bazı duygular sezebilirler. Bu nedenle, onlarla konuşurken kalpten kötü düşünceler geçirmemeli, denilir.

    UKEYLİYYE: Ukeylü'l-Mânicî b. Şihâbüddin Ahmed el-Batayihî (ö.V. y.y) tarafından kurulan bir tasavvuf okulu. Harrâziyye'nin kollarındandır.

    ULÛHİYYET: Arapça, ilâhlık anlamına gelir. Fusus şerhinde, bütün isim ve sıfatları kendinde toplayan ismin mertebesine, ulûhiyyet mertebesi denir.

    ULULAR KÖPRÜ OLSA BASIP GEÇME :Yaş veya maneviyat bakımından yüce olanların gönül alçaklığı göstermeleri veya bir takım nedenlerden ötürü düşkün bir hale gelmeleri durumunda, onlara karşı büyüklenmemeyi tavsiye eden bir atasözüdür.

    ULULARIN SÖZÜ YERE DÜŞMEZ, DÜNYA DURDUKÇA :Mana ve ömür zenginliğine sahip kişilerin nasihatları dirilticidir, dünya devam ettikçe de diriltmeye devam edecektir. İşte bu nedenle uluların tecrübe ve akıl ürünleri, ihtiyaç duyanlara fayda sağlayacağı için kabul görürler, terkedilmezler. Uluların sözü de uludur. Veya ulu sözler, ululardan çıkar, aksine küçük adamlardan da küçük sözler çıkar. Yani sözün küçük ve güdüklüğü, sahibinin seviyesini belirler. Zira "kişi, dilinin altında gizlidir" denilmiştir.

    ULUNUN GÖNLÜ MUM GİBİ GEREK :Bu söz kalb-i selim sahibi, şefkat, merhamet madeni olgun kişileri hatırlatır. Kendisinden sürekli güller çıkan, ama üzerine çöp ve pislik atılan merhametli kişi mum gönüllüdür, yani aydınlatmaya, yararlandırmaya devam ederken, kendileri tükenmeyi sürdürür, hep verir, hiç almaz. Rahmetli maneviyat üstadı Manmud Sami Ramazanoğlu (k), kalb-i selim Kur'anî tâbirini şöyle tanımlardı: "Kimseyi incitmemek, kimse-den incinmemek!..."

    UMDETÛ'L-MÂNEVÎ: Arapça, manevî direk demektir. Semavatı yücelerde tutan güç. "Görmekte olduğunuz semaları direksiz olarak yüksekte tutar..." (Râd/2)

    UMUM-HUSÛS: Arapça, genel-özel anlamında iki kelime. Tasavvuf erbabı umum ve husus konusuna özen gösteregelmişlerdir. Çoğunluğa, toplu özellikler arzetmeleri nedeniyle ehl-i umum derken, herkesten farklı birtakım inceliklere özen gösterenlere de, ehl-i husus demişlerdir, ilki avamdır, zorlanınca kalbinde imanı muhafaza ederek küfr sözünü söyler, hastalık sebebiyle oruç kazaya kalırsa, fidye verir, borç verirse bağışlamaz mutlaka alır, katilde affetmez diyet ister iken; havas adı da verilen ehl-i husus, bahsi geçen konularda Kur'an'da belirtilen azimet yollarını seçerler. Bu açıdan bakılınca, âlim hüviyeti taşıyanların önemli bir çoğunluğu, tasavvuf erbabına göre, avam'dan sayılmıştır. Âlim bilen ve bildiğini yaşayana denir, sırf bilene âlim denmez. ""Kemeselî'l-hımari.." (Cum'a/5) ayetinde açıklandığı üzere, kitap taşıyan merkebe kitapların faydası olmadığı gibi, bildiğini yaşamayan da bilgiden yararlanamıyor demektir. Bazı vecizelerde bu yönde olmak üzere şöyle denmiştir: "Amelsiz âlim, meş'ale taşıyan köre benzer" (Sa'dî), "İlim insanı cehaletten kurtarır, ahmaklıktan değil..."

    UNSUR: Arapça, ırk, kök, cins, asi demektir. Tabiata ait çeşitli cisimlerin kendisinden bileşerek oluştuğu asi. Top-rak hava, su, ateş şeklinde insan karakterinde etkili olduğu söylenen dört unsur vardır.

    UNSÛR-I ÂZAM: Arapça, en büyük unsur demektir. Hazret-i ehadiyetten inen mertebeler hakkında kullanılır.

    ÜRYAN: Arapça, çıplak demektir. Tasavvuf düşüncesindeki, "çıplak geldik hiç bir şeye sahip olmadan, çıplak gideriz" yorumunu anlatan bir terim.

    USÛL: Arapça kök, temel, esas anlamına gelen asi kelimesinin çoğulu. Yöntem anlamında da kullanılır. Tasavvufî terbiye ede "usulsüz vusul olmaz" sözü meşhurdur. Usûl yani metot, bir ta savvuf okulundan diğerine değişim gösterir. Az yeme, az konuşma, az uyuma, inziva, çoğunda esastır. En çok kullanılan usûl-ı aşere (on esas) ise şunlardır: 1- Tevbe, 2- Zühd, 3- Tevekkül, 4- Kanaat, 5- Uzlet, 6- Zikir, 7- Teveccüh, 8- Tefekkür, 9- Murakabe, 10- Rıza.

    UŞŞAKIYYE: Halvetiyye kollarından olup, Hasan Hüsameddin el-Buharî (880/1475-1001/1592) tarafından kurulmuştur.

    UYANDIRMAK: Kandil, mum gibi ısıtma araçlarını yakmak anlamında bir tabir. Söndürmek için dinlendirme ifadesi kullanılırdı. "Mumu uyandır." mumu yak, "kandili dinlendir" kandili söndür ma-nasındadır.

    Serverâ lütfün uyandırsın muradın şem'ini,
    Bunca demdir ki uyarmaz, baht-ı nabina uyur.
    Müverrih Âli

    UZLET: Arapça, halktan uzaklaşıp, onlardan ayrı yaşamak anlamında bir kelime. Müride başlangıç hâlinde uzlet gerekir. Bu, halkın onun şerrinden veya o, halkın şerrinden kurtulsun diye değildir. Bu, kötü ahlaktan uzlet (ayrılmak) tır. Vatanı değil, sıfatları değiştirmek esastır. Cüneyd "dinini selâmete, bedenini ve kalbini rahata erdirmek isteyen, insanlardan ayrılsın. Zira, bu zaman vahşet zamanıdır, akıllı olan vahdeti uzlette arıyandır" der. Kur'an'da uzleti anlatan bazı ayetler şunlardır: "Sizi ve Allah'tan gayrı çağırdıklarınızı terkediyorum" (Meryem/46), "Onları ve tapmakta olduklarını terkediniz" (Kehf/16). Uzletin karşıtı ihtilal, halka karışmayı ifade eder. Ancak tasavvuf ehlinin büyük çoğunluğu "insanların içine karışıp onların ezalarına sabreden kişi, insanlara karışmayıp, ezalarına sabretmeyen kişiden daha hayırlıdır" (Tirmizi, İbn Mâce), hadis-i şerifini temel alarak, insanların arasına karışmışlardır.Uzlet uygulaması, hayat akışı içerisinde küçük zaman dilimlerinde iç, murakabe, iç muhasebe için yapılır. Ömür boyu uzlet yapan sûfiler parmakla gösterilecek kadar azdır. O da sûfinin içinde bulunduğu kendine özgü hâlden kaynaklanan bir husustur. Genel değildir.

    UZUBET: Arapça, bekarlık anlamına gelir. Tasavvuf tarihinin erken dönemlerinde, bazı sufilerin kendilerine mahsus özel halleri sebebiyle evlenmedikleri kaydedilir. Bektaşîlerde bekarlara, hiç evlenmeyenlere "mücerred" denir.
    Amir b. Abdullah, Bişr-i Hafi, ilk devirde bekar yaşamayı tercih etmiş sufilerdendir.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate Titan Full HD İptv


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  2. #2
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.395
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate Titan Full HD İptv 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (U)
    ..:: 2 ::..
    ÜÇ AYLAR : Hicrî takvimdeki Receb, Şa'ban ve Ramazan ayları için kullanılan bir tâbir. Bu aylarda oruç tutmak âdeti yaygındır. Bu üç ayın içinde, bazı mübarek geceler vardır. Üç aylar gelince medreseler tatile girer, mollalar, yıllık maddî ihtiyaçlarını temin etmek üzere, memleketin dört bir yanına dağılırlar, gittikleri yerlerde va'z ederler, namaz kıldırırlar ve Kur'ân-ı Kerim okurlardı. Halk sadaka ve zekatlarını bu mollalara vererek, senelik giderleri hususunda onlara yardımcı olurlardı. Mollaların yaptığı bu işe, "cerre çıkmak" adı verilirdi.

    Şabanım o meh-rû'ye ki ismi Ramazan'dır;
    Eşk-i terim anınçün üç aylarda revândır.
    La edrî

    ÜÇLER : Evliya hiyerarşisi içinde yer alan bir grub da, "üçler"dir. Bunlar ricâl-i gaybden üç büyük velîlerdir. Bunlar, celâl değil, cemâl ile muamele ederler. Bunlar, Allah'a, darda kalan kulları için yardım etmesi duasında bulunurlar. Ancak bu dua hali, ihsan mertebesinde ve süreklidir, kesintisizdir. Allah bunların dualarını kabul ile ihtiyaç durumunda olan, gariblerin, yoksulların, yolda, darda kalmışların sıkıntılarını giderir. Bu olaylarda sıkıntıları gideren
    Allah'tır, üçler değildir. Üçler sadece, göz yaşıyla samimiyetle sıkıntıların giderilmesi için sürekli dua halinde bulunan, Allah'a manen yakınlık durumundaki kişilerdir. Üçler bir kutub ve imaman (iki imam) dan oluşur. Kutbun sağındaki imamın Allah indinde ismi Abdürrab, solundaki ise Abdülmelik'tir. Kutub'un adı ise Abdullah olup, kutbu'l-aktab veya gavs-i a'zam'dır. Kutub vefat edince, yerine soldaki Abdülmelik geçer.

    ÜÇLELEYİM BEŞLEYELİM, OL YARİ BEKLEYELİM; OL YAR BEZM'E GELMEZSE, İNTİZAR EYLE-YELİM : Bir işi üç defa yapmaya denir. Bektaşîler, muhabbet dedikleri içki toplantısında, önce, mezesiz olmak üzere üç kadeh dem yani rakı içerler. İçki dağıtıcısı (saki) kadehi önce baba'ya sunar. Baba bunu bir dikişte içer, kadehi dağıtıcıya verir. Dağıtıcı, kadehleri doldurup kıdem sırasıyla canlara dağıtmaya devam eder. En sonunda kendisi içer. Bu olay aynı minval üzere üç kere tekrarlanır. En sonunda dağıtıcı kadehi doldurup baba'nın önüne, sofraya koyar. Buna üçlemek denir. Üçlemek, ağız ve burna üç kere su vermek sünnet olduğu için, bir şeyi böyle tek sayıyla yapmak güzel görülmüştür. Ancak şu kadarını belirtmek gerekir ki, tasavvuf, şeriat (İslam) dışı herşeye şiddetle karşıdır. Bektaşîlerdeki rakı âdeti, bu tarikatın islâm dışı bazı sapmalara maruz kaldığını gösterir. Bunlara bî-şer' tarikatlar denir, islâm'a sımsıkı bağlı, Hz. Muhammed (s)'in yolundan giden tarikatları, bunlardan kesin olarak ayırmak gerekir. Tarih-i Cevdet'de teferruatlı olarak anlatıldığı gibi, Sultan II. Mahmud, 1824'lü yıllarda, İslâm'dan ayrılan Bektaşîliğin faaliyetlerine resmen son vermiştir.

    ÜFÜRÜKÇÜ : Nefes etmek, nüsha (muska) yazmak, fala bakmak, cin ve peri çarpmalarına, yılan sokmalarına, her türlü hastalıklara karşı ilaç vermek suretiyle, saf insanları dolandırmayı meslek edinen kişilere üfürükçü denir. Üfürükçülerin tesbit edebildiğimiz diğer marifetleri şunlardır: Kurd ağzı bağlamak, kaybolan kuzuyu bulmak, çalınan veya kaybolan eşyaları geri getirmek, gelecekten haber vermek, su ve yiyeceğe okunup üflenmiş bazı nesneler katarak, karı koca arasını açmak veya bulmak, aşıkların ayağına sevgililerini, getirmek, kara büyü ile adam öldürmek. Görüldüğü gibi islâm'ın ruhuna tamamen aykırı olan, bu tür uygulamalar, eğitimsizlik nedeniyle, bir çok insanı kendine kurban seçmekte ve bu işi yapanlar, kısa zamanda servet sahibi olmaktadırlar. Ancak, bu tür olaylara inanan en-tellektüel kesimden kişilere de rastlanmaktadır; bizce bu, her insanda az veya çok mevcut bulunan majik yönden kaynaklanmaktadır. Bundan onbeş sene önce, ABD'de yapılan bir anket sonucunda, Amerikan halkının, 250. 000 civarının bu tür batıl inançlara sahip olduğu görülmüştü. Uzay çağını yaşayan ileri bir ülkedeki 250. 000 bâtıl inanç sahibi, insanın ruh dünyasını oluşturan dinamiklerin henüz yeterince keşfedilemediğini gösterir.

    ÜLFET: Arapça, kaynaşma, yakınlık, ısınma gibi anlamları olan bir kelime. Cürcanî, bu tabiri, iyi geçinmeyi sağlamaya yardım konusunda fikirlerin birleşmesi, şeklinde tanımlar. İyi geçinmek; anlaşmazlığa düşmeden, herkesle güzel geçinmek.

    ÜLÜ'L-ELBÂB: Arapça, akıl sahipleri manasında bir tamlama. Cürcanî bu deyimi şöyle tarif eder: Sözün dışından içindeki gizliyi arayanlar, kabukların altındaki özü elde edenler. Bunlar, dinlediklerini ve okuduklarını iyi anlar, manaları özümser, işin özüne inerler, tahkîk erbabıdırlar.

    ÜLVANİYYE: Şâfiü'd-din Ahmed b. Ulvâni'l-Yemânî tarafından kurulan bir tasavvuf okulu.

    ÜLVANİYYE: VIII. yüzyılda yaşamış Cidde'li bir sûfî tarafından kurulmuş, tasavvuf okulu.

    ÜMENÂ: Arapça, emîn kelimesinin çoğulu olup, güvenilen, bir şeyi koruyan, itimad edilir kişi, hiyanet sahibi olmayan gibi çeşitli manaları ihtiva eder. Kaşanî bu tâbiri, iç halini dışına yansıtmayan melâmîlerdir, şeklinde tanımlar. Bu gruba mensup olanlar, kendilerine teslim edilen sırrı, layık olmayan kişilerden korudukları için kendilerine güvenilenler, koruyanlar denmiştir.

    ÜMMET: Arapça, topluluk, cemâat gibi manaları olan bir kelime. Kendilerine nebi gönderip de inanmayanlara ümmet-i davet, iman edenlere de ümmet-i icabet denir. Hayvanlarda da, insanlar gibi topluluk halinde (ümemün emsalüküm), (En'âm/38) yaşama kabiliyeti vardır.

    Ü M MÎ- İ SÂDIK: Arapça, özü, sözü doğru ümmî kişi anlamına gelir. Hz. Muhammed (s), Ümmî-i Sâdık'tır.

    ÜMMÜ'L-HEYÛLÎ: Arapça, maddenin kaynağı, anası demektir. Bu, Levh-i Mahfûz'dur. Onun Levh-i mahfuzda olmaktan başka, bir şekle, biçime, surete ihtiyacı yoktur. Eğer bir şekle ihtiyaç duyarsa, o zaman belli bir mühlet içinde veya hemen nasıl gerekiyorsa o şekilde şu görünen âlemde vücud bulur, varlık kazanır. Zira Kalem levh-i mahfuzda, ham madde (heyula)'nin gerektiği şekilde icad etmek suretiyle faaliyet gösterir.

    ÜMMÜ'L-KİTAP: Arapça, kitabın annesi anlamında bir isim tamlaması, ilk akıl, zatın künhünün mâhiyeti, haki-katlarm mâhiyetleri. Bu tabir Al-i İmran suresinin başında geçen, (Âl-i imrân/7) Arşın üstündeki kaza ve kader levhası yani Levh-i mahfûz'dur.

    Yok kay d- ı mâsiva dil-i kudsi cenâbda
    Olmaz hata sahife-i ümmü'l kitabda.
    Hersekli Arif Hikmet

    ÜMMÜL-MÜ'MİNÎN: Arapça, mü'minlerin annesi anlamında bir isim tamlaması. Peygamber Efendimizi, (s) muhterem hanımları, müminlerin anneleridir. Allah, Kur'an'da böyle bildirmiştir. (Ahzâb/6)

    ÜMMİ SİNANİYYE: Bkz. Sinaniyye. ÜMM-İ SADIK: Hz. Muhammed (s).

    ÜNS: Arapça, cana yakın olmak, ülfet etmek vs. gibi anlamları ihtiva eden bir kelime. Kalbi, mahbubun, yani Allah'ın sevgisiyle dolduran mutluluk ve sevinç. Salik, Allah'a dayanıp O'ndan yardım dileyip, O'nda sükûn bularak bu hale ulaşır. Üns haşmete yükseltir, Allah ile beraber olmanın heybeti devam eder. Üns, bununla, tumaniniyyet ve Allah'la rıza haline gelir. 3 çeşit üns vardır: 1- Zikirle üns bulup, gafletle vahdete düşenler. Bunlar taatla Cinsiyet ederler. 2- Allah ile ünse ulaşan, gayriyle vahşete düşenler. 3- Heybet ve kurbün varlığı sebebiyle ünsü görmeyenler. Üns, kalpte İlâhî hazretin cemalini müşahede etmenin etkisiyle oluşur, diye tanımlama yapanlar da vardır. Buna cemâlü'l-celal yani celalin cemâli de denir.

    ÜRABİYYE: Kadiriliğin kollarından biri olup, XVI. yüzyılda kurulmuştur.

    ÜREYFİYYE: el-Üreyfe's-Senhâci'l-Endelüsî diye tanınan Ebûl-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Ataullah'a dayandırılan bir tasavvuf okulu.

    ÜSTAD: Arapça, öğretmen demektir. Mürşid-i Kamil. Konuyla ilgili fûtüvvet ehlinden kalma bazı atasözleri şunlardır: iyi iş yapana "üstadına rahmet" derler. Üstaddan ders almayan kişilerin adam olamayacağı hususu "üstad görmeyen şakird, her tarafa yorgalar" şeklinde anlatılır. Üstad önünde hüner göstermenin ayıp olduğu, "üstad önünde perende atılmaz" sözüyle dile getirilir.

    ÜŞEYKİYYE: Ebu Yezid Işkî (Ö. XV. YY.)'ye dayandırılan bir tasavvuf okulu. Şuttâriyye'nin Hind koludur.

    ÜVEYSÎLİK : Bir şeyhe bağlanıp resmî sülük görmeyen, ancak Hz. Peygamber (s) veya bir velinin ruhunun etkilemesiyle terbiye ve irşad olanlar. Veysel Karanî'nin adıyla anılmasının nedeni, Veysel Karanî'nin Hz. Peygamber (s)'i görmemiş olmasına rağmen, gıyaben O'nun terbiyesinden geçmesidir. Ancak hayattaki şeyhler, terbiye için daha çok tavsiye edilir: "Diri tilki, ölü arslandan yeğdir!"

    ÜVEYSİYYE: Hz. Veysel Karanî'ye dayandırılan bir tasavvuf okulu.

    ÜZÜM ÇÖPSÜZ OLMAZ : Kulun kusursuz olmadığı bu deyişle dile getirilir.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate Titan Full HD İptv


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Benzer Konular

  1. Tasavvufî terimler (g)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 4
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:14
  2. Tasavvufî terimler (h)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 17
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:12
  3. Tasavvufî terimler (ı-i)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 8
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:00
  4. Tasavvufî terimler (j)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 0
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 01:57
  5. Tasavvufî terimler (z)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 3
    Son Mesaj: 18.Mart.2014, 02:49

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Facebook platformu Giriş