ŞEH SAİT

Susan Ayaklanması (1925 – 1937) isyanı bastıran birlikler bölgedeki asi aşiretlerin üzerine giderek temizleme hareketine girişmiş ve büyük başarı sağlanmıştır. Bu çerçevede Siirt ve Diyarbakır çevresinde yaşayan Raçkotan ve Roman aşiretlerinin ellerindeki silahların toplanması düşünülüyordu. 1935 yılı Nisan ayında hayvan sayımını engellemek isteyen Susanlılarla hükümet kuvvetleri arasında çıkan çatışmada kaymakam öldü müftü de yaralandı. 10 Temmuz 1936’da ise Hükümet Beşir, Silvan ve Garzon bölgelerine nakledilmiş olan Kürtlerin, göçmen statüsü ile iskan edilmelerine karar verdi. Bölge yasak bölge ilan edilip iskana başlandı. Yöre halkı Aydın, Balıkesir, Burdur, Isparta, Afyon, Muğla, Bolu illerine gönderildi. Harekat 1937 yılına kadar sürdü ve bölgede sükunet sağlandı.
Aynı isyanı Şeyh Sait isyanından sonra İskender Bey, Doktor Mehmet Şükrü Sekban vb. Kürt ileri gelenleri yeni ve daha milliyetçi içerikte bir girişimi başlattılar. Kürtlerle devlet göçlerinin ilk karşılamaları 16 mayıs 1926 tarihine rastlar. Ordu birinci ve ikinci denemelerde isyanı bastıramaz. İsyanın asıl alevlenmesi 1930 yılındadır.
Ayrı bağımsız Kürdistan’ın bir vilayeti ilan edildi. Celali aşireti İbrahim Heski paşalık rütbesiyle Ağrı’ya tayin edildi. Bu gelişmeler üzerine hükümet 1930 yılı haziran ayında Ağrı da bir tenkil harekâtına girişilmesine kararlaştırdı. Karara göre isyan bölgesinde jandarma alayları için lazım olan yerlerden başka makul yer bırakılmayacak. Bu suretle iskan ihtiyaçlarından tamamıyla yoksun olan asiler ya dağılacak veya İran’a sığınmaya mecbur olacaklardı. Bu taktirde mesele İran'la halledilecekti. 4 Eylül 1930 tarihinde hareket emri verildi. İlk başlarda Salih paşa komutasındaki birlikler bir başarı elde edemediler. Ancak bu arada Türkiye ile İran arasında bir sınır düzeltilmesi yapılarak Van’ın bir bölümü İran’a verildi. Küçük Ağrı Türkiye sınırları içine alındı. Böylece isyancıların İran yolu kapanmış oldu. Çembere alınan Kürtler açlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar ve yarma hareketi ile İran’a sığındılar. Askeri birlikler bir süre tedip ve tenkil harekatı sürdürdü. İsyanı doğrudan katılan birçok köy yitirilirken teslim olmamakla direnen birçok kişide öldürüldü.
1926 – 1930 Döneminde Diğer Ayaklanmalar
şeyh Said İsyanına katılan bazı guruplarında sığındığı Dersin’i denetim altına almak isteyen hükümet koşulları kabul edilmeyince 19 Eylül 1926 tarih de tedip kararı aldı. 1926 Ekim’inde Ovacık, Çemişkezek çevresinde başlayan harekat güçlü Koşuağı aşiretinin teslim olmasıyla sonuçlandı. Ancak beklenenin çok altında silah teslim edilince bunun zaman kazanmak için yapıldığı kanısına vuran hükümet sayıları 2500 dolaylarında olduğu tahmin edilen isyancıların imhasına karar verildi bu da halkın ayaklanmasına sebep oldu. 26 Mayıs 1972 tarihinde tenkille görevlendirilen askeri birlikler bölgeye hareket ederek isyan bölgesini sıkı bir çember altına aldılar.
Vatan 1960 yıllığı v.v. Mimarı Kürtler Komul Yayınları İstanbul, 1977

Ancak isyanın elebaşı Mehmet Ali Tunus’u ele geçirilemedi. 1929 Mayısında Eruhta Jilian aşireti reisi Resul’ün nedensiz tutuklanmaya çalışılması üzere çıkan Asi Resul İsyanı kısa sürede bastırıldı ve olaya neden olan jandarma subayları açığı alındı. 1930 Mayısında Van’ın Zeylan ve Celali aşiretleriyle Siirt’teki Bekiram, Muş’taki Haydaran, Banuki, Bitlis’in Adaman Aşiretleri isyana kalkıştılar. İsyancılar 20 Haziran 1930 da Çaldıran Beyazıt Telgraf hattını kestiler. Ardından Zeylan bucak merkezi ve jandarma karakolu basıldı Eylül ayının ortalarına kadar süren harekatlarda isyanın merkezi konumundaki Çakır Bey mahiyesi yerle bir edildi.
Ağrı’da isyan halindeki İhsan Nuri ve arkadaşlarına destek vermek isteyen Hobun cemiyeti mensubu bir gurup Kürt 3 – 4 Haziran gecesi Mardin’e saldırmayı deneyip Mazı dağına çekildiler. Bu sıra Şeyh Ahmet Barzani komutasındaki 500 kişilik silahlı gurup Oramar’daki askeri kışlaya baskın düzenlendi. Önceden öğrenilen baskın harekatı geri püskürtüldü. Ancak bu olay Oramar ve Semdinan yöresindeki Beravik ve Sikan Aşiretlerini isyanı katılmasına yol açtı. Bölgeye takviye kuvvetler gönderildi ve isyancıların bulundukları bölgeler uçaklarla bombalandı. Bir hafta kadar süren bu çarpışmalardan sonra kendi aralarında birlik sağlayamamış olan isyancılar büyük kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldılar.
DERSİM HAREKATI

Genel kurmay başkanı Çakmak’ın Erzincan’a ilişkin raporu üzerine ekim 1930’da gülümer’de bir tedip harekatı başlatıldı. Ancak Dersim’e yönelik harekatlar daha önceden başlatılmıştır. 14 Haziran 1934’te kabul edilen “2510 nolu iskan kanunu hazırlandı 1935 te dersim’in vilayet teşkilatına alınması için bir kanun hazırlandı.
Rafet Ballı Kürt Dosyası, Cem Yayınevi İstanbul.
25 Aralık 1935 tarihli bu konum Dersim’in ismini Tunceli olarak değiştiriliyordu. Birinci maddesinde, Tunceli iline Komutan rütbesinde bir kişinin Vali ve Kumandan olarak atanacağı denilirken, 33. Maddesinde ise idam hükümlerinin vali ve kumandan tarafından tecile lüzum görülmediği taktirde infazı emirolunur. Hükmü yer almaktadır.
21 Mart 1937 de yeni yapılan Kahmut Köprüsü yakıldı. Bunun üzerine uçuklarla bazı bölgeler bombalandı. Bu arada Seyit Rıza oğlu Bra İbrahim Dest köyünde öldürüldü. Derhal sin köyünü kuşatan seyit Rıza’nın adamları katillerin teslim edilmesini istediler. İstekleri geri çevrilince 80 kişiyle sin karakoluna saldırdılar. Uzun süren çarpışmalardan sonra zayıf düşen Seyit Rıza İngiliz Dış İşleri Bakanlığına 30 Temmuz 1937 tarihinde bir mektup yazarak Kürtlere destek olunmasını istedi. Bu sırada Seyit Rıza 5 eylül 1937 de adamları ile tutuklandı. Seyit Rıza ile İsyanı önderleri konumundaki 11 kişi 18 kasım 1937’de Elazığ da asıldılar. 1938 yılında sürdürülen harekat sonrasında Demen anlılar dışındaki bütün aşiretleri tedi edilirken Demenanlılar dağlık bölgelerde 1942’ye kadar direndiler.
PKK bölgedeki bütün bu ayaklanmaların ortak özelliği bağımsız bir Kürt devleti kurmaktır. Bunlardan 1924 ve 1925’teki isyanlar İngilizlerle Musuz meselesi görüşülürken; 1937’deki isyanda Hatay meselesi ele alındığında emperyalist devletlerin Türkiye Cumhuriyetinde bir iç sorun çıkarmak amacıyla tertipledikleri hareketlerdir.
İkinci Dünya Savaşını talep eden günlerde; Türkiye, Sovyetler Birliği ilişkileri gerginleşirken, Türkiye savaşı öncesi tarafsızlık politikasından ayrılarak Batının müttefiki oldu. Kore’ye asker gönderdi, Birleşmiş Milletlere destek oldu S.S.C.B. nin boğazlardan geçiş talebinin reddederek NATO’ya girdi.
Soğuk savaş döneminde, Sovyetler ilk defa bölgedeki tüm dengeleri bozacak şekilde; Ortadoğu ya girdi, Suriye ile askeri ve ekonomik ilişkileri geliştirdi. Bu durumlar Türkiye de etkilendi. Soğuk savaşın hızlanmasıyla Türkiye’deki Kürtler hareketleri ön plana çıkmaya başladı.
Parlâmentoyu Doğu Anadolu’dan pek çok milletvekili girdi. Ancak Kürtçü milletler bunlar işbirlikçi olarak suçladılar. 1954 yılından sonra Kürtçüler illegal dernekler kurdular ve Kürtçe dergi ve gazeteler çıkararak yurtdışındaki Kürtçü teşkilat odalarıyla birlikte hareket ettiler.
2. dünya savaşı sonrasında İran Sovyet ve İngiliz güçleri tarafından işgal edildi. Savaş bitiminde ilke boşaltıldı. Ancak Sovyetlerin komünist rejim için uğraşırken başlayan iç savaşta kuzeyde Azerbaycan ve Muhubat bölgelerinde de Mahabat Kürt Cumhuriyeti diye kısa ömürlü, tarihte ilk defa bir Kürt devletinin ortaya çıkmasını sağlamış oldu. Bu Kürt devletinin savunma bakanlığını üstlenen Molla Barzani bu bölgedeki Kürtçülük hareketinin öncüsü oldu. Barzani 1947 yılında Sovyetlere sığındı ve burda askeri eğitim aldı. 1958 de Irak’a aftan yararlanarak Irak’a döndü. Irakta Kürtlere verilecek bölge konusundaki anlaşmazlıktan dolayı silahlı Çatışma başlatan Barzani Türkiye – İran – Irak – Suriye’deki Kürt aşiretleri ile bağlantılı olarak yıllarca Iraktaki Kürt hareketlerini ülkenin kuzeyindeki dağlık bölgelerde sürdürme imkanını buldu.
Haluk Şimşek Geçmişten Günümüze Bingöl ve Doğu Ayaklanmaları Ankara 2001
Türkiye’deki militanlar Barzaninin paralelinde Doğu Kürt ocaklarını ve Kürt Talebe Cemiyetini kurdular. Bunlar Kürtçe basın izni, eğitim izni, Kürt vilayetlerine özerklik istiyorlardı. Fransa Hollanda, Amerika, Rusya, İsveç bu konuda destek göstermiyordu. 1963’te bu cemiyet üyeleri tutuklandı 1965’te Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi kuruldu. Bunlarda benzer isteklerde bulundu. Bu partiyi özellikle Ruslar destekledi. Bunlar Barzani ile işbirliği yapıyorlardı. Teşkilat mensupları 1971 de tutuklandı.
PKK gerek Ortadoğu’da gerek dünyada gelen politik değişmeler örgüte farklı alanlarda çalışma ve destek imkanı sağladı. Özellik Coğrafya bu örgüte avantaj sağlıyordu. Başlangıçta silahlı eylem alanı olarak Botan çayının doğusu seçildi. Bölgenin sosyal, ekonomik, fizik yapısı örgüte büyük avantaj sağladı. İran, Irak, Suriye bu konuda örgüte hoşgörülü davrandı. Arazi genişliği PKK için gizlenme açısından avantaj iken güvenlik gözleri için kuvvetlerin bölünmesi açısından avantajdır.
Diğer bir boyut ise Avrupa ve Ortadoğu ülkelerine giden milyonlarca Türk vatandaşının, isteyerek veya zorla PKK’ya sağladığı imkandır. 1973 te ortaya çıkan PKK 1978 yılı kasım ayında lice ilçesinin ziyaret köyünde parti kongresi toplandı. Abdullah Öcalan parti genel sekreterliğine getirildi. Parti tüzüğüne göre, sözde Kürdistan olarak nitelediği bölgenin birleştirilerek, Marksist – Leninist bir yapıda bağımsız Kürdistan devletini kurmaktır. Stratejisi, kırsal kesimi temel olarak siyasi ve askeri çatışmaları hızlandırıp, gerilla üs bölgeleri kurarken bunlara dayanarak, şehirlerde siyasi çalışma yaparak uzun süreli bir yıpratma savaşı ile devlet denetiminde çıkararak şehirleri ele geçirmektir.
PKK ideoloji geçim olarak hain toprak ağaların toprakları köylülere verilmelidir. Kürt dili ve kültürü geliştirilip eğitim Kürtçe dili ile yapılmalıdır.
www. bir şey . com / Kürt sorunu
ulusal azınlıklarının gelecekleri garanti altına alınmalıdır. Proteteryanın tek başına kurtuluşa gitmesi mümkün değildir. Onun gücü, tek başına düşmanı yenebilmek için yetmeyecektir. Onun için hem içeride hem de uluslar arası alanda ulusal kurtuluş siyasetine uygun olarak çeşitli ittifaklara girmesi gerekir.
15 Ağustos 1984 tarihinde militanlar Siirt’in Eruh ve Hakkari’nin Şemdinli ilçeleri bastı bir eri şehit edip bir süre propaganda yaptıktan sonra Kuzey Irak’a kaçtılar. Bodrum’da tatilini geçiren Başbakan Turgut Özal, tatilini yarıda kesmesini gerektirecek bir durum olmadığını açıkladı. Bu talihsizliği, Şeyh Said isyanında da devrim hükümeti tarafından basit bir asayiş bozucu olay olarak değerlendirilmişti. Kürt ağırlıklı partilerin ilki Halkın Emek Partisi (HEP) olmuştur. 7 Kasım 1989’da Pariste ki Kürt konferansına katıldıkları gerekçesiyle 75 Hp’li milletvekilinin partiden ihracı HEP’i yarattı. Aralarından istifa eden 10 SHP milletvekilinin de bulunduğu eski SHP’liler, 7 Haziran 1990’da HEP’i kurdular. Genel Başkanlığı Fehmi Işıkları getirdiler.
HEP, 20 Ekim 1991’de genel seçimlerde SHP listelerinden seçimi kazanarak meclise girdiler. Ancak yemin töreninde Leyla Zna ve Hatip Dicle’nin Kürtçe milletvekili, yemini yapma girişimi SHP’de tepki yarattı. 18 HEP kökenli milletvekili, 25 Haziran 1993’te Hülle Partisi olarak nitelenen özgürlük ve Eşitlik Partisi’ni kurdular. Bu parti 8 Temmuzda HEP’e katılma kararı aldı. SHP’ye dönen yada bağımsız kalanların dışındaki milletvekilleri ise daha sonra DEP’e geçtiler.
7 mayıs 1993’de bu masatlı davranışlar DEP’in kurulmasını sağladı. Yaşar Kaya’nın başkanlığından sonra, 12 Aralık 1993’teki kongrede, Hatip Dicle’nin gene başkanlığa gelmesiyle kimi Kürt gruplar partiden ayrıldı.
www. milliyet.com. / Kürt sorunu üzerine.
DEP milletvekillerinden Hatip Dicle ve Orhan Doğan’ın Leyla Zona, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve bağımsız Mahmut Alınak’ın dokunulmazlıkları kaldırıldı.
16 Şubat 1999’da Konya’da yakalandı. Şuanda İmralı Adasında cezasını çekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları; ırk, dil, din ayırımı gözetmeksizin eşit birinci sınıf vatandaştır. Hiç kimseye ayrıcalık yapılmaz; durum böyle iken terör örgütünün özellikle lider kadrosunun Kürtlük ile hiçbir ilgisi yoktur. Kürtçe şivesini hile sonradan öğrenmeye çalışmışlardır. Türkiye düşmanı bazı dış güçler tarafından kullanılan bir taşeron örgüttür.
Türkiye’nin bir Kürt sorunu yoktur. Güney Anadolu halkının fakirlik ve geri kalmışlıktan kurtarılması sorunu vardır. Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan insanları, yalnız Kürt kökenli de değildir. Bölge halkının çoğunluğu öz Türk’tür. O bilgilerde Türk milletini oluşturan değişik kökenlerin hemen hemen hepsi mevcuttur. Bu insanlar, birbirleri ile içi içe bulunmakta ve o yörelerdeki ağır sosyal ve ekonomik şartları birlikte yaşamaktadır. Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu sorunu vardır. Bu asla Kürt sorunu olamaz örgüt BM İnsan Hakları Bildirgesi’nin bütün hükümlerini ve Türkiye’de yaşayan vatandaşların bildirgede yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yok etmeye yönelik iğrenç ve insanlık dışı eylemler sürdürmüşler ülkenin huzurunu bozmuşlardır.
Avrupa Parlementosu’nun 15 Temmuz 1993 tarihinde yapmış olduğu “Kürt Halkı’nın İnsan Hakları” toplantısında; PKK terör örgütünün eylemlerini kınamakla beraberine yazık ki Türkiye aleyhine kararlarda alınmıştır.
www.sorasürsüz.com / Kürt sorunu
Bu karalarda Kürt azınlığının kendi dilerini kullanma hakkı olduğu Türk Hükümetine Kürt azınlığı özellikle “otonomi” hakkının tanınması, doğuda ateşkesin sağlanması, bu problemin çözümü için BM’nin nezareti altında uluslar arası bir konferansın gerçekleştirilmesi gibi kararlardı.
Türkiye Cumhuriyetinin hükümdarlık haklarına müdahale anlamına gelen bu tavsiyeleri ciddiye almak mümkün değildir. Oysa ki Türkiye’de hangi kökenden gelire gelsin, bütün vatandaşlar eşittir. Avrupa parlementosu’nun aldığı kararlar Anayasanın güvence altına alınan gerekçelerle çelişmektedir. Anayasamızın 10. Maddesi “herkes dil, ırk, renk siyasi düşünce, felsefi inanç din ve benzeri sebeplerle ayırım gözetmeksizin kanun elinde eşittir. Hiçbir kişiye aileye zümreye veya sınıfa farlı bir imtiyaz tanınamaz. Devle organları ve idare makamları, bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” demetedir. Bu nedenle “kültürel haklar diyerek maskelenmiş bir ayrıcalığın Anayasanın 10. Maddesine ve ülke bütünlüğüne aykırı olacaktır. Bu esastır hareket edildiğinde, devletimizin içerisinde ayrıcalıklı hiçbir kişi veya toplum yoktur.
Atatürk’ün milliyetçilik ilkesi ulusun ırkı ve biyolojik yapıda olmasından ziyaret tarihi, sosyal ve kültürel bir faaliyete dayanmış şekli ile ifade edilebilir. Atatürk milliyetçiliğin ırkı – fanatik görüşü reddeden ulusal menfaat ve karşılıklı sevgi ile birbirine balı aynı yurdun çocukları olmanın mutluluklarını duyan ülkesini kaderde kıvançta ve tasada bölünmez bir bütün olan insanların bir araya getirdiği topluma dayanan Türk milliyetçiliğidir. Onun içindir. Atatürk, kelimenin en uygun ve en doğru anlamı ile Türk milliyetçiliğidir. Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu ve Trakyalı hep bir ırkın evlatları ve aynı cevherin damarlarıdır diyerek bugün istismar edilen bölücülük konusuna 1923 yılına dikkatimiz çekmiştir.
Halil Şimşek Geçmişten Günümüze Bingöl ve Doğu Ayaklanmaları Ankara, 2001

Atatürk milliyetçiliğini, bölücülüğe karşı bir kalkan milletlerarası ilişkilerde mir benlik unsuru, ilerleme ve yükselmenin dinamizmini sağlayan bir güç itici bir motif olarak mütala etmek gerekir. Asla ve asla bölücü bir faktör olarak kabul etmemektedir. Bu nedenle PKK’nın acımasız ırkçılık anlayışı karşısında geçerli olan husus Atatürk milliyetçiliğidir. PKK sonradan ad değiştirerek KADEK adıyla eylemlerine devam etmektedir.
DIŞ POLİTİKA KÜRT SORUNU

Ankara – Şam:
Türkiyenin Suriye ile ilişkileri zaten Hatay’ın Misak-ı Milliye dahil edilmesinden bu yana (1939) sorunlu. Ortadağu da su unsurunun önem kazanmasının yanı sıra, Ankara’nın PKK liderinin, Şam yönetiminin bütün tekziplerine rağmen Suriye’de yaşadığını savunması, iki başkent arasında Su – Apo ikilemini birer diplomatik kaz olarak sahneye çıkarıyor. Kürtlerin “Küçük Güney Kürdistan” olarak tanımladıkları Suriye kürdistanın da üstelik zengin petrol bölgesinde Suriye – Türkiye sınır bölgesinde bir milyonu aşkın Kürdün yaşaması ve PKK’nın bu topluluk üzerinde oldukça etkili olması, Hafız Esad’ın da çok çeşitli milliyet, din ve mezheplerden oluşan ülke nüfusuna aşırı hassas dengeli bir şekilde yaklaşması Ankara – Şam ilişkilerinde, Şam’ın Kürt nüfusu ve dolayısıyla PKK’yı bir kalemde yok saymasını engelliyor. Dönem dönem PKK militanı hatta bir keresinde liderini gözaltına aldı. Şam ABD’nin “Terörist Ülkeler” listesinden çıkabilmek için kartlarını özenli bir şekilde kullanmak amacında. Orda Doğuda Pax Americana’ya Suriye, Irak hatta İran’ı da dahil etme girişimleri nedeniyle Şam sadece Türk heyetlerinin değil, Amerika dış işleri bakanlarının da sık uğramak zorunda kaldığı bir başkent.
Ankara Tahran:
İran, şeriat rejiminin işbaşına geçmesiyle, kendi içindeki Kürt meselesini, hem askeri şiddet hem de dini baskıyla 1979 dan bu yana dondurmuş durumda. Ankara, Tahran’ın hem Bağdat rejimi ile hem de Irak KDP si ile iyi ilişkiler sürdürmek isteyen İran KDP’ sine karşı olumlu bakmıyor. PKK’nın İslamiyet hakkındaki görüşleri ve Öcalan’ın İran hakkındaki olumlu açıklaması, Ankara’yı güç durumda bırakıyor. İran PKK’ya da yarı gizli destek vermekten çekinmiyor. Örgüt yöneticisi olduğu dönemde Osman Öcalan’ın İran yerel makamları ile dost hane ilişkiler geliştirdiği herkes tarafından bilinen bir olgu. Ankara, çeşitli girişimlerine rağmen, ne şeriatçı nede Kürt yanlısı faaliyetlere İran’da set çekemedi. Tahran, bölgenin geleneksel deyimiyle “Kendi Kürdünü dövüp, komşunun Kürdünü sevmeye” devam ediyor. Tahran’ın Azerbaycan, Kafkasya ve Orta Asya’da Ankara’yla giriştiği rekabet açısından da, Türkiye Kürtlerine karşı antipatik davranması zaten beklenmiyor. Ancak PKK’nın özellikle İran – Türkiye sınırı bölgelerinde İranlı Kürtleri de etkileyebilme olasılığı, Tahran’ı orta ve uzun vadede rahatsız eden bir gelişme.
Ankara – Bağdat:
Türkiye sorunu konusunda en yoğun diplomatik ilişkilerini Bağdat’la gerçekleştirdi. Türkiye’den sonra en büyük Kürt nüfusu Irak’ta yaşadığı gibi, Molla Mustafa Barzani 1946 yılında İran da Mehabat kendinde kurulan Kürdistan Cumhuriyetinden bu yana, Kürtlerin özerklik ve demokrasi mücadelesini esas olarak Irak’ta yürüttü. ABD’nin Körfez saldırısının ardından da dünya, Iraklı Kürtlerin varlığını hatırlamak zorunda kaldı. Körfez Savaşının Ankara açısından Kürtleri Irakta tanıması oldu. Saddam Hüseyin kendi Kürtlerine karşı “Enfal” adı verilen topu kıyım yönetimini benimserken, 1988 yılında Halepçe’de 1 saat içinde 5 bini aşkın Kürdü kimyasal silahlarla yok etti. Türkiye – Irak arasındaki yaklaşık 300 km’lik dağlık sınır bölgesinde, Saddam’ın kurduğu 20 km’lik güvenlik kuşağı, yöre köylerinin tamamen boşaltılması ve buraya Bağdat asker ve polisinin karakollarının kurulmasıyla gerçekleşmiştir. PKK, bu bölgeye Körfez Savaşı öncesinde bile yerleşti, kamplar kurdu, buradan sağladığı lojistik desteklere sınırdaki Türk hedeflerinin vurdu. Bu dönemde zaman zaman PKK, Bağdat’ın güvenlik güçleriyle çatışmaya görmek zorunda kaldı. Körfez Savaşından Sonra bölgede batılı ülkelerin desteğiyle kurulan Kürt kentide kendisine “Kürdistan Federe Hükümeti” adını vermişti. Ancak, başta Bağdat olmak üzere hiçbir başkent bu “Federe” yapıyı resmen tanımadı. Federe yapıyı temsil eden Barzani ve Talabani, 1966’dan bu yana süren anlaşmazlıklarının bir süre için dondurmuş olsalar da, 1993 ten itibaren yeniden sıcak çatışmaya girdi. Bağdat, Barzani’yi kendisiyle uzlaşmaya daha yakın bulurken, Kürdistan Demokratik Partisi’nin lideri Ankara tarafından da “daha ciddi ve güvenilir” olarak değerlendirildi.
Talabani ise daha Filistin kamplarında 1970’li yıllarda başlayan sol eğilimli politikaları nedeniyle zaman zaman eleştirel yaklaşsa da PKK ile daha kolay analaşabiliyordu. Bu nedenle de Ankara ile inişli – çıkışlı bir ilişkiye girdi. Her iki lider de aslında K. Irak’ın dış dünyaya açılan tek resmi çıkışı olan Brem Halil (Habur’un Irak tarafı) sınır kapısı nedeniyle Türkiye ile arayı bozmak istemiyorlardı ama PKK Ankara anlaşmazlığının K. Irak toprakları içinde çözülmesinde karşı çıkıyorlardı. Türk Silahlı Kuvvetleri, 1982 den 1995’e kadar gerek karadan gerekse havadan, bazen Ankara ile Bağdat’ın imzalamış olduğu “Sıcak Takip” anlaşmasına dayanarak çoğu amana hiçbir hukuki temele başvurmaksızın K. Irak topraklarına girdi. Bağdat Kürt meselesini Ankara ile birlikte şiddete dayalı bir şekilde çözmek isterken “PKK, Türkiye için nasıl bölücüyse, Barzani – Talabani de Irak için bölücüdür” sözünden yola çıkarak, Kürt sorunu Kürtler olmaksızın çözme niyetini açığa vurdu.
Ankara Kudüs:
ABD ile yakınlığı olan İsrail, Ortadoğu’daki ağırlığı ile Kürt sorununa ilgi duyan bir devlet. İstanbul’da yapılan Sosyalist Enternasyonal toplantısı sırasına Türk basın mensuplarının konuyla ilgili bir sorusunu yanıtlarken “sis bana Filistinlileri sormayın, ben de size Kürtleri sormayayım” cümlesini sarfetmiş olması, İsrail’in o dönem Kürt politikaları açısından bir ipucu oluşturdu. Ankara’nın İsrail ile ilişkileri, MOSSAD ve acil hareket komando timlerinden temeline oluşturduğu için, bu ilişkilerde Türkiye istediğini bulamadı İsrail, teklifleri geri çevirirken, 1993 den sonra, Ankara’ya “Terörist grupları, yasal ve siyasal alana çekmenin erdemlerini” anlatmaya başladı.
Ankara Moskova:
Moskova, Gorbaçov’dan sonra Kürt meselesine Rusya’nın bölgesel çıkarları açısından daha fazla önem vermeye başladı. Ankara ile Moskova arasında, Ermenistan – Azerbaycan anlaşmazlığında zıt tarafların arkasında bulunmasının ötesinde, petrol ve doğal gaz hattının güzergahı ile Orta Asya da ki Türk – İslam etkisinin kırılması gibi değişik sorunlar bulunuyordu. Moskova kendi ülkesinde yaşayan yaklaşık 2 milyonluk Kürt nüfusunun PKK politikaları temeli de bir araya gelmesine ses çıkarmazken, bu topluluğun etkinliklerine kimi zaman bakan düzeyinde katılmaktan çekinmedi.
Ankara – Atina ve Ankara – Sofya:
Yunanistan ve Bulgaristan da, Ankara nın diplomatik faaliyetlerinde Kürt gerçeğini tanıdı.
Yunanistan’ın Ankara ile zaten gergin olan ilişkileri, Atina yönetiminin 1994 yılında başkentte bir ERNK bürosunun açılmasına izin vermesi ile Kürt meselesini ön plana çıkararak ilerledi. Yunanistan’da eski ve görevde olan milletvekilleri ile askeri yetkililerin HEP ve DEP’in Ankara’daki Genel Kurul toplantılarına gösterişli bir şekilde katılmalarının yanısıra, bir başka Yunan heyetinin PKK’nın Bekaa vadisindeki Mahzum Korkmaz Akademisinde örgüt lideri Öcalan ile basın önünde görüşmeleri, Ankara’nın “Atina, PKK’nın destekçisidir” kanısını pekiştiriyordu.
Bulgaristan Devlet Başkanı Jelev’in bir Ankara ziyareti sırasında (1994) “PKK da siyasi bir partidir” şeklindeki açıklaması Türkiye de hem yönetimin hem de kamuoyunun geleneksel Bulgar düşmanlığına dönmesine neden olmuş ancak Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığı yönelik asimilasyon deneyimine muhalefet etmiş bir devlet başkanının PKK’yı masum gösteren açıklaması hiç kimse tarafından irdelenmemiş dolayısıyla anlaşılmamıştı.
Balkanlarda Bükreş ve özelliklede Belgrat’ın Ankara ile “çok sıcak olmayan” ilişkileri, Türkiye diplomasisi tarafından bu ülkelerin de “PKK yankısı” olarak kategorize edilmelerine yol açmıştı.
Ankar Washington:
Kürt meselesi, Körfez Savaşı sonrasında, Ankara – Washington ilişkilerinde en önemli gündem maddesi haline geldi. Çünkü bir yandan Washington’un Türkiye’nin dış politikalarından özel bir yeri ve ağırlığı vardı. Öte yandan da ABD küreselleşmenin lideri olarak insan hakları sorununa önem veriyordu. ABD, Kürtleri aslında gerçek anlamışla Körfez Savaşı’nın ardından tanımaya başlamıştır. Washington’un çok net bir Kürt politikası olmadığı öne sürülüyordu. ABD’de Bağımsız Bir Kürt Devletine karşı olduğunu açıklıyordu. Ancak Kürtler ABD’nin elinde Saddam’a karşı bir koz olarak kullanılıyordu. Acaba Türkiye deki Kürtler de gerekirse Ankara’ya karşı kullanılabilir miydi soruları akla gelişiyordu CIA, 1995 raporlarında “Dünyanın en tehlikeli örgütü” sıfatını PKK için kullanmıştı. Ancak kimse kanıtlayamadığı halde, çekiç güç içinde görev alan Amerikan helikopterlerinin PKK’lılara yardım ettiğini savunanlar bile oldu. ABD bir yandan Saddam’ı Düşünürken bir yandan da Ortadoğu da İran’ın antiemparyalist İslamcılığını kurmaya çalışıyor. Ankara’yı üzmemeye çalışan bu politika, Kürtleri de Müttefik olarak tutmaya devam etmek istediğinde kısa ve orta vadede, ABD’nin 1994 ve 1995 yıllı içinde, Ankara ya özel olarak gönderdiği tüm üst düzey diplomatların “Kürt sorunu salt askeri yöntemlerle çözülemez, siyasi, sivil, demokratik çözüm de gerekir” şeklinde açıklamaları, Ankara daki şahin asker ve politikacıları anti – Amerikan tutumlara itiyor.
Ankara – Kürt meselesinde, özellikle Batı Avrupa’yı da Washington üzerinden ikna etmek için uğraşmaya devam ediyor. Washington’un Tahran yönetimine karşı, İran KDP’sine silahlandırması da, bölgenin ne denli önemli olduğunu gösterir.
Ankara – Avrupa Birliği:
Türk diplomasisinin başı Kürtler nedeniyle en çok Avrupa Birliği ülkeleri ile ilişkilerde ağrıyor. Bu gerginliğin 2 nedeni var:
1. Yüz binlerce Türkiye Kürdü, başta Almanya olmak üzere AB ülkelerinde yaşıyor. Ve bu kesim en militan kanadı oluşturuyor. Öyle ki özellikle 1991 den sonra, Kürt meselesi, artık Almanya’nın “bir iç meselesi” haline geldi. Almanya’da çok çeşitli ve kimi zaman şiddetli protesto eylemlerine yol açarak, Almanya’nın kamu düzenini sarsılmasına yol açıyor.
2. Ankara ile AB demokrasisi İnsan Hakları, Kürt meselesine ilişkin yaklaşım ve politikaları, tarihi, siyasi, ideolojik ve geleneksel olarak çok farklı. Tüm Avrupa ülkeleri PKK’yı terörist bir örgüt olarak nitelemelerine rağmen, Türkiye de suç sayılan bir dizi girişime yasaları elverdiği için izin veriyorlar. Kürtçe yayın, şiddet propagandası yapılmadığı sürece gazete, dergi, radyo, televizyon AB ülkelerinde demokratik haklar olarak uygulanabiliyor. AB ülkeleri 30 yılı aşkın bir süredir 60 milyonluk açık bir Pazar haline gelen Türkiye’yi de ekonomik çıkarlar telaffuz edildiğinde insan hakları, azınlık hakları, Kürt meselesi gibi sorunlar üzerinde çok fazla durulmayabilirdi.
AB özellikle Bakanlar Konseyi ve daha genel anlamda Avrupa parlamentosu aracılığıyla genel politikalarını sergilerken, üye ülkeler arasında, Almanya, Fransa, ve İngiltere'nin özel tutumları dikkat çekiyor. Almanya, Türkiye nin en eski müttefiki ve topraklarında en çok Kürt barındıran ülke olarak İngiltere de, özellikle Regun – Thatcher – Özal döneminden yadigar, Washington ile Ankara arasında köprü olmaya çalışan tutumu nedeniyle aynı politikanın ton farkıyla uygulamalarını sergilediler. Örneğin; PKK’nın yurtdışındaki önemli sorumlularından biri olan Kani Yılmaz, yıllarca Almanya’da faaliyet gösterirken herhangi bir engelle karşılaşmazken, daha önce çeşitli defalar gittiği İngiltere’de 1994 yılında polis tarafından tutuklanıyordu.
AB ülkeleri Kürtlere yönelik resmi şiddete hem sivil örgütler ama aynı zamanda resmi düzeyde çıkışlar yaparken Paris’te Danielle Mitterand, Londra da Lord Aveburg gibi tanınmış şahsiyetler Kürt haklarının yanlışlığı konusunda en çok ikna eden gelişme de DEP’li milletvekillerinin yapa paça Meclisten atılıp cezaevine konması olmuştu. AB Türkiye’ye “Terörizm ile söz ve fikir hürriyetini birbirinden ayırt edemeyen ülke” gözüyle bakmasına neden olmuştu bu olay Ankara’nın Kürt politikaları.
Kürt meselesi Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana esas olarak Genel Kurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Dahiliye Nezareti, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Milli İstihbarat Teşkilatının ilgi alanı içindeyken Körfez Savaşı, Kürt meselesini tüm boyutlarıyla Dış İşleri Bakanlığının gündemine hem de gündeminin birinci sırasına getirdi.
Turgut ÖZAL “Bizde de yaklaşık olarak 12 milyon kadar Kürt var Cümlesiyle, İnönü’nün Lozan Konferansından sonra Kürt sözcüğü telaffuz eden ilk üst düzey devlet yetkilisi oluyordu. Özal gereklerini yerine getireceğine dair işaretler verdi. Bu işaretlerin en önemlisi Iraklı Kürt Liderleri, Barzani ve Talabani ile önce gizlice sonrada açıkça buluşması oldu. 70 yıllık “Kürt Tapusu” yıkılmaya başlarken Mesud Barzani’nin TC Diplomatik pasaportuna sahip olması da ilginçti. Özal’ın ölümünden sonra demokratik çözüm tartışmaları derhal rafa kaldırıldı. Türk hariciyesi de 1993 ten sonra Genel Kurmay Başkanlığının tercümanlığı göreviyle yetinmek zorunda kaldı. Yapısal olarak, Dış İşleri Bakanlığı’da Kürt Meselesiyle esas olarak istihbarat Daire Başkanlığının sorumlu olması, Türk hariciyesinin sorununun gerçek niteliğini kavramaktan uzak olduğunu gösteren sadece bir örnek. Resmi politikanın dikte ettiği “Kürt yoktur, Türkiye’de yaşayan herkes Türk tür” inadından vazgeçer gibi olunsa da, tek başına “Kürt kökenli Türk Yurttaşlarımız devletten memnundurlar” söylemi de, dünya anında yayılan haberlerle çeliştiği için Türk diplomasisi kelimenin gerçek anlamışla çıkmaz bir yoldu.
Hikmet ÇETİN, Diyarbakır’ın Lice ilçesinde doğmuş olduğu için prestij ve halkla ilişkiler açısından iyi bir dış işleri bakanı olabilir görüşüyle bu makama getirilmişti.
“Kürt kökenli” Dış İşleri Bakanı yeterince başarılı bulunmayınca, yerine gelen yeni Bakan, Prof. Mümtaz Soysal ise gerçek anlamda bir radikaldi.
Bu soruna Kürt meselesi dersek, Türkler’ in tarihinde hiçbir zaman ar olmamış ırkçılığı devreye sokarız” cümlesiyle ünlenen bakan da Ermeni meselesindeki başarısını Kürt meselesinde tekrarlanamayınca koltuğundan olmuştu. Soysal dan sonra göreve Erdal İNÖNÜ getirildi. Ankara’nın sürgünde Kürt parlâmentosunun ilk oturumunu ev sahipliği yaptığı (1995) gerekçesiyle, Hollanda’yı kınarken, K. Irak operasyonunu (1995) eleştiren Almanya’ya karşı, gayri resmi yoldan da olsa TRT aracılığıyla “Alman mallarını boykot kampanyası” önermesi Türk merkezci ve klostrofobik anlayışlarını teşhir ediyordu. Türk diplomatları, Ankara’dan Avustralya’ya Kanada’dan Hindistan’a kadar ayrıca tüm uluslar arası kuruluşlarda Kürt Sorunuyla daha doğru bir deyişle Kürt duvarıyla karşılaşıyor.
Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi İstanbul 1995.
SONUÇ

Görülüyordu ki Ortadoğu sürekli bir çıkar çatışmasına yol açıyor. Gelişmiş devletler bu bölgede rant sağlamak için bölgedeki devletlere çeşitli yollarda sömürmeyi baskı, yıldırma yolları denemektedirler. Ülkemize karşı bu yürütülen bu oyunlarda maalesef Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun geri kalmışlığı ve eğitim seviyesinin düşük olması etkilidir. Son örneği Amerika Irak savaşıdır. Amerika bu savaşta çift taraflı oynamakta Türkiye’nin karşısında Kürt kozunu Kürtlere karşı Türkiye kozunu kullanarak hareket etmektedir.
Savaşın sona erdiği bu günlerde Kuzey Iraktaki Kürt guruplar 6 yıl aradan sonra “Kürdistan Ulusal Meclisi” çatısı altında toplandı. Açılış oturumunda birer konuşma yapan Kürt Liderler Barzani ve Talabani Türkiye’ye “Bağımsızlık peşinde değiliz” diye seslendi.
Barzani kontrolündeki Erbil kentindeki yerel parlamento da toplanan Kürdistan Ulusal Meclisinin dünkü ilk oturumunda ABD Dış işleri Bakanı Colin POWEL’in yanı sıra bir çok Batılı devlet adamı, politikacı ve parti adına kutlama mesajı gönderildi. Barzani, KYB lideri Celal TALABANİ ile yerel başbakanları ve politika büro üyelerinden oluşan 105 üyeli Kürdistan Ulusal Meclisi toplandı. İKDP yerel parlamento başkanı Roj Nuri Sawes’in başkanlık ettiği toplantıda eski Fransa Özgürlük Vakfı Başkanı Daniella Mitteand, salonun ön sırasında Barzani ile Talabani’nin arasına oturdu. Mitterand, Kürtlerin tarih boyunca baskı, zulüm gördüklerini katliamlara uğradıklarını, topraklarından sürüklediklerini söyledi.
Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi İstanbul 1995.
Burada siyasi planlar yine öne çıktığı görülmüş oldu. Mitterand konuşmasının devamında “Bugün Kürtlerin bir arada tek çatı altında demokratik özgür bir ortamda olmasını görmekten son derece mutluyum. Kürtler, özgür basını, demokratik ortamı ile kendi kendilerini yönetebileceklerini gösteriyor, eğitim dahil tüm sorunlarının üstesinden gelebiliyor. Kürtler, kendi geleceklerini tayin etme konusunda önemli adım atıyor. Bugüne kadar olduğu gibi her zaman yanınızdayım” deye konuştu.
Barzani, Kuzey Irak’ta ABD, Britanya ve Türkiye’nin koruma şemsiyesi altında ayakta kalabildiklerini belirterek, bu ülkeler teşekkür borçlu olduklarını ifade etti. KYB ile aralarındaki çatışmada ölenler adına özür dilediklerini söyleyen Barzani, Türkiye’ye üstü kapalı mesajlar gönderirken, komşu ülkelerin sınır güvenliğini sağlamayı taahhüt ettiklerini, hiçbir ülke için tehdit oluşturmadıklarını ifade etti.
KAYNAKLAR

1. Şimşek Halil, Geçmişten Günümüze Bingöl ve Doğu Ayaklanmaları, Ankara 2001 T.C. Kültür Bakanlığı.
2. Fırat Şerif, Varto Tarihi, İstanbul 1998 Kamer Yayınları.
3. Sekban Mehmet, Kürt Sorunu, İstanbul, 1998 Kon Yayınları.
4. Aybars Ergün, Türkiye Cumhuriyeti, Tarihi, İzmir 2000 Ercan Kitapevi.
5. Candar Tevik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, Ankara 1999, İMYE Kitapevi Yayınları.
6. Yüzyıl Biterken Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi Cilt 12, 13, 15, İstanbul, 1995 İletişim Yayınları.
YARARLANILAN WEB SAYFALARI

1. www.Dersim.com
2. www.radikal.com / arşiv(kürt sorunu)
3. www.milliyet.com/ arşiv (kürt sorunu)
4. www.Bingöl.com.
5. www.vahdet.com.tr / iş dünya / 0228.htlm
6. www.sansürsüz.com.
7. Akbulut, Yılmaz, Bingöl Tarihi, Ankara 1995, Kültür Bakanlığı Yayınları.
8. Gelişim Hachette Ansiklopedisi, İstanbul 1993, Subuh Yayınları.