Selmân-ý Fârisî (r.a.)

Selmân, mecusiler arasýnda dünyaya gelmiþti. Ateþe tapan insanlar arasýnda kü*çük bir çocuktu. Babasý Büzahþan, Ýran’ýn çiftlik aðalarýndandý. Oðlunu çok se*ver, yanýndan ayýrmaz, sanki kaçýp gidecekmiþ gibi evden dýþarý çýkarmaktan korkardý.
Selmân yetiþkinlik çaðýna girdiði sýralar, mecusilerin ibadet yerine gider, oranýn fah*rî bekçiliðini yapardý. Mukaddes sayýlan ateþin sönmemesi için de*vamlý yakardý.
Küçük Selmân’ýn içinde sürüp giden bir boþluk, bir hasret, bir istek ve bir iþa*ret vardý. Akþamlarý kýzýllaþan ufka dalar, sabahlarý uzak bir iþaret hülyasýna baðlanmýþ gibi güneþin ýþýltýlarýna dikkat kesilirdi. Sanki hep haber bekler*di.
Babasý bir gün Selmân’ý çiftliðe göndermiþti. Yolda birtakým garip sesler du*yan Sel*mân, sesin geldiði tarafa döndüðünde Hýristiyanlarýn ibadet ettiði bir ki*liseyi gördü. Merakla kiliseden içeri girdi. Nasýl olup bittiðini bilmeden ayine katýlan Selmân, çiftliði, köyü unutup akþama kadar orada kaldý. Âdeta kendisin*den geçen Selmân, bu ayinden aldýðý zevki, babasýnýn dininden aldýðý zevkten daha tesirli buldu. Ayinde bulunan Hýristiyanlardan, dinleri hakkýnda bilgi aldý. Bu dinin aslýnýn nerede bulunduðunu sordu. Onlar da Þam tarafýný iþaret etti*ler.
Gün erimiþ, çabucak akþam olmuþtu. Selmân isteksiz bir þekilde eve dön*müþtü. Babasý, izinsiz kaybolduðu için hiddetlenmiþ, fakat oðlunu gördüðü için de sevinmiþti. Selmân baþýndan geçenleri anlattý. Açýkça, mecusiliði beðenmediðini, onun kendisini tatmin etmediðini, Hýristiyanlýðý daha üstün bulduðunu söyledi. Babasý, söylediklerinden dolayý Selmân’a þiddetle kýzdý. “Bunlarý nasýl söyleyebiliyorsun?!” diye onu azarla*dý. Fakat Selmân fikrinde ýsrar ediyordu. Babasý, ayaklarýna zincir vurarak Selmân’ý hap*setti.
Babasýnýn bu hareketi Selmân’daki düþünceyi deðiþtirmek þöyle dursun, daha da kuv*vetlendirmiþ, bu yeni dine girme arzusunu daha da þiddetlendirmiþti.
Selmân bir gün, bir yolunu bulup zincirleri çözdü, evden gizlice kaçtý. Þam ta*raf*la*rý*na gitmekte olan bir kervana katýldý. Þam’a vardýðýnda, Hýristiyanlýðýn en ileri geleniyle görüþmek istediðini söyleyince, onu papazýn huzuruna çýkardý*lar. Selmân, papaza, dinlerini kabul ettiðini, yanlarýnda kalýp hizmet etmek iste*diðini söyledi. Fakat papaz sahtekârýn birisiydi. Halktan topladýðý paralarý ken*disi için biriktiriyor, onlarý aldatýyordu. Çok geçmeden papaz öldü. Selmân du*rumu halka açýkladý. Altýnlarý sakladýðý öðrenilince, papazýn cenazesi halk tara*fýndan taþa tutuldu. Böylesi çirkin bir manzara bile, Selmân’ý yeni dininden soðutmamýþtý. Onun ruhunda daima daha iyiye, daha güzele ve hakikate hasret vardý.
Ölen papazýn yerine gelen din adamý, Selmân’ýn beklediði ve benimsediði bir insandý. Dünyaya ehemmiyet vermeyen, gece-gündüz ibadetle meþgul olan, dinî vecd ve heyecanla kendisinden geçen bu zat da çok geçmeden hastalandý ve Selmân’a çok tesir eden þu nasihati yaptý:
“Evladým, bugün dünya helaket girdabýnda yüzüyor. Hak dini deðiþtirip emir ve yasaklarýn çoðunu terk ettiler. Benden sonra Musul’daki falan kimseye git*meni tavsiye ederim, çünkü o da benim yolumdadýr.”
Selmân, bu zatýn vefatýndan sonra Musul’a gitti. En iyiye, en güzele ve haki*kate varmak arzusuyla didiniyor, araþtýrýyor, daðlar dereler aþýyordu.
Musul’a ulaþýnca papazý buldu. Gerçekten bu da, ölen papaz gibi dinine baðlý biriydi. Fakat hayatýnýn son yýllarýný yaþýyordu. Sanki iyilerin hasat mevsimi yaþanýyor, birer birer ebedî âleme göçüyorlardý.
Selmân, Musul’dan Nusaybin’e, oradan da Amuriye’ye—Anadolu’da Sivrihi*sar’ýn o zamanki adý—geçti. Orada, hak dinin, kalan son faziletli rahibinin huzu*runa çýktý. Dinî hakikatlerin arayýcýsý ve hasretlisi olan Selmân, dinî hizmetle kendisinden geçmiþ olan bu insanýn hizmetinde bulunmayý þeref bildi. Burada çalýþýp bir miktar koyun ve sýðýr elde etti. Bir gün gelir, paraya þiddetle ihtiyacý olabilirdi. Amuriye’deki zatýn Sel*mân’a nasihati, hepsinden daha ibretli, daha düþündürücü, daha hikmetliydi.
“Oðlum, dünyada artýk bizim mesleðimiz ve yolumuz üzerinde bulunan kim*seyi tanýmýyorum. Ýbrahim’in dini üzerine gönderilecek peygamberin gelmesi yakýndýr. O, Arap topraklarýnda zuhur edecek, sonra iki taþlýk arasýnda bir yere hicret edecektir. Bu iki taþlýk arasý hurmalýktýr. Onun üzerinde bazý alamet ve iþaretler olacaktýr. Hediyeyi kabul edip yiyeceði hâlde, sadakadan yemeyecek*tir. Ayrýca iki küreði arasýnda ‘Nübüvvet Mührü’ bulunacaktýr. Bir yolunu bu*lursan benden sonra o diyara gidersin.”
Bu sözleri can kulaðýyla dinleyen Selmân’ýn kalp ve dimaðýnda yepyeni bir dünyanýn, bir iman ve saadet dünyasýnýn müjde ýþýltýlarý parlýyordu.
Selmân’ýn gözü þimdi Arabistan taraflarýna gidecek bir kervandaydý. “Ara*yan bulur.” gerçeði nihayet tahakkuk etti. Parasýna karþýlýk kervancýlarla yolcu*luk için anlaþtý.
Günlerce kýzgýn çölde yol aldýlar ve “Vâdi’l-Kura” denilen yere ulaþtýlar. Ker*van bu*rada konakladý. Kervancýlarýn içinde bulunan bazý zalim kimseler Selmân’ý köle olarak bir Yahudi’ye sattýlar. Selmân hayatýný bundan böyle bir Yahudi’nin kölesi olarak ge*çirecekti.
Fakat Selmân, köleliðe aldýrmýyor, devamlý o rahibin anlattýklarýnýn heyeca*ný ve dalgalanmalarýyla yaþýyordu. Yahudi’nin bahçesinde çalýþýrken bile, “Aca*ba iki taþlýk arasýndaki hurmalýk burasý olmasýn?!” diye içinden geçiriyordu.
Selmân durmaksýzýn çalýþýyor, sahibinin emrine tabi olmaktan baþka bir þey yapamýyordu. Bir gün yine bahçede çalýþýrken, Kurayzaoðullarýndan biri çýkageldi. Varlýklý bi*ri olan bu zat, Yahudi’den Selmân’ý satýn aldý. Deðiþen bir þey yoktu. Þimdi, bir baþka*sýnýn emrindeydi. Ne var ki, yeni sahibinin kendisini ge*tirdiði yer Medine idi. Selmân, Medine’yi görür görmez tanýmýþtý. Yýllardýr ha*yalinin peþine takýlýp koþtuðu, muhayyilesinde canlandýrdýðý “iki taþlýk arasýn*daki hurmalýk” gerçek oluyordu. Selmân, olup bitenlerin derin ve sarsýcý heye*caný içindeyken kimseye bir þey söylemiyor, bir þeyden söz açmýyordu.
Yýllar yýllarý kovaladý. Zaman, sel dolaplarýný çalýþtýrdý. Bütün varlýklarýn, bütün kalp ve akýl sahiplerinin, bütün medeniyetlerin, bütün kâinatýn beklediði nur doðdu. Hz. Muhammed’e (asm.) peygamberlik vazifesinin geldiði duyul*du. Herkes ve her þey buna dikkat kesiliyordu. Herkes bunu konuþuyordu. Ýki ki*þi bir araya gelse, Mekke’de peygamberlik dava eden, o mukaddes ve mualla in*kýlabý hazýrlayan Yüce Peygamber’den söz ediyordu. Selmân konuþulanlarý din*ledikçe, kalbindeki, þuurundaki sýrrýn ve zihnindeki ukdenin çözüleceðine ina*nýyordu. Ve, o Yüce Peygamber’i görmek, ona tabi olmak, onun mecnunu, onun pervanesi, onun hizmetkârý, onun kölesi olmak iþtiyakýyla yanýyordu. Hayat Selmân’ýn gözünde bir þeyi fethetmenin ifadesiydi. Tâ çocukluðundan beri bu fethin arzusuyla yaþamýþtý. Þimdi bu arzu, Selmân’ý daha kuvvetli ve þiddetli bir þekilde sevk ediyordu. Oysa Selmân, þimdi birinin kölesi, birinin malýydý. Hem Mekke’den de epeyce uzakta bulunuyordu.
Yine bir gün Selmân, bahçede sahibinin iþinde çalýþmakla meþguldü. Sahibi, bir aðacýn gölgesinde dinleniyordu. Sahibinin bir akrabasýnýn, öteden söylene*rek geldiðini gördü: “Allah belasýný versin! N’oldu, biliyor musun?” Selmân’la sahibi dikkat ke*sildiler, “N’oldu?” dedi Selmân’ýn sahibi. Adam, “Mekke’de peygamber olduðunu söyleyen bir adam var ya, kalkmýþ, buraya gelmiþ. Kuba’da. Kalabalýk, etrafýna toplanmýþ, anlattýklarýný dinliyordu. Bun*dan böyle bize huzur yok!” diye cevap verdi.
Selmân, hummaya tutulmuþ hasta gibi titredi. Ürpertiyle yýðýlýp kaldý. Sahi*binin kollarýna düþüyordu nerdeyse. “Ne dedin, ne dedin?” diye heyecan ve hayretini, sevinç ve neþesini gizleyemedi. Köle olduðunu unutmuþtu. Öfkeyle irkilen sahibi, “Bundan sa*na ne, nasýl iþini býrakýp söze karýþýyorsun?!” diyerek, kýzgýnlýkla Selmân’a bir tekme sa*vurdu ve onu yere yýktý.
Selmân hiçbir þey hissetmiyordu. Hayatta mýydý, deðil miydi, bilmiyordu. Kalbinin baðlandýðý heyecan, yýllardýr hasretlisi olduðu müjde ve o Yüce Pey*gamber’e kavuþmak isteðinden baþka bir þey duymuyordu. Bir an önce gidip, kal*binde saklayýp büyüttü*ðü sýrlarýn gerçekleþeceðini görecekti. Diþinden týrna*ðýndan arttýrýp bir þeyler biriktir*di. Akþam hava kararýnca gizlice Kuba’nýn yolu*nu tuttu. Re*sû*lul*lah’ýn huzurundaydý ar*týk:
“Sizin salih bir insan olduðunuzu duydum. Yanýmda biriktirdiðim bir miktar sadakam var, lütfen kabul eder misiniz?”
Allah’ýn Resûl’ü, sadakayý aldý, yanýndaki sahabilere daðýttý.
Selmân’ýn vakti yoktu. Müsaade isteyip ayrýldý. Kalbindeki düðümlerden biri daha çözülmüþtü.
Tekrar bir þeyler biriktirmeye baþladý. O sýra Re*sû*lul*lah’ýn Medine’ye geldiði*ni öðren*di. Sadakayý yemeyen Re*sû*lul*lah’ýn, hediyeden yeyip yemeyeceðini öð*renmek istiyor*du. Bir yolunu bulup aceleyle Allah’ýn Resûl’ünün (asm.) huzuruna vardý. “Bu sefer arz ettiðim, bir hediye olarak hazýrlanmýþtýr.” dedi. Re*sû*lul*lah, hediye olarak getirilen yiyecekten “Bismillah!” diyerek yedi ve yanýndaki sahabilere de yemeleri için verdi.
Böylece bir baþka sýr daha çözülmüþtü. Her defasýnda kendisini ona daha ya*kýnlaþmýþ, daha baðlanmýþ hissediyordu. Bu hissediþle içinde engin bir sevinç dalgasýnýn çaðýldayýþýný duyuyordu.
Þimdi sýra, rahibin üçüncü söylediðine, “Nübüvvet Mührü”ne gelmiþti. Bunu nasýl yapacak, nasýl öðrenecekti? Ýki kürek kemiði arasýný nasýl görebilecekti? Tereddüt ve üzüntüyle dolu iken, Re*sû*lul*lah’ýn Baki Kabristaný’nda olduðunu haber aldý. Peygamberimiz, vefat eden bir sahabinin cenazesi için buraya gel*miþ bulunuyordu. Selmân fýrsatý kaçýrmak istemedi. Hemen koþup kabristana vardý. Re*sû*lul*lah’ý sahabilerle sohbet ederken buldu. Re*sû*lul*lah’ýn üzerinde iki parçalý ihram elbisesi bulunuyordu. Selmân selam verip Re*sû*lul*lah’ýn arka tara*fýna geçmek istedi. Re*sû*lul*lah, Selmân’ýn meraklý ve telaþlý hâlini sezdi ve he*men ridasýný sýyýrarak sýrtýndaki “Nübüvvet Mührü”nü görme*sini saðladý. Selmân, Re*sû*lul*lah’ýn ayaklarýna kapanýp hýçkýrýklarla aðladý. Ruhunda kay*naþan, kalbinde çaðlayan bütün varlýðýný, var oluþunu kuþatan Ýlahî vecd ve heyecan, ruhunun penceresi olan gözlerinden damla damla yaþ hâlinde topraða dökülü*yordu. Onun karþýsýnda kendi varlýðýný unutmuþtu. Re*sû*lul*lah’ýn “Bu tarafa dön!” hitabýyla kendine geldi. Tatlý bir rüyadan, bitmeyecekmiþ gibi olan bir rü*yadan uyandý. Girdiði müjdeli ve ýþýklý âlem geniþledi. Ruhundaki hasretin du*rulduðunu, sorularýn cevaplandýðýný, benliðinin sükûna erdiðini hissediyordu. Þimdi, gerçek dünya onundu sanki; her þey onundu...
Baba ocaðýndan kaçýp gurbetlere, köleliðe, çile ve ýstýraplara muhatap olma*sý, tatlý ve zevkli bir hazza dönüþüyordu. Artýk gerçek hürriyete kavuþmuþ, ru*hundaki dünya zincirlerini kýrýp parçalamýþtý.
Hz. Selmân, Müslüman olduktan sonra gerçek hürriyete kavuþmuþtu. Ama maddi kö*leliði sona ermemiþti. Peygamberimizin gönlü bu kimsesiz sahabisinin köle olarak ha*yatýný devam ettirmesine razý deðildi. O devirde köleler, efen*dilerinin istedikleri para*yý temin edip verirse, anlaþmaya göre hürriyetlerine ka*vuþabiliyorlardý. Peygamberimiz de Hz. Selmân’a, böyle bir anlaþma yaparak hürriyetine kavuþabileceði fikrini verdi.
Hz. Selmân bu hususu Yahudi’ye açtýysa da onu razý edemedi. Sonunda Hz. Selmân’ýn veremeyeceðine inandýðý aðýr bir bedel istedi. Þayet meyve verir hâle gelecek þekilde 300 tane hurma aðacý yetiþtirir, ayrýca 40 okka da altýn verirse onu serbest býrakacaktý. Bu, normal þartlar altýnda kýsa zamanda mümkün olmayan bir þeydi. Peygambe*rimiz (asm.) bunu haber alýnca, Ashâb’a, “Karde*þinize yardým ediniz.” buyurdu. Sa*habiler güçleri nispetinde yardýmda bulundu*lar, hurma fideleri getirerek Hz. Selmân’a verdiler. 300 fide tamamlandýðýn*da Peygamberimiz, Selmân’a (ra.) hitaben, “Bunlarýn çukurlarýný kazdýktan sonra bana haber ver.” buyurdu.
Sahabilerin de yardýmýyla çukurlar kýsa zamanda hazýrlandý. Tamam olunca da Peygamberimize haber verildi. Re*sû*lul*lah (asm.) gelerek mübarek elleriyle hurma fidelerini teker teker dikti. Fidanlar daha o yýl hurma verdi. Böylece Hz. Selmân’ýn borcunun bir kýsmý Müslümanlarýn himmeti, Peygamber Efendimi*zin mucizesiyle ödenmiþ oldu. Selmân, borcunun tamamý ödenmediði için esa*retten kurtulamamýþtý. Borcun diðer yarýsý için bir mucize daha gerçekleþti.
Peygamberimiz bir gün Ashâb ile birlikte otururken sahabilerden birisi elin*de yumurta büyüklüðündeki bir altýný tasadduk etmesi için Peygamberimize sundu. Bir kölenin hürriyetine kavuþmasý için verilen sadakanýn fakire verilen sadakadan daha üstün ol*duðunu beyan buyuran Peygamberimiz, sahabilerden, Hz. Selmân’ý arayýp getirmeleri*ni istedi. Sahabiler onu buldular ve Re*sû*lul*lah’ýn huzuruna getirdiler. Peygamberimiz elin*deki altýný Hz. Selmân’a uzattý. “Bu al*týný al, borcunu öde.” buyurdu. Hz. Selmân, “Yâ Re*sû*lal*lah! Bu altýn, Yahudi’nin istediði aðýrlýkta deðil!” deyince de þöyle buyurdu:
“Al bunu, Cenâb-ý Hak bu*nunla senin hakkýný öder.”
Hz. Selmân diyor ki: “Allah’a yemin ederim ki, o altý*ný tarttým, tam istenilen miktarda geldi. ***ürdüm, onu efendime verdim ve böylece kölelikten kurduldum.”[1]
Cenâb-ý Hak, Hz. Selmân’ýn hâlis niyetine ve ileride yapacaðý üstün hizmetle*re peþin mükâfat olarak Peygamberimize bu mucizeleri ihsan etmiþti.
Hz. Selmân kölelikten kurtulduktan sonra Peygamberimizin hizmetine girdi. Ýhtiyaçlarý Ashâb tarafýndan karþýlanan ve kendilerini tamamen Peygamber Efendimizin sohbetine ve ondan ilim tahsil etmeye hasreden “Suffe Ashâbý” arasýna girdi. Peygamberimiz kendisini Ebû’d-Derdâ ile kardeþ yaptý.
Re*sû*lul*lah’ýn yanýnda Hz. Selmân’ýn ayrý bir yeri vardý. Bir hadislerinde bunu þöyle beyan buyururlar:
“Allah bana Ashâbýmdan hususi olarak dört kiþiyi sevdiðini bildirip, benim de onlarý sevmemi emretti. Bunlar Ali, Mikdad bin Esved, Selmân ve Ebû Zer’dir.”[2]
Müþrikler Uhud Savaþý’nda kesin bir netice elde edememiþlerdi. Ýslam’a ve Müslümanlara olan düþmanlýklarýný devam ettirmekte ýsrarlýydýlar. Çünkü göz*lerini þirkin zifirî karanlýðý bürümüþtü. Ýslam’ýn nurunu göremiyorlardý. Hicret’in 5. yýlýnda kalabalýk bir ordu hazýrladýlar. Bu defa Müslümanlarýn tamamý*ný ortadan kaldýrma emelini besliyorlardý. Maddi bakýmdan bu azgýn müþrik gü*ruhuna Müslümanlarýn karþý durmalarý zordu. Diðer taraftan Medine üç taraftan açýk bir þehirdi. Bu itibarla müdafaasý son derece güçtü.
Peygamberimiz bu vaziyet karþýsýnda hiç metanetini bozmadý. Ümitsizliðe kapýlmadý. Çünkü o, Cenâb-ý Hakk’ýn kendisine yardým edeceðine inanýyordu. Fakat bununla beraber tedbir almayý, hazýrlýklý bulunmayý ihmal etmiyordu. Konuþulabilecek, yapýlabilecek þeylere baþvurdu. Her zaman olduðu gibi sahabileriyle istiþare etti. Onlar da teker teker görüþlerini açýkladýlar. Sýra Hz. Selmân’a geldi. Selmân fikrini þöyle açýkladý:
“Yâ Re*sû*lal*lah! Bizler Ýran’da düþman süvarilerinin hücumuna karþý bazen etrafýmýzý hendekle çevirirdik. Þimdi de böyle yapamaz mýyýz?”
Hz. Selmân’in bu fikri baþta Peygamberimiz olmak üzere bütün Müslümanla*ra cazip geldi. Hepsinin hoþuna gitti. Re*sû*lul*lah, sahabilerle birlikte Medine’yi savunmak için hendek kazýlmasý gereken yerleri tespit etti. Daha sonra da Müslümanlarý gruplara ayýrarak herkese kazacaðý yeri gösterdi. Hendek kazma iþine Muhacir ve Ensar’dan genç-ihtiyar herkes katýldý.
Hendek kazma iþi devam ederken Peygamberimiz, “Allah’ým! Ahiret saade*tinden baþka saadet yoktur; Sen Ensar ile Muhacir’i affet!” diye dua ediyordu.
Müslümanlar da hep bir aðýzdan, “Biz sað oldukça Allah yolunda cihat etmek üzere Re*sû*lul*lah’a biat ettik, söz verdik!” diye mukabelede bulundular.
Hendek kazma iþinde Selmân-ý Fârisî, Amr bin Avf, Huzeyfe bin Yeman, Nûman bin Mukarrin ve daha baþka sahabilerin bulunduðu bir gruba düþmüþtü. Güçlü kuvvetli bir bünyeye sahipti. Üstelik bu iþte tecrübeliydi. 10 kiþilik yeri tek baþýna kazabiliyordu.
Gözü dönmüþ müþriklerin Medine’ye hücum ettiði bir zamanda böyle bir mü*dafaa üsulü teklif ettiði için Müslümanlar Hz. Selmân’a sahip çýkmada yarýþa girmiþlerdi. Muhacirler “Selmân bizdendir.” diyerek onu kendilerinden sayar*ken, Ensar da “Selmân bizdendir. Biz ona sahip çýkmaya daha layýkýz!” diyorlar*dý. Peygamber Efendimiz, Ensar ile Muhacir’in Selmân hakkýndaki bu konuþ*malarýný iþitince hepsinin memnun kalacaðý þu sözleri söyledi:
“Selmân bizdendir, Ehl-i Beyt’imizdendir.”
Bu müjdeyi duyan Hz. Selmân’ýn sevincine diyecek yoktu. Mutluluðundan uçacak gibiydi. Re*sû*lul*lah’ýn Ehl-i Beyt’inden olmak ne büyük saadetti!
Hendek kazma iþi devam ederken Hz. Selmân’ýn bulunduðu grubun kazdýðý yerde büyükçe bir kaya çýktý. Sahabiler onu kýrmak için bir hayli gayret sarf ettilerse de parçalayamadýlar. Ellerindeki bütün aletler kýrýldý. Bunun üzerine Hz. Selmân, Peygamberimizin huzuruna vardý ve “Yâ Re*sû*lal*lah, babalarýmýz, an*nelerimiz size feda olsun! Hendeðin ortasýnda karþýmýza beyaz bir kaya çýktý. Onu kýralým derken elimizdeki bütün kazma ve balyozlarýmýz kýrýldý, âciz kal*dýk. Ne buyurursunuz? Çizmiþ olduðunuz çizgiyi biraz deðiþtirelim mi, yoksa bu hususta bize vereceðiniz bir emir var mý?” diye meseleyi arzetti.
Peygamberimiz, kayayý kendisine göstermelerini istedi. Kayayý gösterdiler. Re*sû*lul*lah (asm.), Hz. Selmân’dan balyozu aldý, hendeðin içerisine girdi. Elin*deki balyozla kayaya kuvvetli bir darbe indirdi. Kayanýn bir parçasý kýrýldý ve bir þimþek, bir ýþýk Medine’nin iki kayalýðýný da aydýnlattý. Peygamberimiz, “Allahü ekber!” diyerek tekbir getirdi. Sahabiler de tekbir getirdiler. Re*sû*lul*lah ikinci defa kayaya vurdu. Kayanýn bir parçasý daha kýrýldý ve yine bir ýþýk yayýl*dý. Peygamberimiz de, sahabiler de tekbir getirdiler. Peygamberimizin son vu*ruþunda kaya tamamen parçalandý. Diðer seferlerinde olduðu gibi bu defa da ýþýk çýktý. Peygamberimizin tekbir getirmesi üzerine sahabiler de “Allahü ek*ber!” diyerek tekrar tekbir getirdiler. Daha sonra Hz. Selmân, Peygamberimizin elinden tutarak hendekten çýkmasýna yardým etti. Sonra da “Yâ Re*sû*lal*lah, anam ba*bam size feda olsun! Kayaya vurduðunuz zaman ondan bazý parýltýlarýn çýktýðýný gör*düm. Bunlar nedir?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz þöyle açýkladý:
“Kayaya ilk darbeyi indirdiðim zaman yayýlan ve sizin gördüðünüz ýþýk bana Hire þehrinin köþklerini, kisranýn Medâyin þehrini aydýnlattý. Cebrâil, ümmeti*min oralara hâ*kim olacaðýný haber verdi. Kayaya ikinci darbeyi indirdiðim za*man yayýlan ýþýk bana Rum ülkesinin kýzýl köþklerini saraylarýný aydýnlattý. Cebrâil de ümmetimin oralara hâkim olacaðýný müjdeledi. Üçüncü darbeyi in*dirdiðim zaman yayýlan ýþýk ise San’a [Yemen] diyarýnýn köþklerini saraylarýný aydýnlattý. Cebrâil, ümmetimin oralara da hâkim olacaðýný haber verdi. Sevini*niz! Ümmetim yardým ve zafere nail olacaktýr.”
Peygamberimiz bu son cümleyi üç defa tekrar etti. Sahabiler bu müjde karþýsýnda “Allah’a hamdolsun. O, vaadinde sadýktýr. Müþriklerin kuþatmasýndan sonra yardýma nail olacaðýmýzý bize vaat buyuruyor.” diyerek sevindiler.
Peygamberimiz bu müjdeyi verdikten sonra kisranýn (Ýran hükümdarýnýn) Medâ*yin’deki beyaz köþkünü Hz. Selmân’a tarif etti. Hz. Selmân, Ýranlý olduðu için köþklerin vasýflarýný biliyordu. Bu tarif üzerine “Doðru söylüyorsunuz, yâ Re*sû*lal*lah! Seni hak din ve kitap üzere gönderen Allah’a yemin ederim ki, onun özellikleri aynen böyledir. Senin Allah’ýn Peygamberi olduðuna þehadet ede*rim.” dedi.
Re*sû*lul*lah (asm.) son olarak þöyle buyurdu:
“Ey Selmân! Allah benim vefa*týmdan sonra þu fetihleri size nasip edecektir: Þam muhakkak fetholunacak. Bi*zans hükümdarý Herakliyus, ülkesinin en uzak yerine kadar kaçacak, çekilecek. Bütün Þam’a size hâkim olacaksýnýz. Hiç kimse size karþý koyamayacak. Ye*men muhakkak fetholunacaktýr. Ondan sonra da kisra öldürülecektir!...”
Peygamberimiz, Ashâbýna bu müjdeyi verirken münafýklar dedikoduya baþ*ladýlar: “Siz korkudan meydana çýkmayýp hendek kazdýðýnýz bir sýrada Pey*gamber’in Medine’den Hire köþklerini, kisranýn Medâyin’ini gördüðünü ve ora*larýn tarafýnýzdan fet*ho*lunacaðýný söyleyip size boþ vaatlerde bulunmasýna þaþ*maz mýsýnýz?!” diyerek onlarýn maneviyatýný sarsmaya çalýþtýlar.[3]
Ancak onlarýn bu dedikodularý, sahabilerin, Peygamberimizin doðruluðuna olan iti*mat*larýný zerre kadar sarsmadý. Çünkü onlar, Peygamberimizin nübüv*vet nuruyla asýr*lar sonrasýný görüp haber verdiðine kesin olarak inanýyorlardý.[4]Nitekim Peygamberi*mi*zin en sýkýþýk bir zamanda verdiði bu müjde çok geçme*den Hz. Ömer ve Hz. Osman zamanýnda gerçekleþti. Müslümanlar bu sayýlan þehirleri ve ülkeleri fethettiler. Hz. Selmân bu müjdeden birkaç yýl sonra, “Ben bütün bunlarýn gerçekleþtiðini gördüm.” diyerek Cenâb-ý Hakk’a bu nimetinden dolayý þükretti.
Hendek kazma iþi yaklaþýk olarak altý günde tamamlandý. Böylece Müslü*manlar kendilerini emniyet içerisine almýþ oldular. Bundan sonra artýk müþrik*lerin gelmelerini beklemekten baþka yapýlacak bir þey yoktu. Nihayet müþrikler gelmekte gecikmediler. Bir an önce Müslümanlarý ortadan kaldýrmak için acele ediyorlardý. Kendilerinden son derece emindiler. Fakat Medine’nin giriþinin ge*çilemeyecek derecede hendeklerle çevrildiðini görünce neye uðradýklarýný þa*þýrdýlar. Müþrikler þimdiye kadar böyle bir harp taktiði görmemiþlerdi. Uzun bir kuþatmadan sonra maðlup ve periþan bir vaziyette Mekke’ye yüzleri üstü dön*mek zorunda kaldýlar.
Böylece Hz. Selmân’ýn teklifi ve Allah’ýn yardýmý sayesinde Müslümanlar büyük bir tehlikeden kurtulmuþ oldular. Ayrýca bununla, bir istiþare akabinde alýnan karar uygulanmakla hem düþman tehlikesi savuþturulmuþ oldu, hem de müstakbel fetihlerin müjdesi ikram edildi.
Hz. Selmân, sahabiler arasýnda Peygamberimize olan yakýnlýðýyla temayüz etmiþti. Her vakit Re*sû*lul*lah’ýn hizmetinde bulunur, Hane-i Saadet’ine girip çý*kardý. Gece geç vakitlere kadar Peygamber Efendimizle sohbet eder, nübüvvet mektebinden feyiz alýrdý. Re*sû*lul*lah da Selmân’a (ra.) ikramda bulunurdu. Yi*ne bir gün Hz. Selmân, Peygamberimizin ziyaretine gitmiþti. Re*sû*lul*lah yastý*ða yaslanmýþ, oturuyordu. Hz. Selmân gelince, evde baþka yastýk bulunmadýðý için, yaslanmýþ olduðu yastýðý ona verdi ve þöyle buyurdu:
“Ey Selmân, bir Müslüman herhangi bir Müslüman kardeþine uðradýðý za*man eðer o Müslüman kardeþi ona ikram olsun diye altýna bir yastýk býrakýrsa, Cenâb-ý Hak onun günahlarýný baðýþlar.”[5]
Selmân, Peygamberimize olan yakýnlýðýnýn peþin mükâfatýný gördü. Ýlimde müstesna bir mevkie yükseldi. Re*sû*lul*lah’ýn “Muhakkak Selmân ilimle dol*muþtur.”[6]methine mazhar olurken, Hz. Ali de “Öncekilerin ve sonrakilerin ilmi Selmân’dadýr; o, tükenmez bir denizdir.” diyordu. Diðer taraftan, Hz. Muâz bin Cebel gibi büyük bir âlim vefat ederken talebelerine, ilmi Selmân’dan almalarý*ný vasiyet ediyordu.[7]
Hz. Selmân sýk sýk Peygamberimizi ziyaret edip onun sohbetinde ve hizme*tinde bulunduðu gibi, bazen de Re*sû*lul*lah onu ziyaret eder, gönlünü alýrdý.
Bir gün Hz. Selmân hastalanmýþtý. Peygamberimiz onu ziyaret etti ve “Ey Selmân! Ce*nâb-ý Hak sana þifa ihsan etsin, senin günahlarýný baðýþlasýn ve ha*yatta kaldýðýn müd*detçe sana din ve beden saðlýðý versin!” duasýnda bulun*du.[8]
Hz. Selmân gibi fakir ve kimsesiz birinin Peygamberimizin bu derece yaký*nýnda bulunmasý ve onun iltifatýna mazhar olmasý, Ýslam’a yeni yeni ýsýnan, fakat henüz Müslüman olmamýþ bulunan bazý kimseleri rahatsýz ediyordu. Onlar böyle basit elbise giymiþ fakir kimselerle beraber olmayý gururlarýna yediremiyorlardý. Bir gün Hz. Selmân ve Ebû Zer’i (ra.) kastederek, Peygamber Efendi*mize þöyle bir teklifte bulundular:
“Yâ Muhammed! Ne zaman senin yanýna gelsek bu fakir kimseleri yanýnda buluyoruz. Biz Mudar kabilesinin eþrafýyýz. Bunlarý yanýndan uzak tut ki, sana iman edelim. Biz bunlarla bir arada bulunmaktan âr duyuyoruz, nefsimize yediremiyoruz! Þayet biz iman edersek her kabile iman eder.”
Onlarýn tatbiki mümkün olmayan bu isteklerinin hemen akabinde þu âyet-i kerime nazil oldu:[9]
“Ey Muhammed! Rab’lerinin rýzasýný dileyerek sabah ak*þam O’na ibadet edenlerle sabret. Sakýn dünya hayatýnýn aldatýcý ziynetine kapýlýp gözünü Ashâbýndan ayýrma!”[10]
Vahiy tamam olunca Re*sû*lul*lah (asm.) hemen Hz. Selmân’ý ve Ebû Zer’i aramaya baþladý. Onlarý bir köþede Cenâb-ý Hakk’ý zikrederken buldu ve þu müjdeyi verdi:
“Sizinle beraber sabretmeyi emretmeden canýmý almayan Allah’a hamd ve senalar olsun! Þunu bilin ki, ben yaþadýðým müddetçe aranýzda yaþayacaðým, öl*düðüm zaman aranýzda öleceðim...”
Hz. Selmân’ýn hususiyetlerinden birisi de misafirperverliðiydi. Misafire ik*ramda hiç kusur etmezdi. Evinde az-çok ne varsa misafirin önüne koymaktan çekinmezdi. Çünkü Peygamber Efendimiz bir hadisinde þöyle buyurmuþ*tu:
“Bir kimse ev sahibinin önüne koyduðu yemeði hor görürse, o kimse helakte*dir; evindeki yemeði hor gördüðü için misafirlerin önüne koymaktan çekinen kimse de helak olmuþtur.”
Bir defasýnda Þakik bin Seleme (ra.) ile bir arkadaþý, Hz. Selmân’a misafir ol*muþtu. Selmân evde mevcut olan yiyeceklerden bir sofra hazýrladý. Sofraya oturdular. Yemek esnasýnda Hz. Þakik’in arkadaþý, “Sofrada biber de olsaydý daha iyi olurdu!” dedi. Hz. Selmân’ýn biber alabilecek parasý yoktu. Fakat misa*firin isteðini de karþýlamak istiyordu. Yanýndaki matarasýný rehin göndererek biber getirtti. Yemekten sonra biber isteyen zat, “Bize kanaat veren Allah’a þü*kürler olsun!” deyince Hz. Selmân dayanamadý ve þöyle dedi:
“Sofradakine kanaat etseydin, benim su mataram rehin olmazdý!”[11]
Hz. Selmân, Ýslam’ýn kahraman bir mücahidiydi. Hz. Ömer’in ha****liði zama*nýnda Ýran’ýn fethi için hazýrlanan orduya iþtirak etti. Bu orduda çok mühim hiz*metlerde bulundu. Çünkü kendisi de Ýranlý idi... Bu sebeple, bilmedikleri toprak*larda ilerleyen Ýslam ordusuna kýlavuzluk yaptý. Onlara Ýranlýlarýn kullandýklarý silahlar ve savaþ taktikleri hakkýnda bilgi verdi. Ýran ordusunun savaþ için kul*landýklarý filleri nasýl öldüreceklerini öðretti. Bu arada Ýranlýlarýn Ýslamiyet’i ka*bul etmeleri hususunda elinden gelen gayreti gösterdi. Onlarý kendi lisanlarýyla Müslüman olmaya davet etti. Ýslamiyet’in güzelliklerini anlattý. Kabul etmedikleri takdirde cizye vermelerini teklif etti. Fakat onlar bu tekliflerden hiçbirisini kabul etmediler. Neticede iki ordu arasýnda büyük savaþlar oldu. Ýslam ordusu parlak zaferler kazandý.
Ýran’ýn fethinden sonra Hz. Ömer, Selmân’ý (ra.) Medâyin’e vali olarak tayin etti. O, bu vazifeyi layýkýyla yerine getirdi. Medâyinlilerin sevgisini kazan*dý.[12]
Hz. Selmân’ýn hayatý basit ve sade idi. Köle olduðu zaman nasýl giyiniyor ve ne yiyorsa, Medâyin valisiyken de ayný hâl üzere devam etti. Her türlü þatafattan ve gösteriþten uzak durdu.
Hz. Selmân, emri altýndakilere iyi muamele eder, onlara aðýr iþ vermezdi. Ay*rýca onlara iþlerini yaparken yardýmcý da olurdu. Hattâ kölesine dahi iþinde yar*dým ederdi. Bir defasýnda hamur yoðuruyordu. Ziyaretine gelen bir zat bunu gö*rünce þaþýrdý. “Bu ne hâl?!” diye sormaktan kendini alamadý. Hz. Selmân, “Hiz*metçiyi bir iþe gönderdik, bir de bu iþi kendisine yüklemek istemedik.” cevabýný verdi.
Hz. Selmân’ýn en büyük hususiyetlerinden birisi de cömertliðiydi. Valilik maaþý olan beþ bin dirhemi alýr almaz hemen fakirlere daðýtýrdý. Kendi ihtiyaç*larýný ise sepet yaparak karþýlardý. Bir sepeti üç dirheme satar, bu üç dirhemden birisiyle tekrar sepet yapmak için hurma yapraðý alýr, bir dirhemi kendisi için harcar, bir dirhemi de yine sadaka olarak daðýtýrdý.[13]Misafirsiz yemek yemez*di. Fakirleri, kimsesizleri evine davet eder, onlara ikramda bulunurdu.
Hz. Selmân dost ziyaretine çok ehemmiyet verir, bunda Allah’ýn rýzasýndan baþka bir gaye aramazdý. Bir defasýnda samimi dostu Ebû’d-Derdâ’yý (ra.) ziya*ret etmek için Medâyin’den Þam’a yaya olarak gitmiþti…
Hz. Selmân, hastalarý ziyaret eder, onlarý teselli eder ve sabýr tavsiyesinde bu*lunurdu. Bir defasýnda hasta bir dostunu ziyarete gitmiþti. Dostu çok büyük ýstýrap çekiyordu. Hz. Selmân onun bu hâlini görünce þu müjdeyi verdi:
“Cenâb-ý Hak, mümin kuluna bir hastalýk verir, sonra sýhhatini iade ederse, buna sabrettiði takdirde bu hastalýk kendisinin geçmiþ günahlarý için keffaret olur. Daha sonra iþleyeceði günahlar için de bir keffaret sebebi sayýlýr. Yine Al*lah günahkâr bir kuluna bir hastalýk verir, sonra sýhhatini iade ederse; þayet o in*san sabretmemiþ, devamlý þikâyette bulunmuþsa, o kul da sahipleri tarafýndan ayaðý baðlanýp salýverilen, ayaðýnýn niçin baðlandýðýný, çözüldüðü zaman da niçin çözüldüðünü bilmeyen bir deve gibidir.”
Hz. Selmân üç þeye aðlar, üç þeye de gülerdi. Güldüðü þeyler þunlardý:
(1) Ölüm kendisini aradýðý hâlde dünya için ümit besleyen, (2) Rabb’i kendisinden gaflet etmediði hâlde gaflete düþen (3) Rabb’inin rýzasýný mý, yoksa gazabýný mý kazandýðýný bilmediði hâlde kahkahayla gülen...
Aðladýðý üç þey de þunlardý:
(1) Peygamberimizden ve sahabilerden ayrý ka*lýþýna, (2) ölüm döþeðine düþerken ölümün korkunç zorluklarýyla karþýlaþmaya, (3) kýyamette Allah’ýn huzurundan ayrýlýrken cennete mi cehenneme mi gön*derileceðini bilemeyiþine…[14]
Hz. Selmân’ýn ibadet hususundaki tavsiyesi þöyleydi:
“Beþ vakit namazý muntazam kýlýn! Büyük günah iþlemediðiniz müddetçe beþ vakit namaz küçük günahlara keffaret olur. Bir kimse gecenin karanlýðýný ve insanlarýn gafletini fýr*sat bilerek günah iþlerse, bu adam kârda deðil, zarardadýr. Gecenin karanlýðýný ve halkýn gafletini fýrsat bilerek kalkýp namaz kýlan kimse kârdadýr. Namazýný kýldýktan sonra yatýp uyuyan kimse ne kârdadýr, ne zararda... Çok ibadet ederek kendini ibadet edemeyecek hâle getirmekten sakýn; normal, fakat devamlý ola*rak ibadet et.”
Selmân-ý Fârisî, Peygamberimizin mübarek sözlerinin bize kadar ulaþmasýn*da birçok hizmet yapmýþtýr. Onun rivayet ettiði hadislerden birisi þu mealde*dir:
“Bir defasýnda Re*sû*lul*lah ile birlikte bir aðacýn altýnda oturuyordum. Pey*gamberimiz aðacýn kuru bir dalýný tutarak yapraklarý dökülünceye kadar salladý ve bana, ‘Ey Selmân, böyle yapmamýn sebebini niçin sormuyorsun?’ buyurdu. Ben, ‘Niçin öyle yapýyorsunuz?’ dedim. Bunun üzerine þöyle buyurdu: ‘Bir Müslüman, güzelce ab*dest alýp beþ vakit namazýný kýlarsa, þu dalýn yapraklarýnýn döküldüðü gibi onun da günahlarý dökülür.”[15]
Takva ve zühd ehli olan Hz. Selmân bir keresinde hastalanmýþtý. Sa’d bin Ebî Vak*kas onun ziyaretine geldi. Hz. Selmân aðlýyordu. Hz. Sa’d, “Niçin aðlýyor*sun? Hâlbuki vefat edersen arkadaþlarýna kavuþacaksýn. Havz-ý Kevser baþýnda Re*sû*lul*lah ile buluþacaksýn... Peygamberimiz senden hoþnuttu!” dedi.
Hz. Selmân ona þu cevabý verdi:
“Ben ne ölümden korktuðum için ne de dün*yadan ayrýlmak istemediðim için aðlýyorum. Beni aðlatan, Re*sû*lul*lah’ýn þu tavsiyesidir: ‘Dünyada sizden birinizin sahip olacaðý mal, yolcunun taþýyacaðý azýk kadar olsun.’ Hâlbuki çevreme bakýyorum, bunca servet var!”
Oysa Hz. Selmân’ýn eþyasýnýn hepsi 15 dirhem deðerindeydi. Daha sonra Hz. Sa’d, Selmân’dan (r.a.) kendisine bir öðüt vermesini istedi. O da þu ib*retli öðüdü verdi:
“Bir þeye karar verirken veya bir meselede hükmünü belirtirken yahut bir malý taksim ederken Rabb’ini hatýrla.”[16]
Hz. Selmân vefatýna yakýn hanýmýný yanýna çaðýrdý ve þöyle dedi:
“Þu kapýlarý aç. Bugün ziyaretçilerim var. Onlarýn hangi kapýdan gelecekleri*ni bilmiyorum. Sonra da, sana saklaman için verdiðim miski getir. Onu suda ýsla*tarak karýþtýr. Meydana gelen kokuyu yataðýmýn etrafýna serp. Çünkü ziyareti*me gelecek olanlar yemek yemezler, ama güzel kokuyu severler. Söyledikleri*mi yaptýktan sonra da aþaðýya in.”
Hanýmý onun söylediklerini harfiyen yerine getirdi. Sonra birtakým fýsýltýlar iþitti. Yukarý çýktýðýnda, Hz. Selmân’ýn ruhunu teslim ettiðini gördü.[17]
Evet, Peygamberimizin “Cennet üç kiþinin hasretini çeker: Ali, Ammar bin Yâsir ve Selmân…”[18]þeklindeki müjdesine mazhar olan Hz. Selmân, böylece cennette, baþta Peygamberimize ve diðer sahabilere kavuþtu.
Allah ondan razý olsun![19]

selam ve dua ile..


_______________________________________
[1]Tabakât, 4: 75-79; Üsdü’l-Gàbe, 2: 330.
[2]Sîre, 1: 235; Tabakât, 4: 79-80.
[3]Üsdü’l-Gàbe, 4: 412; Hilyetü’l-Evliyâ 1: 172, 190.
[4]Tabakât, 4: 83-84; Sîre, 3: 23.
[5]Hayâtü’s-Sahâbe, 2: 281.
[6]Buhârî, Savm: 50; Tabakât, 4: 85.
[7]el-Hilye, 1: 197; Tabakât, 4: 86.
[8]Hayâtü’s-Sahâbe, 2: 334.
[9]Tefsîrü’l-Kurtubî, 10: 390.
[10]Kehf Sûresi, 28.
[11]Hayâtü’s-Sahâbe, 2: 107.
[12]Hilyetü’l-Evliyâ, 1: 189.
[13]Tabakât, 4: 88-89.
[14]Hilyetü’l-Evliyâ, 2: 206-207.
[15]Hayâtü’s-Sahâbe, 3: 108, 60-61.
[16]age., 2: 164-165.
[17]Hilyetü’l-Evliyâ, 1: 207-208.
[18]Tirmizî, Menâkýb: 34.
[19]Tabakât, 4: 93.