TUĞRA TARİHÇE:



Osmanlı Padişahlarının isim ve lakaplarını ihtiva eden alamet, imzasına denir. Ferman, berat ve saire ile paralarda padişahların nişan ve alametleri olarak kullanılırdı. Hükümdarların imzası olan tuğrayı çekene tuğrayi, tevkii veya nişancı denilirdi. Tuğralarda Hükümdarların isminden başka babalarının ismi de yazılırdı. Tuğra aynı zamanda hükümdarın isim ve lakaplarının kalın kalemle yazıldığı nakıştır.

Tuğrayı, Oğuz Han'ın da kullandığı söylenir. Türk-İslam devletlerinden Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları Memluklular ve Osmanlılar da kullanırdı. Tuğranın şekil, muhteva ve estetik bakımdan en gelişmiş numunelerine Osmanlıda rastlanır. Osmanlılar tuğrayı Anadolu Selçukluları ve devamı olan Anadolu Beyliklerinden aldılar. Osmanlılarda tuğra ilk defa Orhan Bey (1326-1359) zamanında görülür. Orhan Bey bunu Anadolu Selçuklularından almıştır. Orhan Bey'in tuğralarından biri Hicri 724 Rebiulevvel, diğeri ise 749 Rebiulahır tarihlidir. Daha sonra Murad Han'dan itibaren tuğralara hükümdarların adlarıyla birlikte babalarının da adları yazılmaya başladı. Orhan gazi ile oğlu Murad bin Orhan, Emir Süleyman bin Bayezid diye yazılı olup, Sultan Mehmed'ten itibaren "Han" sıfatı ilave edildi. Tuğranın üç keşideli ve çifte kavisli şekli Birinci Murad Han'dan itibaren görülür. Bundan başka "Cümle-i Düaiyye" olarak "Muzaffer Daima" yazılması Sultan İkinci Murad Han'dan itibaren görülmektedir.

Tuğranın sikkede görülmesi Sultan Birinci Murad Han (1359-1389) zamanındadır. Osmanlı Padişahlarının tuğrasını buna mahsus vezir taşırdı. Her tuğrada Padişahın adı, bunun üstünde babasının adı, daha yukarıda "El Muzaffer Daima" yazılıdır. Osmanlıda altın paranın basılması, Sultan Orhan Han zamanında başladı. Her padişahın bastırdığı altın ve gümüş paraların bir yüzünde bir tuğra, arka yüzünde, basıldığı şehrin adı ile padişahın tahta çıktığı yıl, cülus ettiği yıl yazılıdır.

Padişahların tuğraları ahitname, Name-i Hümayun, ferman, berat ve sairenin üstüne ve ortaya konulurdu. Tuğra kağıtların ve yazıların büyük, orta ve küçük oluşuna tabi olup, yazı ve kağıtlarda uygun büyüklükte çekilirdi. Tuğraların sağ tarafına çiçek koymak ve mahlas yazmak adeti sonradan çıktı. Son devirlerde berat, menşur, ferman, ahitname, ve saire üzerine çekilen tuğra, paralarda ve defterhane defterlerinin (arazi, timar ve saire) başlarına da çekilmiş olup, daha sonraki tarihlerde ise, bir arma olarak senetlerde, pullarda, bayraklarda, nüfus kağıtları üzerlerinde, binalarda, yapılan çeşme, cami, imaret kitabeleri üzerinde de görülmek suretiyle genelleşti.

Tuğra yapı olarak dört bölümden meydana gelir.

1- Halk arasında sele de denilen, sözlük anlamı "Açık duran baş parmağın ucundan işaret parmağının ucuna kadar olan uzaklık" demek olan sere veya kürsü; tuğra metninin kısmıdır. Bunda padişahın ve babasının adları ile Şah, Han, El Muzaffer kelimeleri yazılıdır.

2- Beyze: "Bin" ile "Han" kelimelerinin "N" harflerinin kıvrılmasıyla meydana gelen ve iç içe yazılan iki kavise denir. İç beyze ve dış beyze adı verilen bu iki kavis tuğranın sol tarafındadır. "Daima" kelimesi bunun ortasındadır.

3- Tuğ veya Elif: Tuğranın yukarısına uzanmış olan Mızrak şeklindeki çekmeye (elife) verilen addır. Bunların üzerine flama gibi çekilen kıvraklara zülüf veya zülfe denmektedir.

4- Hançere veya Kol: Beyzelerin devamı olan ve "El-Muzaffer" kelimesinin üzerinden geçerek tuğranın sağına doğru muvazi iki çizgi halinde uzanan kısma denir.

Padişah vesikalarında Tevki-i humayun, Nişan-ı humayun, Nişan-ı şerif-i alişan, misal-i meymun, alamet-i şerif, tuğra-ı garra gibi isimlerle zikredilen tuğra, Osmanlılarda tuğrakeş ve hattatlar eliyle yüzyıllarca işlenerek güzelleşti. İçlerinde özellikle Sultan Üçüncü Ahmed Han gibi bazı Padişahlarda tuğralarını bizzat kendileri san'atlı bir şekilde yazmışlardır. Sultan Birinci Süleyman Han (1520-1566) devrinden kalan bir çok tezhipli tuğraların gösterdiği gibi 16. yüzyıldan itibaren daha güzel bir şekil alan tuğra, 18. yüzyıl başlarından itibaren daha da gelişti. Tuğraların son şekli, Sultan İkinci Mustafa Han (1695-1703) zamanında başlamıştır. Osmanlılarda yazının gelişmesini takip ederek hat ve istif olarak Sultan İkinci Mahmud Han'ın son yıllarında en mükemmel şeklini aldı.



Die Tuğra - Das großherrliche Zeichen:

Die Tuğra (tuğra) war eine Erscheinungsform der Kalligrafie, nämlich die kalligrafische Gestaltung des Namenszuges des regierenden Sultans. Sie kann als ein Phänomen betrachtet werden, für das in anderen Kulturen keine Parallelen existieren.

Form und Gestaltung der Tuğra
Das kunstvolle Emblem der Tuğra setzte sich aus mehreren obligatorischen Komponenten zusammen, dem Namen des Sultans, dem Namen seines Vaters, sowie deren Titel. Letztere beschränkten sich in der Regel auf die Bezeichnung "schah" (pers. König) sowie den ursprünglich mongolischen Herrschertitel "han/khan". Gelegentlich waren auch Ehrentitel (z.B. al-Gazi, osm.-türk. Förderer des Islam) Bestandteil des Zeichens. Dazu kam noch eine von Murat II. (reg. 1421-1451) eingeführte besondere Wunsch- oder Siegesformel, die Invocatio (muzaaffer). Diese lautete “al-muzaaffer daima“ (arab. der allzeit Siegreiche bzw. siegreich immerdar). Auch die Signatur eines Kalligrafen konnte bei einer Tuğra stehen, oder dieser konnte der Namen eines Heiligen, ein Koranvers oder ein Hadith beigefügt sein. Die Übersetzung einer einfachen Tuğra lautet: “Schah x, Sohn des Schah y Khan, der allzeit Siegreiche“.

Der eigentliche Schriftzug (kürsü, sere) mit Namen und Titel war in sich so verschlungen und verdichtet, dass er kaum lesbar war. Er wies charakteristische und immer gleichbleibende grafische Elemente auf, die im Laufe der Zeit lediglich in den Einzelheiten ihrer Form variierten. Die auffallendsten Bestandteile waren die drei hohen vertikalen Aufstriche, die sog. Schäfte (tuğ), die für den Buchstaben A (alif) standen. Daran setzten die “Locken“ (zülfe), parallel verlaufende, s-förmige Fahnen an, sowie die horizontal ausschwingenden “inneren und äußeren Schlaufen“ (iç beyza und diş beyza). Diese liefen rechts in einem doppelten Schweif, welcher als “Dolch“ (hançer) oder “Arme“ (kol) bezeichnet wurde, aus. In der inneren Schlaufe stand die Siegesformel “muzaaffer“.

Bereits im 14. Jh. führte der zweite regierende Osmanensultan Orhan (reg. 1326-1360) die Tuğra als Herrschaftsemblem. Ihre typische Grundform entstand unter Mehmet II. (reg. 1451-1481), dem Eroberer, einem der wichtigsten Osmanenherrscher, ihre klassische Ausprägung erhielt sie unter dem berühmtesten osmanischen Sultan, Süleyman I. (reg. 1520-1566), dem Prächtigen.

Für die Ausführung der Tuğra benutzte man schwarze, aber auch farbige - rote, grüne oder blaue - Tinte sowie Goldtusche. Ab Mehmet II. konturierten die Kalligrafen die Tuğra mit Goldfarbe oder gingen dazu über, die Felder zwischen den Buchstaben mit Goldsprenkeln oder -füllung zu versehen. Oft waren die Zwischenräume des Schriftzuges sowie die Randbereiche prachtvoll dekoriert und mit Ornamenten, meist mit Blumen und Rankenwerk, ausgestaltet. Die Proportionen der Tuğra entsprachen manchmal nicht nur ästhetischen Regeln, sondern sogar mathematisch errechneten Verhältnissen.

Es ist anzunehmen, dass bei der Zeichnung des Emblems die Wahl der Schrift und der Farben keineswegs beliebig war, sondern dass ihnen innerhalb des osmanischen Protokolls eine bestimmte Bedeutung zukam. Wahrscheinlich steht die mehr oder weniger reiche Ausstattung und die unterschiedliche Farbigkeit im Zusammenhang mit der Bedeutung eines Schriftstücks oder dem Rang des Adressaten.

Funktion und Bedeutung der Tuğra
Die Tuğra verkörperte symbolisch die Staatsmacht und die Herrschaft des Sultans. Sie wurde als seine offizielle Signatur verwendet und verlieh den staatlichen Urkunden Rechtmäßigkeit und Gültigkeit. In diesem Sinne ist sie mit einem staatlichen Stempel oder Siegel vergleichbar. Daher erschien das Schriftbild des großherrlichen Namens im Kopf eines jeden staatlichen Dokuments, auf den Schriftstücken, die der Staatsrat und die Verwaltungsbeamten des Osmanischen Reiches im Namen des Sultans verfassten, dem “berat“, der Privilegien und die Bewilligung von privatem Grundbesitz gewährte, den Ernennungsurkunden “menşur“ und auf den großherrlichen Erlassen (ferman). Für die Anbringung des Emblems war ein eigener Hofbeamte, der "tuğrakeş", verantwortlich, zeitweise fiel sie auch in die Zuständigkeit des Kanzlers (nişancı) selbst.

Auch als Münzbild fand die Tuğra in ihrer Eigenschaft als großherrliches Signum Verwendung. Ebenso diente sie als Beschaumarke der Palastwerkstätten für Edelmetalle. Ins Metall eingestempelt garantierte sie dessen Fein- und Reinheitsgehalt.