DUYURU PANOSU
FORUMUMUZDA TİVİBU, D-SMART ,DİGİTURK-BEİN KANALLARI YERLİ - YABANCI PLATFORMLARLA İLGİLİ ,KART PAYLAŞIMI ,İPTV ,SERVER PAYLAŞIMDA BULUNMAK,HACK İLE KONULAR ve SPONSORLARIMIZ DIŞINDA HERHANGİ BİR ÜRÜN SATIŞI YAPMAK YASAKTIR 

İletişim


 WHATSAPP +905354035843


ERK@L


onlineuydudestek@gmail.com

×

NOTICE Bilgilendirme : Bu konu 4203 gün önce başlatıldı . Konu başlangınç tarihi güncel değilse Konu güncelliğini yitirmiş yada bu konu ile ilgili son cevap yazılmış olabilir. Eğer yazınız doğrudan bu konu ile ilgili değil ise yeni bir konu başlatmanızı tavsiye ederiz....

TASAVVUFÎ TERİMLER (T) ..:: 1 ::.. TA'ÂM: Arapça, yemek demektir. Tasavvuf! edepler arasında az yemek önem taşır. Cüneyd-i Bağdadî, Allah'ın rahmetinin, sûfîlerin üzerine üç

Bu konu 22518 kez görüntülendi 10 yorum aldı ...
Tasavvufî terimler (t) 22518 Reviews

    Konuyu Değerlendir: Tasavvufî terimler (t)

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 22518 kez incelendi.

 
Sayfa 2/2 İlk ... 2

Karışık Görüntüle

  1. #1
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (T)
    ..:: 9 ::..
    TENNURE SÖNDÜRMEK : Mevlevî tâbiridir. Tennurenin eteklerinin fazla açılmaması için, düşük sür'atle dönmeye tennure döndürmek denir. Bu, kalabalık semazen grubunda, tennurelerin birbirine çarpmalarını önlemek üzere başvurulan bir uygulama idi.

    TENZİH: Birini kötü bir şeyden, uzaklaştırmak, beri kılmak anlamında Arapça bir kelime. Rabbı, beşerî vasıflardan uzaklaştırma. Buna, kadim olan (Allah) m zatı, sıfatları ve isimleriyle birlenmesi denmiştir. Bu, (kendine bir yönden benzeşim gösteren) sonradan yaratılma yönüyle olmamak üzere, kendi nefsinden yine kendi nefsi sebebiyle, kendine müstehak asalet ve yüceltme yoluyla olur.
    Allah, bu yönüyle tekleşmiştir. Gerçek tenzihi, Hakk'ın kendisi yapar. Onun cinsinden olanların tenzih yapması beklenir. Ancak Hakk'ın kendisi gibi bir varlık yoktur, bu sebeple, mutlak manada Hakk'ı Hak'tan başkasının tenzîh etmesi mümkün değildir.

    TERAKKİ: Yüksek yere çıkmak, bir şeyde yükselmeyi ifade eden Arapça bir kelime. Bir halden bir başka hâle, bir makamdan diğerine, bir marifetten diğerine geçme.

    TERCEMAN: Arapça, çevirmen demektir. Bir iş yapılırken okunan övgü ve duaya denir. Bu, ya şiir şeklinde, yada mensur olur. Terceman, Mevlevî, Bektaşî tabiridir. Günlük işlerde okunur. Mevlevîlerde terceman daha azdır. Gülbang ile tercemân arasındaki fark, gülbangın şeyh tarafından topluluk huzurunda sadece dua şeklinde olmasına karşılık; tercemanın, topluluk şartı bulunmadan, övme ve dua tarzında herkesçe uygulanabilmesi söz konusudur.
    Fatiha istendiğinde, Mevlevîlerde okunan tercemana bir örnek: "Feth-i fütûh-ı kâinat, feyz-i füyûz-ı mümkinât, masdar ü mev-rid-i sıfat Ahmed ü âlrâ salevât."
    Bektaşî tercemanına örnek olarak şunu verebiliriz. "Allah, Allah yüzüm yerde, özüm darda, erenler huzurunda, Hak, Mu-hammed, Ali divanında canım kurban, tenim terceman, bu hakirden incinmiş, gücenmiş can kardeşler var ise dile gelsün, yol ile yoldayız. Allah eyvallah, erenler kimsenin hakkı kalmasın. Hakkı olan gelsin hakkını alsın. Zira bu meydan Muhammed (s), Ali (r) divanıdır. Erenler hû dost."
    Yine mürşidin huzuruna veya bir türbeye girildiğinde okunacak terceman şu şekildedir:

    "Cemalindir senin nûr-i ilâhî
    Ayağın bastığı ey mazhar-ı Hak.
    Bu kemter başımın tâc ü külahı
    Selam olsun sana dünya vü ukbâ
    Ki sensin din ü dünya padişahı."

    Tasavvuf okullarında dua, niyaz, terceman, gülbang vs. gibi Allah-kul arası münasebete doğrudan yer veren uygulamalar, itici gücünü Kur'an'dan almaktadır: "Duanız olmasa, Allah size ne diye değer versin ki..." (Furkan/77). Bu âyet-i kerimeyi, şu şekilde espirili çeviriyle vermek istiyoruz. "Duanız kadar adamsınız...."

    TEREVVUH: Arapça bir kelime olup, bitkinin gelişip büyümesi manasına gelir. Kalp ehlinin gönlünde esen rüzgar, inayete güzel riayet sebebiyle oluşan yükün getirdiği yorgunluktan kurtulup rahatlamak. Yahya b. Muaz şöyle der: "Hikmet, Allah'ın ordularından bir ordudur. Allah onu, dünya sıkıntısından daralan ariflere, kalbleri rahatlasın diye yollar".

    TERK: Arapça, terketmek anlamında bir kelime. Fakr ve fena ehli dervişlerin başlarına giydikleri taç ve külahler üzerinde, dikey iniş şeklinde alâmetler olurdu. İşte bu dilim dilim görüntü veren alâmetlere terk veya terek adı verilir. Bu dilimlerin sayısı, tarikatlara göre değişirdi. Bektaşîlerde dilim sayısı 12'dir.

    Her tâc olamaz, fakr u fena şahına sertâc,
    Terk ehlinin, ey hâce biraz başı kabadır.
    Baki

    Dört türlü terk vardır:
    1. Terk-i Dünya, 2. Terk-i Ukbâ, 3. Terk-i Hesti (varlık), 4. Terk-i terk.

    TERK-İ MESLEK, TERK-İ NİSBET GİBİDİR : Tasavvuf erbabı, yapageldiği mesleği veya vazifeyi kendi başına bırakamaz. Ondan beklenen, mesleğinde uzmanlaşmasıdır. Bir üst görev verildiğinde de reddedemez.
    Bir dervişin mesleğini terketmesi, bağlı olduğu şeyhi terketmeye eşit sayılmıştır. Yani mesleği izinsiz terk, bu denli büyük bir suçtur. Atasözüyle anlatılmak istenen budur.

    TERSA: Farsça, Hıristiyan papaz demektir. Kötü huyları iyileri ile değiştiren ince mânâlar ve hakikatler.

    TERSA BEÇÇ: Farsça, Hıristiyan çocuğu. Mürşid-i Kâmilin çocuğu veya ha****si. İlâhî cezbe ile gönüllere gelen manevî ilaç.

    TESÂKÜR: Sarhoş numarası yapan anlamında Arapça bir kelime. Vecd sahibi ve manevî sarhoşluk durumundaki sadıklara, zorla benzemek üzere çabalayan, zorla sekre ulaşmaya çalışan kişilerdeki hâle, tesâkür denir.

    TESBÎH: Arapça "Sübhanallah" demeyi ifade eder. Hakk'ın, imkan noksanlığı, hudûs (sonradan yaratılanlar)un izleri, sıfat ve zât ayıplarından tenzih edilmesi.

    TESBİHDEN GEÇMEK : Eskiden türbelerde, türbedarlar hastalanan küçük çocukları okur, daha sonra iri taneli teşbihi yere atıp, çocuğu üç defa basmadan üzerinden atlatırdı. Nazardan ve hastalıktan kurtulmaya yönelik olduğuna inanılan bu işleme, teşbihten geçmek denirdi.
    Ayrıca uygunsuz iş yapanlara halk arasında "pabucu büyüğe git de,seni tesbihden geçirsin" veya "sen bu günlerde teşbihten geçmemişsin galiba..." denirdi.

    TESÜM: Arapça, teslim olmak, boyun eğmek anlamındadır. Cürcani'nin tanımıyla teslim; Allah'ın emrine boyun eğmek, hoşuna gitmeyen hususlarda itirazı terketmek veya kazayı rıza ile karşılamaktır. Dışta ve içte herhangi bir değişme olmaksızın inen belaya sabretmeye, teslîm denmiştir.
    Eskiden dükkanlarda, evlerde "Ah teslimiyet" levhaları bulunurdu. Terim ile ilgili bir açıklama da, şu şekildedir: Gayb âleminden zuhura gelen işlere rıza göstermek. Zira her kaza ve belânın meydana gelmesi, Allah'ın dilemesi iledir. Sâlik'in, sülûk'unda, akla aykırı gelen, kalbe sıkıntı veren her ne görürse görsün, karşı gelmemesine teslîm denir. Öyle ki, helak gibi görünen ve korku uyandıran şeylere, çekişmelere rastlasa rıza göstermesi gerekir.

    Ahdinde halâik unudup semt-i hilafı
    Ayrılmayalar, cadde-i teslim ü rızadan
    Nailî

    TESLİM HALKASI: Mücerred yani bekar Bektaşî canlarının kulaklarına taktıkları "mengüş" denilen küpe. Bu küpeyi ilk uygulayan, Balım Sultan'dır. Rivayete göre müritlerinden birisi bilmeyerek öldürülünce, Balım Sultan bu tür yanlışlıklara bir daha meydan vermemek için, alâmet olarak kulağa küpe takılmasını âdet hâline getirmiştir. Hayat boyu bekar kalmaya yani mücerredliğe niyetlenen dervişler, Balım Sultan'ın türbesine getirilir, türbenin eşiğinde kulağı delinip küpe takılır. Ve artık bu can, "pirin kulağı küpeli kölesi" olurdu. Bu dervişler ölene kadar evlenmez, tekkelerde târik-i dünya gibi kalırlardı.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  2. #2
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (T)
    ..:: 10 ::..
    TESLİM TAŞI: Bektaşî tâbiridir. Bektaşî babalarının göğüslerinde taşıdıkları, el ayası büyüklüğünde, oniki köşeli taşa teslim taşı denirdi. Teslim Taşı, Kırşehir'de çıkan "Hacıbektaş Taşfndan yapılırdı.
    Hacı Bektaş Veli'nin zehirlendiğini farkedince kustuğu ve taşın bu kusuntudan meydana geldiğine, bu taşı taşımanın da Pîr'e bağlılığı ifâde ettiğine inanılır.
    Baba, Teslim Taşı'nı, canlara tekbirlerle takardı.

    TEŞBİH: Arapça, bir şeyi, diğer bir şeye benzetmeyi ifade eder. ilâhî teşbîh, cemal suretinden ibarettir. Zira İlâhî cemalin çeşitli mânâları vardır. Bunlar da, O'nun isimleri ve sıfatlarıdır. Bu sıfat ve isimlerin de, hissedilen, akledilen türden manalara ait tecelliler şeklinde suretleri vardır. "Rabbimi, tüyü bitmemiş delikanlı şeklinde gördüm" sözü, mahsûs surete; "Ben kulumun zannı üzereyim" sözü, makûl surete örnektir. Hakk'ın, zât ve sıfatla ilgili olmak üzere, iki türlü teşbihi vardır.

    TEŞEBBÜH: Arapça, benzeme, taklit etme anlamında bir kelime. Sûfilere benzemeye çalışanlar. Bunlar iki gruptur:
    1 . Müteşebbih Muhib : Sûtîliğe samimiyetle benzemeye çalışanlar. 2. Müteşebbih Bâtıl : Dünyevî çıkar sağlamak üzere, sûfilere benzemeye çalışanlar.

    TEŞNE: Farsça, susamış demektir. Hakk'ın cemalinin özlemiyle yanıp tutuşanlara, teşne denir.

    TEVÂCÜD: Arapça, zorla vecd elde etmeye çalışmaya, tevâcüd denir. Asıl vecd, kendiliğinden gelendir. Bu gizlenmeye çalışılır. Ancak, kesbî olarak vecd elde etmenin (tevâcüd) caiz olduğunu görenler gibi, görmeyenler de vardır. Mütekellifler, müteşebbihler ve ehl-i diabe olmak üzere 3 çeşit tevâcüd vardır.

    TEVAZU: Tevazu Arapça'da alçak gönüllülüğü ifade eder. Nefsi tanıyıp ciddi olarak alçaltıma, Tevhid hürmetine nefsi yüceltme, Cüneyd, tevâzû'u kanadı indirmek, kenarı kırmak olarak tanımlar. "Gaybleri bilen (Allah)'ın hürmetine, kalplerin tezellülüdür,", "Hak hürmetine Hak'dan dolayı Hakk'ı kabul etmektir", "azlıkla öğünmek, alçak gönüllülüğe yönelmek, herkesin ağırlığını yüklenmek" şeklindeki tevazu tarifleri de, dikkat çeker.

    TEVBE: Arapça, dönme, pişmanlık anlamlarını ifade eden bir kelime. Günahtan pişmanlık du***** vazgeçmek. Nasuh tevbesi, halis tevbeye, gedik bırakmayacak tarzda, eskiyen yerlerin onarılmasına benzer şekilde tevbe etmeye, denir. Sütün çıktığı memeye dönmesinin mümkün olmadığı gibi, tevbe edilen günaha, bir daha dönmemeye de, nasuh tevbesi denmiştir. Tasavvufî olgunluk yolunda, yetmiş makamdan bahsedilir. İlki tevbe, sonuncusu kulluk (abd) tur. Sırf Allah rızası için yapılan tevbeye, evbe denir. Tevbeleri çok kabul etmesi münasebetiyle, Allah'ın "Tevvâb" diye bir ismi vardır. Cüneyd, "günahı unutmaya", Sevrî de "Allah'tan gayri her şeyden yüz çevirmeye" tevbe demiştir. el-Megazilî, tevbeyi ikiye ayırır: 1. İnâbe Tevbesi : Allah'ın üzerindeki kudretinden korkarak yapılan tevbe. 2. Tevbe-i isticâbe : Sana yakın olmasından dolayı, utanarak yapılan tevbeye denir. Zünnun "Avamın tevbesi günahtan, havassınki gafletten, enbiyanınki de başkalarının nail olduğuna ulaşmaktan aciz bulunduklarını görmek şeklindedir" der.

    Gönlümde günah işlemeğe istek var,
    Dildeyse gezer tevbe-i istiğfar,
    Halimle sakalımdan utandım billah!
    Affeyle benim şu tevbemi ya Gaffar.
    Tahir Olgun

    TEVECCÜH: Arapça, yönelmek demektir. Şeyhin, bütün manevî gücünü müridin kalbi üzerine yöneltmesi ve bu suretle ona aktarması. Bu, müridin ruhunda filizlenmelere sebep olacak bir manevî aşılama olayıdır. Yani müridin ruhî kabiliyet kapasitesinin artırılmasıdır. Mürid bu şekilde mürşidinin manevî özelliklerini yüklenmiş olur. Bu uygulamaya, teveccüh-i kalbî denir.

    TEVEKKÜL: Arapça, vekil edinme, güvenme anlamında bir kelime. Gerekli tüm çabayı sarfederek, her türlü, tedbiri aldıktan sonra, işi tam bir inançla Allah'a havale etme, yani, deveyi bağladıktan sonra Allah'a emanet etmeye, tevekkül denir. Tevekkül bir kalp amelidir. Seri es-Sakatî tevekkülü "güç ve kuvvetten sıyrılmak", İbn Mesrûk "hükümlerdeki kaza cereyanına tam anlamıyla teslim olmak" diye tarif ederken, onu ihsan makamında bulunma şartına bağlayıp, muhsinlerin tevekkülünü, işi Allah'a döndürmekten ibaret görenler de vardır. Tevekkül'de esas olan, kalbin ıstırapsız olmasıdır. Istırap halindeki kalpte tevekkül olmaz. Tevekkül maka-mındakilerin bir kısmı, Allah'ın huzurunda, ölü yıkayıcısı elindeki ceset gibi durur. Allah'a tevekkül edenin yaveri Hak'dır.

    TEVELLÂ-TEBERRÂ: Arapça, dost edinme, beri olma anlamlarını içeren iki kelime. Âl-i Abâ'ya sevgi duymaya te-vellâ, onlara karşı çıkanları sevmemeye de, teberrâ denir. Tevellâ ve Teberrâ İmamiye'de, Furû-i Din'den sayılır.

    TEVFÎK: Arapça, başarıya erdirmeyi ifade eden bir kelime. Her hangi bir iş vuku bulmadan önce, Allah'ın kuluna yaptığı yardım (inayet) a, tevfîk denir.

    Allah'ın, kulunun yaptığı işi, rıza ve sevgisine uygun hale getirmesi yani kuluna, irade ve rızasına uygun işler yapmaya muvaffak kılması ki, buna inayet de denmiştir.

    TEVHÎD: Arapça, birleşmek demektir. Cürcanî, Allah'ın zâtını, akılla tasavvur olunan, zihni olarak hayal edilebilen herşeyden uzak tutmak, diye tarif eder. Yine ona göre, tevhîd üç şeyde olur: 1. Allah'ı rubûbiyetle tanımak, 2. Vahdaniyetle ikrar etmek, 3. Eş ve benzer olanları O'ndan nefyetmek iki çeşit tevhid vardır: 1. Kusûdî tevhîd : Sadece Allah'ı kastetmek, istemek veya Allah'ın istediğini istemek. Yani kulun ve Allah'ın iradesinin bir noktada birleşmesine kusûdî tevhîd denir. Bu, kulun iradesini Hakk'ın irâdesinde eritmesi şeklinde de tanımlanır. 2. Şuhûdî tevhîd : Salikin vecd halinde masivayı terkederek sadece Hakk'ı görmesidir. Buna, vicdanî ve zevkî tevhid de denir.
    Eskiden Allah'ın birliğini anlatan manzumelere Tevhîd denirdi.

    Vahdet-i zât eyleyüb tahkîk,
    İtmişimdir sıfatını tasdîk,
    İlm-ü kudret, hayat ü sem ü basar
    Zât-ı pâkinde oldular muzmer.
    Karaçelebizade Abdülaziz Efendi

    TEVHÎD-HANE: Arapça-Farsça, tevhîd evi demektir. Mevlevî tâbiridir. Bazı tekkelerde, sema âyininin yapıldığı yere, semahanelere, "Tevhid-hâne" denir.

    TE'VÎL: Döndürmek, çevirmek anlamında Arapça bir kelime. Sûfî, kalbinin safa durumuna göre, Kur'an'ı Kerim'i her okuyuşta, farklı farklı mana doğuşlarıyla karşılaşır, ki buna, tasav-vufî planda te'vîl denir.

    TEVRAT: Hz. Musa'ya indirilen kutsal kitap. Sıfat isimlerinin tecellileri. Bu da, Hakk'ın yaratılmışların zuhur yerlerinde ortaya çıkışıyla olur. Zira Hak Teala, isimlerini sıfatlarına delil olarak nasbetmiş, sıfatları da zatının delilleri kılmıştır. Sıfatlar zatın ortaya çıkış yerleridir. Zatın ortaya çıkışı, sadece sıfatlar ve isimler vasıtasıyla olur. Mahlukat basit olarak yaratılmışlardır. O bütün İlâhî manaların sahibidir.

    TEVVABİN: Arapça, tevbe edenler demektir. Ker-bela olaylarında, söz verdikleri halde, Hz. Hüseyin'e yardım etmeyen, faciadan sonra da bu duruma pişmanlık duyup, Şam'daki Emevî yönetimine ayaklanan siyasî bir akım. Allah'a tevbe etmek, tasavvufta ilk makamdır.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  3. #3
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (T)
    ..:: 11 ::..
    TEZKİYE: Arapça, arıtmak, temizlemek vs. gibi anlamları ifade eden bir kelime. Kur'an-ı Kerim'de, "nefsini arıtan felaha erdi" (Şems/10) şeklinde bahsedilen husus, nefsi, kirleten şeylerden temizlemekle alâkalıdır. Kısaca, nefsi yerilen ahlaktan, övülen ahlaka yükseltmeye tezkiye denir.

    TIBB-I RUHANİ: Arapça, ruhanî, manevî tıb demektir. Nefsin hastalıklarını tedavi usulünü ve kemale erdirme sırlarını ele alan ilim ki, buna ilm-i ledün denir.

    TIĞ: Farsça, ucu iğne gibi sivri küçük demir iğneye denir. Rufaî tabiridir.Şeyh Efendi, zikr merasiminde, burhan makamında ,bu şişi müridlerinin çeşitli yerlerine batırır, kan akmazdı, kanın akmaması veya bir takım sebeplerle ortaya çıkan kan akışının durdurulması, burhan sayılmaktadır.

    TIĞ-BEND: Farsça, kılıç bağı demektir, ki canların Bektaşiliğe girerken kestikleri kurbanların tüyünden örülür. Rehber, yeni ders alacak kişiyi şeyhin huzuruna ***ürürken, onun boynuna tığ-bend bağlardı. Can bunu takarken, "destur" der.Ardından "Pür Cemal Muhammed Kemal, Hüseyin, Ali râ salavât" der. Şeyh, mürid adayının tığ-bendine, eline, beline, diline sahip olma espirisini ifade etmek üzere üç düğüm atar, müridden artık bu ahde vefa etmesi beklenirdi. Bekar kalmaya niyet edenlerin tığ-bendine düğüm atılmazdı. Bu tabir, Mevlevîlerde de vardır. Mukabele günü, giyilen tennureyi biraz kısaltmak için bele bağlanan kuşağa tığ-bend denir. Tığ-bend üzerine elifî nemed sarılırdı.

    TIĞLAMAK: Bektaşî tabiridir. Kurban kesilmesini ifade eder. Kurban kesildi yerine "kurban lığlandı" ifadesi kullanılır.

    TILSIM: Farsça sihir, büyü demektir. Üç tür tılsımdan bahsedilir. 1- Kalbi yönelterek karşıdakini doğrudan, aletsiz etkilemek ki, gerçek sihir budur. 2- Yıldızlar, sayılar ve unsurların özelliklerinden yararlanarak etkili olmak, 3- Hayal gücüne da-yalı, gözbağcılık denilen etki. Tasavvufta, Hakk'ın zatının künhü, kamil insanı şerefli kılan sır, rûh-ı menfûh, izafî ruh gibi manaları içerir, "kuntu kenzen mahfiyyen" (Gizli bir hazine idim) kudsî hadisiyle işaret olunan hususa, "Genc-i Mutalsam" denir.

    Açılır genc-i cemâlinden tılsım-ı kâinat,
    Güyiyâ, efsun okur ürür saba pinhan ana.
    Necâtî

    TİCANİYYE: Seyyid Ahmed Ticanî (1737-1792) tarafından, Afrika'nın kuzeyinde kurulmuş bir tasavvuf okulu.

    TİLAVET ODASI : Tekkelerde dervişlerin Kur'ân-ı Kerim o-kudukları yere tilâvet odası denir.

    TÎŞ-ÎYŞ: Arapça, perişanlık ve yaşamak anlamlarında iki kelime. Aşağı tabakadaki sûfîler, tecellide îyş, setr (gizleme) de tîş durumundadır. Yukarı tabakadaki sûfîler, bu ikisi arasındadır.

    TOPUĞA ÇIKMAMAK : Buna, çizmeyi aşmamak da denir. Ehliyetsiz kişilerin, vakitsiz dava sahibi olmaları. Bu derin olma-yan, topuğa bile varılmayan sığ suların, derin denizlerle savaşına benzer.

    Aşkına düşen âşıklar,
    İçer ağuyu nûş eder.
    Topuğa çıkmayan sular,
    Deniz ile savaş eder.
    Yunus Emre

    TOPUZ : Rifai tasavvuf okulu cihazlarından. Uzunluğu, bir karıştan fazla, üst tarafı yuvarlak veya oyuklu, baş tarafında, ağaçtan yuvarlak bir tepeliği bulunan âletin adıdır. Tepeliğin etrafında, ince zincir parçalarından saçak bulunur. Şeyh zikir sırasında, bunu müridin çeşitli uzuvlarına burhan olarak batırırdı.

    TOR: Mevlevî tabiri. Pazarcı dervişin pazara çıktığında taşıdığı peşytemala, tor denir.

    TUBA: Arapça, müjde anlamında bir kelime. Cennette bulunan bir ağaç. Üns makamı, İlâhî huzurda sükûn ve huzur halinde bulunmak.

    TUĞRA : Padişahın fermanlara attığı özel imza, veya mühür. Faaliyet hâlindeki âşıkın vasıflarında ortaya çıkan hükümleri.

    TUHAMİYYE: Bkz. Taybiyye.

    TÛL-I EMEL: Arapça, uzun emel, açgözlülük demektir. İnsanın hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışması. Mukabili, kasr-ı emel olup, hemen ölecekmiş gibi âhiret için çalışmaktır.

    TUMA'NİNE: Arapça, tatmin olmayı ifade eden bir kelime. Nefsin, huzur, sükun ve istikrara kavuşması hali. Üns sebebiyle, nefsin kendisini rahat hissetmesi, Kur'an da, Fecr suresinin son ayetlerinde bu durumdaki nefse işaret vardır. "Ey huzura ulaşmış nefis. Rabbına dön. (O senden) razı, (sen de ondan) razı olarak, gir kullarımın içine, gir cennetime" (Fecr/27-30).
    "Kalpler ancak Allah'ı zikretmek (anmak) ile itmi'nana (huzura) erer" (Rad/28) Tumâ'nine yüksek bir haldir. Bu, kulun imanının güçlenmesi, aklını tercih etmesi, ilminin derinleşmesi, zikrinin saflaşması, hakikatinin sabitleşmesidir. Üç çeşit tuma'nine vardır. 1. Avammınki; Allah'ı zikrettiklerinde, huzur bulanlar. Onların bu zikirden nasibi, rızk genişlemesi ve afetlerden kurtulmak şeklindeki dualarının kabulüdür. Bu da, Allah'tan başka meneden, kurtaran olmadığına duyulan iman huzuru şeklindeki nefs-i mutmainne"dir. 2. Seçkinlerin tuman'iniyyeti, bunların tumaniniyeti, kazasına rıza, belasına sabır, ihlaslı olmak, takvaya yapışmak ve sükûnete ermekle olur. Bunlar, Kur'an-ı Kerim'deki "Allah takvalı olanlar ve muhsinlerle beraberdir", (Nahl/128) ayetindeki mana doğrultusunda itmi'nana ermişlerdir. "Allah sabredenlerle beraberdir" (Bakara/153) ikinci grup, faallerini görerek itmi'nana kavuşmuştur. 3. İleri derecedeki seçkinlerin itmi'nânı: Bu idrak edilemiyen bir yüceliktir. Üçüncü gruba, mensub olanlar, sırlarının itmi'nânı takdir edemeyeceğinin farkındadırlar. Yani, itmi'nanda boğulmuş olanlardır. "Leyse kemisli-hi"deki bilinmezliği, bu grup hal olarak yaşar. Tuma'niniyetleri müşahedeyi gerektirir.

    TUR: Dağ demektir. Hz. Musa (a)'nın Allah'la konuştuğu dağ. Hak, Hz. Musa ile nefs yönünden konuşmuştur. Dağ konuşmada sarsılıp un ufak olduğu gibi, onun Allah ile konuşmasında da ilâhî tecelli sebebiyle nefsi toz olmuş, yani helak olmuştu. "Turun sağ yanından ona seslenmiştik". (Meryem/80) ayetindeki sağ ifadesi, Hz. Musa'nın nefsini gösterir. Yani onun nefsi, fena fillah'a ermişti. Onun bayılması, mahv ve yok olmaktan ibarettir. Hak yok olmamış gibi, kul ise yok olmuş gibi vardır. Hz. Musa (a) Rabbisini görmedi, Allah, Allah'ı gördü. Allah'ın "Beni göremezsin" ifadesiyle anlatmak istediği buydu.
    Bu, Ey Musa (a) eğer sen mevcud isen, Ben senden kaybolmuşum: eğer Beni bulmuşsan, sen kaybolmuşun, demektir. Hadis (sonradan olma) bir varlığın, kadim olanın ortaya çıkışında varlığını devam ettirmesi mümkün değildir. Cüneyd, bu konuda şöyle der: "Sonradan olan, öncesi olmayan (kadim) a bitişince, kendinde bir iz kalmaz". Hz. Ali (r) de şu yorumu yapar. "Sen kayb olduğunda O gözükür, O ortaya çıkınca da beni kaybeder."

    TÜRBE: Arapça, toprak demektir. Veli olduğu zannedilen kişiler için üstü kapalı olarak yapılmış mezara, türbe denir. Fatih Sultan Mehmed için yazılan bir şiir:

    Her dem sana açıktır
    Ebvab-ı arş-ı rahmet
    Türbendir en azimi
    Fethettiğin diyarın.
    Abdülhak Hamid

    TÜRBEDAR: Arapça-Farsça, türbeyi bekleyen kişilere denir. Bu görevliler, türbenin temizlik, açılıp-kapanması vs. gibi işlerine bakardı.

    Beyt-i Hûda'ya konmuş,
    Câhın metaf-ı eslaf.
    Durmuş başında bekler,
    Bir kavm türbedarın.
    Abdülhak Hamid

    TÜRBEDAR DEDE : Mevlevî tabirî Konya'da Mevlana'nın türbesiyle, semahanenin bakıcısına, türbedar dede adı verilirdi.

    TÜRREHAT: Arapça, saçma sözler, batıl boş şeyler demektir. Sûfiyyenin cezbede boğulmuş olanlarının, bulundukları hale mağlub bulunmaları sebebiyle, dışı şeriata aykırı gibi görünen ifadelerine türrehat (veya sümüklü tasavvuf) denir.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

Sayfa 2/2 İlk ... 2

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Benzer Konular

  1. Tasavvufî terimler (g)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 4
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:14
  2. Tasavvufî terimler (h)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 17
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:12
  3. Tasavvufî terimler (ı-i)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 8
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:00
  4. Tasavvufî terimler (j)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 0
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 01:57
  5. Tasavvufî terimler (z)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 3
    Son Mesaj: 18.Mart.2014, 02:49

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Facebook platformu Giriş