DUYURU PANOSU
FORUMUMUZDA TİVİBU, D-SMART ,DİGİTURK-BEİN KANALLARI YERLİ - YABANCI PLATFORMLARLA İLGİLİ ,KART PAYLAŞIMI ,İPTV ,SERVER PAYLAŞIMDA BULUNMAK,HACK İLE KONULAR ve SPONSORLARIMIZ DIŞINDA HERHANGİ BİR ÜRÜN SATIŞI YAPMAK YASAKTIR 

İletişim


 WHATSAPP +905354035843


ERK@L


onlineuydudestek@gmail.com

×

NOTICE Bilgilendirme : Bu konu 4185 gün önce başlatıldı . Konu başlangınç tarihi güncel değilse Konu güncelliğini yitirmiş yada bu konu ile ilgili son cevap yazılmış olabilir. Eğer yazınız doğrudan bu konu ile ilgili değil ise yeni bir konu başlatmanızı tavsiye ederiz....

TASAVVUFÎ TERİMLER (M) ..:: 1 ::.. MA'ARIF: Arapça, el-ma'rife kelimesinin çoğuludur. Lügatta arkadaş ve çehrenin görünen yeri, marifetler, bilgiler vs. gibi anlamlan ihtiva

Bu konu 25725 kez görüntülendi 12 yorum aldı ...
Tasavvufî terimler (m) 25725 Reviews

    Konuyu Değerlendir: Tasavvufî terimler (m)

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 25725 kez incelendi.

 
Sayfa 2/2 İlk ... 2
  1. #1
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart Tasavvufî terimler (m)

    TASAVVUFÎ TERİMLER (M)
    ..:: 1 ::..
    MA'ARIF: Arapça, el-ma'rife kelimesinin çoğuludur. Lügatta arkadaş ve çehrenin görünen yeri, marifetler, bilgiler vs. gibi anlamlan ihtiva eder. Sûfilerin vehbî bilgilerine ma'rifet denir. Sûfi, sohbette, kalbine doğan ince manaları dile getirir, anlatır. Bu sözler bir kitap haline getirilir. Buna o sûfinin "Ma'ârif" i denir. Seyyid Burhaneddin Muhakkik Tirmizi'nin "Maa'rif" adlı eseri meşhurdur.

    MA'DÛM: Lügatta yok olmuş, kaybolmuş, gayr-i mevcud anlamlarına gelen Arapça bir kelime. Bulunmayan ve vücudu mümkün olmayan şeydir. Bir şey var iken yok (ma'dum) olursa, onun vücudu mümkündür ve buna mefkûd denir. Ma'dum denmez. Âlemin iki tarafı adem olan bir vücudu vardı, denmiştir. Çünkü o, mevcuttur.

    MAGRİBİYYE: Muhtemelen İran'lı şâir Mağribî (ö. 1406)'nin talebelerine isnad edilen bir tasavvuf okulu.

    MAĞRİBU'Ş-ŞEMS: Arapça, güneşin battığı yer demektir. Kâşânî'ye göre, Hakk'ın ta'ayyünler ile, ruhun da cesed ile örtülmesi demektir.

    MAĞZ-I KUR-ÂN: Lügatta Kur'an'ın özü demektir. Arapça bir kelimedir. Kur'an'ın sırrı ve bâtınına, Kur'an'ın özü denir. Mevlânâ'nın Mesnevî'si için bu tabir kullanılır.

    Gaybî senin sözlerin Hak nurudur bilene,
    Her demde her kelâmın Mağz-ı Kur'an'dır dediler.
    Gaybî

    MAHABBET: Arapça, sevgi, aşk demektir. Tasavvufta mahabbetin hakikati, herşeyini sevdiğine bağışlaman, kendine de sende olan hiçbirşeyi bırakmamandır. Mahabbet ehli üç haldedir: Âmmenin mahabbeti: Bu fiilî bir sevgidir ve Allah'ın kendilerine ihsan etmesinden kaynaklanır. Hz. Peygamber (s) bu konuda şöyle der: "Kalplerin, kendilerine ihsan edeni sevme özelliği vardır", ikincisi; sıfatî aşkın hâlidir. Kalbin Allah'ın gınasına, celaline, azametine, kudretine ve ilmine bakmasından kaynaklanır. Bu havassın, sadıkların veya tahkik ehlinin mahabbetidir. Bu konuda Hüseyn en-Nurî şöyle der: "Mahabbet, perdelerin yırtılması, sırların ortaya çıkmasıdır." Üçüncüsü; zatî mahabbetin hâlidir. Bu, illetsiz olarak, Allah'ı sevmenin kadîm olduğunu bilmekten ve anlamaktan doğar, işte bu şekilde Allah'ı bir sebebe bağlı olmaksızın, seviniz. Bu şekildeki sevgi sıddîkler ve âriflerinkidir."
    Mahabbetin, başlangıçları ve gayeleri itibariyle on kısma ayrıldığı söylenir. Bunlardan beşi, sâlik ve muhiblerin makamlarıdır. Bunlar sırayla; ülfet, hevâ, hülle, şağf ve vecddir. Aşıkların makamlarına gelince, onlar da şunlardır: Garaim, iftitân, veleh, dehş ve fenadır.

    Mahabbetten Muhammed (s) oldu hâsıl
    Mahabbetsiz Muhammed'den (s) ne hâsıl.

    Pir Sultan Abdal'ın, mahabbet konusundaki bir dörtlüğü şu şekildedir:

    Dîdâr ile mahabbete doyulmaz,
    Mahabbetten kaçan insan sayılmaz.
    Münkir üflemekle çerağ söyünmez.
    Tutuşunca yanar aşkın çırası.

    Konu ile ilgili bazı sözler ise şunlardır:
    Mahabbet şirket (ortak) kabul etmez: Allah'tan başka hiçbir şeyi sevmemeyi ifade eder. Casiye/23'te diğer istekler yerilerek "nefsinin hevasını kendisine ilah edineni görmedin mi?" denir. Bu ayet Furkan/43'te de aynen geçmektedir.
    Kuru muhabbet: Sevmenin karşılıksız olduğunu ifade etmek için kullanılan bir sözdür. Son devir ünlü Halvetî şeyhlerinden Fatih türbedârı Hacı Ahmed Amiş Efendi (ö. 1920) "bu yolun sermayesi kuru mahabbet" sözünü söyledikten sonra, bunu şöyle açıklarmış: "Mahabbetin yaşı olur mu? Olur ya! Görmüyor musun, babam ölse de, yerine geçsem, diyen şeyh oğullarını."
    Mahabbet meclisi : Sohbet meclisine bu isim verilir. Bu meclis, irfan ve edeb meclisi olduğu için, katılanların bilgisi artar.
    Mahabbetten kaçan insan sayılmaz: Sevginin insan için kaçınılmaz ruhî bir öğe olduğunu anlatmak için kullanılır.

    MAHABBET-İ ASLİYYE: Arapça, asli sevgi anlamına gelen bir tamlama. Allah'ın zatına olan mahabbet.

    MA HALAKALLAH: Allah'ın yarattığı anlamında Arapça bir söz. Mecazî olarak kalabalık manasında kullanılır. Bunun yerine "mâ haşarallah" sözü de kullanılır.

    Oldu bu hadise nâgâh âna.
    Üstüler mahaşarallah ana.
    Yahya

    MAHBÛB: Arapça, sevilmiş anlamında bir kelime. Muhib ve mahbûb aynı şeydir. Mahbubiyyet ve muhibbiyyet cihetleri fani olunca, sevgi Allah'ın zâtına perde olmaktan çıkar. Muhibbiyyet ve mahbubiyyet başlangıcı, anlaşılması zor bir şeydir. Zira muhib, mahbûba çekilişinin öne geçişi iledir. Bu durumda o, mahabbeti sebebiyle, mahbûba cezb olunmaktadır. Her muhib, mahbûb, her mahbûb muhibdir. Bu yönden muhib, nefsindeki mahbubunun özelliklerini konuşur.

    MAHFİL: Arapça, toplanma yeri demektir. Camilerde özel tahsisli kısım. Padişah için yapılanlara hünkâr mahfili, müezzinler için olanlara da müezzin mahfili denir. Cehrî zikir yapılan tasavvuf okullarında, zikir esnasında, bu mahfillerde çeşitli müzik enstrümanları çalan, ilâhi söyleyen bir heyet yer alırdı. Tekkelerin ana zikir salonunda bu bölüm, kıblenin karşı istikametinde bulunurdu. Bu kelime, yanlış olarak "mahfel" şeklinde kullanılmaktadır.

    Döner bir hâfız-ı mahfil nişîn-i nağme perdâze
    Serâğâz eyledikçe andelîbân âşiyân üzre.
    Nef'î

    MAHFUZ: Arapça, korunmuş, hıfzedilmiş anlamına bir kelime. Allah'ın söz, iş ve istekte kendisine karşı gelmekten koruduğu kişiye denir. Bu gibi kişiler, Allah'ın rızasına uygun düşmeyen bir laf söylemez, herhangi bir iş yapmaz. İstediği de, Allah'ın rızasına uygunluk arzeder. Kâşânî'nin yaptığı bu tarifle, günahtan ma'sum olan peygamberlerin durumu farklılık arzeder. Peygamberler ma'sum iken, velîler mahfuzdur denir. Ma'sum olan, Allah tarafından günaha girmekten korunması garanti altına alınmış iken, bu tam garanti veli için geçerli değildir. Bir gün biri, Cüneyd'e, "ey Cüneyd! Bir veli zina yapar mı?" diye sordu. Cüneyd bir süre tefekküre daldıktan sonra şu cevabı verdi: "Ve kâne emrullahi kaderan makdûrâ" Yani Allah diledi ise yapar, cevabını verdi: Yine bu açıdan olmak üzere, Peygamberler su-i hatimeden emin iken, velîler emin değildirler.

    MAH-I NEV: Farsça, yeni ay demektir. Tasavvufi eğitime yeni başlayan mübtedîler için, kinaye olarak kullanılan bir tabir. Bu durumda olan kişi, yeni doğmuş bir aya benzetilmektedir.

    MÂHÎ: Farsça, balık demektir. Ma'rifet okyanusuna batan kâmil arife, mâhî denir.

    MAHÎT: Arapça dikilmiş elbise demektir. Öğülmüş sıfatları kazanarak, yerilmiş sıfatlardan sıyrılmaya işaret eder.

    MAHİYE: Bir şeyin hakikati anlamında "mâ" ve "hiye" den meydana gelmiş Arapça bir sözcük. Tasavvuf? olarak Ümmü'l-Kitâb'a denir. Ümmü'l-Kitâb, Zât'ın künhünün mahiyetinden ibarettir. Yine bu ifade ile, üzerine isim, sıfat, vücûd, adem, Hak ve halk ıtlak olunmayan hakikatların mâhiyetleri vasıtasıyla, zatın bazı vecihleri tâbir olunur.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  2. #9
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (M)
    ..:: 9 ::..
    MEZHEB-MEŞREB: Arapça'da, mezheb, gidilecek yol, meşreb, su içilecek yer demektir. Istılahî olarak, islam dinini İmam-ı Âzam, imam Malik, İmam Süfyan-ı Sevrî gibi bilginlerin anlayışlarına, görüşlerine u***** yaşamaktır. Bu imamların görüşlerine mezheb denir. Meşreb ise, her insanda farklılık arzeden karakterolojik bazdaki huy, mizaç, zevk ve alışkanlıklardır.
    Meşrebi geniş: Hoşgörülü, kalıpları kırmış, şekilden kurtulmuş, herkesle diyalog kurabilen kişiler için, meşrebi geniş deyimi kullanılır.
    Mezhebden bahsolunur, meşrebden bahsolunmaz. Bir insanın mezheb seçmesi, tenkit etmesi veya takip etmesi gibi şeyler değişkenlik arzedebilir. Bu yüzden ele alınıp incelenebilir, ama meşreb, genellikle doğuştan gelen sabit bir yapıyı gösterir, değişmez, nasılsa öyledir. Bu sebeple, meşrebden bahsolunmaz. İnançsız kişiler için, "mezhebsiz" tâbiri kullanılır.

    Milletim ehl-i hakikat, halikım Rabbim Hûda
    Mezhebim râh-ı mahabbet, şart-ı imanım fena.
    Nazif Efendi (Mevlevî)

    Tuhfetu'n-Nuzzar'da ilginç bir dille anlatılır:

    Yine mihman geldi gönlüm şad oldu,
    Mihmanlar, siz bize safa geldiniz.
    Kar, kış yağar iken bahar-yaz oldu.
    Mihmanlar, siz bize safa geldiniz.
    Hatayî

    MISRİYYE-İ HALVETİYYE: Mısrî (ö. 1105/1693) tarafından kurulmuş olup, Halvetiyye'nin kollarmdandır.

    MİHDA': Mahzen, kiler gibi manaları taşıyan Arapça bir kelime. Başındaki mim harfi üç türlü harekelenir. Bu makam, kutublarm vuslata eren efraddan gizlendiği yerdir. Onlar, kutbun tasarruf dairesinin dışında kalırlar. Ancak, kutub da onlardan biridir; bisâtta, onların tahakkuk ettirdiklerini gerçekleştirmiş, ancak, onların arasında, tasarruf ve tedbir için muhayyer bırakılmıştır.

    MİHRAB: Arapça. Camilerde kıble tarafı duvarının orta yerinde, içe oyuk kısma mihrab denir ki, imamın namaz kıldırmak üzere durduğu yer, burasıdır.
    İhtiyarladığı halde, genç ve dinçliğini muhafaza eden kişiler için "cami yıkılsa bile, mihrabı yerinde" denir. Camilerin mihrab kısmı çok sağlam yapılır, kolay yıkılmaz, herhangi bir şekilde harabeye dönüşme durumunda, mihrabı ayakta kalan camiler için, "mihrabı yerinde" tabiri kullanılır. Bektaşîler, yüze veya iki kaş arasına mihrab derler. Erken dönem, sûfî zahidlerin ibadet için çekildikleri uzlet köşelerine mihrab adı verilirdi.

    MİFTÂH : Arapça, anahtar demektir. Ezelde mümkinlere ait ayrıların farklılaşmasına, "miftahu sırri'l-kader" denir. Ağacın çekirdekte bulunduğu gibi, tüm eşyanın, zat-ı ehadiyyetten ibaret bulunan gaybların gaybında mahiyetleri üzere münderic olması. Bunlara aslî harfler denir.

    MİHMÂN EVİ: Farsça, mihman, misafir demektir. Bektaşîlerde misafirlerin kalması için ayrılan yere mihman evi denir. Han Bağı ile Dede Bağından çıkarılıp kendisine taç giyme töreni yapılacak can (derviş), bir süre burada hizmet ederdi. Tasavvufî anlayışta tekkeye inen herkes, Allah'ın gönderdiği bir konuktur. Misafir, eve bereket demektir. Hz. ibrahim (a)'in misafirsiz yemek yememesi adeti (sünneti), tasavvuf! telakkilerde önemli bir etkiye sahip olmuştur. Öyle ki, her misafir Hızır gibi sayılmıştır. İbn Batuta, 1340'lı yıllarda Tunus'tan Antalya'ya geldiğinde, onun Âhilerce, tekkelerinde misafir edilmek üzere yarışırcasına birbirleriyle tartışmaya girişmeleri, bu hususu teyid eder mâhiyettedir.

    Mİ'RAC-Mİ'RACİYYE: Mi'rac, Arapça merdiven demektir. Peygamber Efendimiz (s)'in Allah ile görüştüğü geceye Mi'rac gecesi ve bu olaya Mi'rac denir. Bu olayı anlatan manzum eserlere de, "Mi'raciyye" adı verilir. "Namaz mü'minin mi'racıdır" hadis-i şerifinde de ifade edildiği üzere, ruhun Allah'a yükselişine Mi'rac denmiştir.

    MİR'ÂTÜ'L-HAZRETEYN: Arapça, iki hazretin aynası demektir. İnsan-ı Kâmil, bütün isimlerle beraber zât'ın mazharıdır.

    MİR'ÂTÜ'L-KEVN: Arapça, oluş aynası demektir. Tek olan mutlak varlık.

    MİSAL ÂLEMİ: Eşyanın suretlerinin ve modellerinin bulunduğu bu âlem, gerçek âlemdir. Buradaki suretlerin gölgesi, maddî ve hissî suretlerdir.

    MİSBAH: Arapça, lamba demektir. Tasavvuf terimi olarak, "Ruh" anlamınadır.

    MİSKİN: Arapça, zelil, hor, zavallı kimselere miskin denir. Varlık duygusundan sıyrılan, varlığı yokluğa çeviren, kendisinde hiçbir varlık görmeyen kişi demektir.
    Eskiden, cüzzam hastalığına, miskin hastalığı denirdi. Bu durumda olanlar için, şehir dışında "miskinhane" yapılır ve orada ikamet ettirilirdi ki bu yerlere, "Miskinler Tekkesi" de denirdi.

    Miskinlikte buldular, kimde erlik varışa,
    Merdivandan yittiler, yüksekten bakarısa.
    Yunus Emre

    Gel imdi miskin Yunus, tut erenler eteğini
    Cümlesi miskinlikte, yokluk imiş çâresi.
    Yunus Emre

    MİZAN: Arapça, terazi demektir. İnsanın isabetli görüşlere, doğru sözlere, güzel işlere ulaşmasını ve bunları zıtlarından ayırt etmesini sağlayan şeye, mizan denir. Şeriat, tarikat ve hakikat ilimlerini içine alan adalet, işte budur. Ehadiyyet-i cem ve fark makamları tahakkuk ettirilmeden, bu mertebeye ulaşılmaz. Zahir ehlinin ölçüsü, şeriat iken, bâtın ehlininki kudsiyet nuruyla nurlanmış akıl, havâssınki tarikat ilmi, havassu'l-havassınki de, insan-ı kamil'in gerçekleştirdiği ilâhî adalettir.

    MOLLA-YI RÛM: Farsça, Anadolulu bilgin demektir. Mevlevî tasavvuf okulunun kurucusu, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî hakkında kullanılan bir tabir.

    MUALLİMÜ'L-EVVEL ve MUALLİMÜ'L- MELEK : Arapça, ilk öğretmen, meleklerin öğretmeni demektir. Bu, Hz. Adem (a) demektir. Nitekim Allah, "meleklere, onların isimlerini haber ver" (Bakara/33) buyurur.

    MUAMMELİYYE: Muammel b. Abdullahi'l-Bennâ Valhâ'ya dayandırılan bir tasavvuf okulu. Cüneydiyye'nin kollarından biridir.

    MUAMMERİYYE : Muammerü'l-Cili'ye dayandırılan bir tasavvuf okulu.

    MUAYENE: Arapça, gözle görmeyi ifade eder. hakk'ın, çeşitli mertebelerindeki tecellîlerini görme.

    MUHÂDARA: Arapça, konferans vermek, hakkını elde etmek üzere mücadeleye girip, galip gelmek, padişahın, huzurunda bulunanlarla, diz dize, yan yana oturup konuşması gibi anlamları olan bir kelime.
    Allah'ın isimlerinden feyz alma hususunda, kalbin, Hakk ile beraber olması. Mütalaanın, hicabın kaldırılmasından önce olduğu kaydedilir. Bir görüşe göre, muhadara başlangıç olup, mükâşefe ve müşahede, onun peşinden gelir. Muhadara, kalbin huzur haline denir. Bu durumda, salikin ulaştığı ilk derecenin muhadara olduğu, bunun peşinden mükâşefenin geldiği, sonunda da müşahedeyi elde ettiği ortaya çıkmaktadır. Bu, tevatüre varan burhanla birlikte ortaya çıkar. Yani sâlik, Rabbisinden çok sayıda deliller gördüğü zaman, kalp perdesinin ardından bir takım doğuşlara hazır hale gelir, ilâhî ilhamı almaya, kabiliyet kazanır. Bunun ardından mükâşefe gelir ki, burada konu, izaha ihtiyaç duyulmayacak haldedir. Kalp, kendine açılan şeyin Hakk olduğunda, kesin inanç sahibidir. Zira o, delile, burhana, derin düşünmeye ve beyana ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. Bundan sonra, yüce bir derece olan müşahede gelir.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  3. #10
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (M)
    ..:: 10 ::..
    MUHÂDESE : Arapça, sohbet etmek, demektir. Hakk'ın, Tur dağında Hz. Musa'ya ağaçtan seslendiği gibi, kuluna mülk alemindeki suretlerden hitab etmesi.

    MUHALEFET: Arapça, karşı çıkmak, muhalefet etmek anlamındadır. Nefse karşı çıkmak ibadetin başıdır. Şeyhlerden birine İslâm'dan sorulunca, "nefsin, muhalefet (karşı çıkma) kılıçlarıyla boğazlanmasıdır" karşılığını vermiştir.

    MUHASEBE: Arapça, hesaplaşma, hesaba çekilmek anlamlarına gelir. Nefsini, adım adım, soluk soluk hesaba çeken kişinin kıyamette hasreti az, Arasat meydanında vakfeleri çok
    olur. Nefsin irtibatları altıdır: 1- Müşarekeyle 2- Murakabeyle, 3-Muhasebeyle, 4- Muâkabeyle, 5- Mücahedeyle, 6- Muayeneyle irtibatı. Bunlar böylece altı makamdır. Kısaca muhasebe, nefsin yaptığı iyi ve kötü işler açısından kendini hesaba çekmesidir. "Nefislerinizi ölmeden önce hesaba çekiniz" hadisi ile buna işaret olunur.

    MUHASİBİYYE: Ebu Abdullahi'l-Haris b. Esedi'l-Muhasibî (ö. 243/857)'ye dayandırılan bir tasavvuf okulu.

    MUHAZÂT: Arapça, birinin karşısına geçip hizasında oturmak, karşı karşıya hizaya gelmek gibi anlamları olan bir kelime. Salikin murakabede, Hakk'ın veçhiyle hazır bulunması. Bu murakabe, saliki, Hakk'ın gayri herşeyden sıyırır ve sonunda, gaybeti sebebiyle, hiçbirşeyi görmez hale gelir.

    MUHEYYEMÛN: Arapça, aşırı şaşkınlığa düşenler, demektir. Bir grup melek. Onlar, Allah'ın güzelliğini seyre o denli dalmışlardır ki, Hz.Adem'in bile yaratıldığının farkında değildirler. (Ahh!...) Bunlar, Âlûn melekleridir: cemal nuruyla kendilerinden geçtikleri için Hz. Adem'e secde ile emrolunmamışlardır. Bunlara Kerrûbiyyûn adı da verilir. Rivayete göre, Hz. Adem'in yaratıldığından hâlâ habersizdirler.

    MUHİB: Arapça, seven demektir. Tasavvuf yolunu ve o yolda gidenleri seveni ifade eder. Tasavvuf yolunu seven, fakat o yola girmemiş kişiye muhib derler. Bektaşîlik'te Muhiblik ilk derecedir. Bundan sonra dervişlik, babalık ve ha****lik gelir. Mevlevî muhibleri için tekkede ayrı yerler olur.

    Mürid muhib çok olgun
    Deyu canlar azdırub,
    Ucb ile kendini gösteren
    Bel'am isen haber ver.

    MUHİB AYİNİ: Bektaşîlikte, tarikata girme münasebetiyle yapılan törene, "muhib âyini" denir. Bu tören, Perşembeyi Cumaya bağlayan Cum'a gecesi, veya Pazarı
    Pazartesiye bağlayan Pazartesi gecesi yapılırdı. Tarikata girecek aday, o gece kurbanını dergaha ***ürür veya kurbanın bedelini verirdi. O akşam âyin (tören)'de yenilecek içilecek herşeyin masrafı da, bu adaya ait olurdu. Bu âyin, diğer âyinlerden daha uzundu.

    MUHYEVİYYE: Bkz. Ekberiyye.

    MUKABELE: Arapça, karşılaşmak, biriyle karşı karşıya gelmek anlamındadır. Dervişler, zikir çekerken karşılıklı halka halinde otururlar. Bu şekilde karşılıklı oturmaları veya toplu halde şeyhin karşısında bulunmaları sebebiyle, zikr toplantısına mukabele denmiştir. Mevleviler de, Sultan Veled Devri, veya Devr-i Veledî diye, semadan önce, Semâhâne'nin etrafında üç kez dönülen törende, şeyh postunun önünde, dervişler birbirlerine niyaz ederler ki, işte bu sebepten Mevlevîler'in semâma da mukabele adı verilir. Camide, hafızın cemaatı karşısına alıp Kur'an okumasına da mukabele denir.

    MUKABELE GÜNÜ: Dergahlarda, mukabelenin (zikr töreninin) icra edildiği güne, mukabele günü denirdi. Her tarikatın veya tekkenin mukabele günü farklıydı. Mesela Kelâmî Dergâhı'nda, Şeyh Muhammed Es'ad Erbilî (k.) Hazretlerinin mukabele günü, Cum'a idi.

    MUKÂBELE-İ ŞERİF: Arapça, şerefli mukabele demektir. Mevlevi zikr tören(ayin)ine, Mukâbele-i Şerif denirdi. Bütün muhiblerin iştirakini sağlamak üzere, tatil olan cuma günü yapılırdı.

    MUKARREBÛN: Arapça, yakınlaştırılanlar demektir. Allah'a yakın olan velîlere denir. Peygamberler ve melekler hakkında da kullanılır.

    MUKTESİD : Arapça, yaptığı işte ifrat ve tefritten kaçınan kimse demektir, modern Arapça'da ekonomist manasına da gelir.
    Fiillerine sahip kimseye muktesid denir. Muktesid, belâ zamanında sabırlıdır, müjdeci ve korkutucu motivasyonlarla harekete geçer, Allah'ı, âhiret korkusuyla sever.

    MUM: Mum mecazı, pervane kelebeğiyle birlikte kullanılır. Mum aşık olunanı, yani Allah'ı, pervane de, Allah'a aşık olan kişiyi temsil eder. Gezegenlerin güneş etrafında döndüğü gibi, pervane de mumun ateşi etrafında döner, döndükçe daire daralır. Ve sonunda pervane ateşle bütünleşip, cismini ateşe dönüştürür. Yani, seven sevdiğine kavuşup onun rengiyle (sıbğatullah, renksizlik) boyanır.
    Türbelerde yakılan mum, acaba bu mecazi anlatıma binâen midir? Türbede yatan Allah dostunun bir aşk ateşi olduğu, ziyaretçilerin de bu ışık ve ateşin etrafında dönüp pervane gibi nasib aldığı düşünülebilir. Fakat herşeye rağmen, türbelerde yakılan mumun islâmî ve tasavvufî bir temele dayandığı söylenemez.

    MUM ALAY: Eskiden, Medine-i Münevvere'de, Teravih namazlarından sonra, sevgili Peygamber Efendimiz (s.)'in türbesinde yapılan bir tören. Şeyhulharem biniş giyerek, Şam Kapısı'ndan, şamdanla, Hz. Peygamber (s.)'in huzuruna girer. Diğer hizmetliler de, salavat oku***** onu takibederlerdi. Mescid-i Nebevî'nin kumluğunda toplanan cemaat salavat getirirken, içeri girenlerden güzel sesli birisi, Peygamber Efendimiz (s.)'in kabrine karşı bir Na'at okuduktan sonra, din ve devlete dua edilerek merasim bitirilirdi.

    MUNKATI-I VAHDANİ: Arapça, bir olana bağlanmak demektir. Bu, cem hazreti olup, onda başkasının ayn'ı ve eser(iz)i yoktur. Bu, başkalarından kesilme mahalli ve ehadiyyetü'l-cem'in aynıdır. Buna, işaretin kesilmesi, vücud hazreti, cem hazreti de denir.

    MURÂD: Arapça, istenen, maksad, vs. gibi manalara gelen bir kelime. İradesi kalmamış arife, murad denir. Bu durumdaki arif, nihayetlere varmıştır. Haller, makamlar, maksadlar ve irâdeleri geçmiştir. Bunlar muhib değil (seven) mahbûb (sevilen) durlar.

    MURADİYYE: Şeyh Muhammed Murad b. Ali b. Dâvud b. Kemâleddin el-Hanefî el-Buharî tarafından kurulmuş olup, Nakşibendî kollarından birisidir.

    MURAKABE : Arapça gözetlemek, korumak, kontrol etmek demektir. Allah'ı kalp ile düşünmek.
    Allah'ın, her zaman, her yerde hâzır ve nazır olup kendini görüp, işittiğini bilinç olarak yaşamak. Tasavvuf okullarında murakabe, bir ders olup, gece yarısı dizüstü oturularak, vücudun hiçbir uzvunu kımıldatmadan, gözleri yummak suretiyle yapılır. Sadece Allah düşünülür, 15 dakikadan 3 saate kadar bu durumda devam edilir. Bu durumda, dervişe manevî âlemden çeşitli feyzler gelir. Bir kanaate göre, murakabenin hakikati, Allah'ı görür gibi ibadet etmektir. Avammın murakabesi, Allah'tan korkmak (havf) iken, havassınki Allah'tan ümit etmektir (reca). ibn Atâ'ya en faziletli taâtın ne olduğu sorulunca, "her zaman Hakk'a murakabeye devam etmektir" karşılığını vermiştir. Yine murakabenin alametinin, Allah'ın tercih ettiğini tercih etmek, O'nun yücelttiğini yüceltmek, küçülttüğünü küçültmek olduğu, kaydedilir. Gizli ve açıkta Allah için ihlaslı olmak da, havassın murakabesi sayılmıştır.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  4. #11
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (M)
    ..:: 11 ::..
    MURAKABEYE VARMAK : Gözleri yumup Allah'a teveccüh etmek ve bu durumda zikir ile meşgul olmaya, murakabeye varmak, denir .

    MURAKKÂ: Arapça, hırka, yamalı elbise demek- tir. Eskide dervişler, nefislerinin gurur ve kibrini kırmak için, eski elbiseler giyerlerdi. Bu tip elbise, iki dünyadan da sıyrılmayı ifade eder. Murakkâ, genellikle mavi renklidir. Ancak bu şekilde giyinmek, zamanla riyakarlığa dönüştü. Ibn Cevzî, Telbis'de, bu hususu şöyle dile getirir. "Murakkâ, eskiden incileri örten bir örtüydü. Şimdilerde, leşi örten bir örtü haline geldi."
    Hattatların ayrı ayrı kâğıtlara yazdıkları yazılara "Murakka'ât" (yani murakkalar) denir. Bu tip yazılar, bir mukavvaya yazılır, tezhib edilir, sonra bir mecmua hâline getirilip saklanırdı.

    Baş sallar sûfi gibi, yeşil murakkalar geyip,
    Söyler benzer serv, gülşende sabâdan aldı el.
    Necâtî

    MUSAFAHA: Arapça, parmaklar bitişik, eller düz ve açık olarak iki kişinin tokalaşması demektir. Musafaha sünnettir. Bu, bir tür selamlaşmadır. Mevleviler, iki kişi aynı anda birbirlerinin ellerini öpmek suretiyle musafaha yaparlardı.

    MUSAHİB: Arapça, sohbet arkadaşı demektir. Alevîlere erginlik çağına gelen iki kişi, aynı zamanda Alevîliğe girerler, bunlar birbirlerinin sahib ve "musahib"i olurlardı. Bu, hicretin hemen akabinde Hz. Peygamber (s.)'in Mekke'li ve Medine'li müslümanları kardeşleştirmesi (muâhât) olayına dayandırılır. Bu şekilde kardeşleşmeyen yani musahibi olmayan kişi, alevîliğe giremez. Bektaşîlik'te, Alevîlik'teki gibi musahiblik şartı yoktur.

    Miyan-beste olan üstadsız olmaz,
    Rehber olmayınca bu yol bulunmaz.
    Üçü bir kimsedir ismi bilinmez,
    Mürebbî farz, musahib sünnettir.
    Kul Himmet

    MUSLİHİYYE-İ HALVETİYYE: Tekir-dağlı Şeyh Mustafa Muslihiddin Efendi (Ö. 1099/1697) tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu olup, Halvetiyye'nin kollarındandır. Bu koldan, daha sonraları Zühriyye adında bir alt kol daha zuhur etmiştir.

    MUSTASVİFE: Arapça, uyduruk, sahte mutasavvıf demektir. Sahte sûfiler, tasavvuf tarihinde olumsuz örnekler olarak sıkça görülmektedir. Bu grub, dünyalık uğruna, tasavvuf sakızı çiğner. Hedefleri, olgunlaşmak ve Allah'a olgun bir kul olmak değildir. Bunlara, pislik yiyen sinek veya kurt gözüyle bakılır.

    MUTA'ABBİD: Arapça'da kulluk etme anlamındaki te'abbud masdarının ism-i failidir. Neş'e ve zevkine ulaşmamakla aksamalarla birlikte kendini, ibadete vermiş kişiye (mute'abbid1) denir.

    MUTALA'A: Arapça, bir şeyi bilmek, iyice anlayabilmek üzere devamlı bakmak anlamındadır. Başlangıç olarak, yahut hadiselere rucû eden şey konusunda, kendilerinden doğan istek olmadan, Hakk'ın ariflere nasib ettiği muvaffakiyet (başarı)e mütalaa denir ki, tavali (doğuş) ve berk (pırıltı, şimşek)ler vuku bulduğunda, müşahedeyle beraber ortaya çıkan şeye denir. Ha****lik yükünü sırtına alan ariflere, Hakk'ın lütfettiği başarıya da mutala'a denmiştir.

    MUTASARRIF: Arapça, harcayan, sarfeden, bir işi yöneten, yön veren, bir işte ileri geri hareket eden kişi anlamındadır. Detaylı bilgi için bkz. "Tasarruf".
    MUTRİB: Arapça, şarkıcı, neşelendiren, coşturan anlammadır. Rumuzu açan, hakikati açıklayan, ariflerin gönüllerini mamur hale getiren ve bu suretle teşvikte bulunan ve feyz ulaştıran kişiye mutrib denmiştir. İnsan-ı Kâmil.
    Eshab-ı lyş u işreti selbetti dehr-i dûn
    Pîr-i mugana, mutriba, rindana hasretiz.
    Abdülbaki Feyzi
    MUTRİB-HÂNE: Mevlevî tabiri. Ney, kudüm çalan ve ayin okuyan (ayinhan)ların bulunduğu özel yer (mahfil)e mutrib-hâne denir.

    MUTTAKİ: Arapça, sakınan, takva sahibi kimse anlamındadır. Cürcanî, dinî vecibelerin tümünü yerine getiren kişiyi muttaki olarak tanımlar.

    MUTTALA': Arapça, seyretme yeri demektir. Sûfiler, bunu, marifet anlamında ele alırlar. Tecelli geldiğinde, sûfiye zevk ve ilham yoluyla bazı sırlar açılır. O, âleme bu gözle bakar.

    MÛY: Farsça, saç demektir. Hüviyetin dış yüzü hakkında herkes malumat sahibi olabilir, ancak daha ileri gidilemez; çünkü ötesi gaybu'l-gayb'dır, bu da saç gibi simsiyahtır, karanlıktır.

    MÜBTEDÎ: Arapça, yeni başlayan, acemi demektir. Bir şeyi yeni öğrenmeye başlayan öğrencilere, mübtedî (işin başında) denir. Tasavvufî olarak, tam anlamıyla kendini Allah'a vererek, tasavvufî sulûke azm kuvveti ile başlayan kişi anlamına gelir. Bu kişi, tarikat edeblerini vazife edinir. Sağlam bir irâde ile hizmete sarılır. Mevlevîlik'te 1001 günlük çileye giren canlar, mübtedî olarak değerlendirilirler. Başlangıçta verilenleri tam anlamıyla yapanlar, maneviyat yoluna kabul edilirler. Rahmetli Sami Efendi (k.)'nin yolunda, asıl ders verilmeden önce, mübtedilere belirli bir süre hazırlık dersi verilir. Başarılı olunursa asıl derse geçilir.

    MUCAHEDE: Arapça, vuruşmak, döğüşmek, harbetmek anlamında bir kelime.
    Bütün masivadan sıyrılmak suretiyle, Allah'a duyulan ihtiyacın sıdk üzere olması. Nefsin, Hakk'ın rızasını kazanmak yolunda harcanmasına mücâhede denmiştir. Nefse şehvet sütü emzirmeyi terketmek, kalbi, istek ve şüphelerden uzak tutmak da mücâhede olarak değerlendirilmiştir.
    "Uğrumuzda cihad edenlere, (bize ulaştıracak) yolları gösteririz..." (Ankebut/69) âyeti, tasavvufî düşüncede, afakî olduğu kadar enfüsî olarak da, değerlendirilmiştir. Hasan el-Kazzaz (r), mücâhedeyi "ancak belini doğrultacak kadar az yemek, sadece ağırlık bastırdığı zaman uyumak, zaruret olmadıkça konuşmamak" şeklinde tanımlarken, İbrahim b. Edhem şu açıklamayı yapar. "Bir kulun salihler seviyesine ulaşması için, altı engeli aşması gerekir: 1-Nimet kapısı kapanır şiddet (sıkıntı) kapısı açılır, 2- izzet kapısı kapanır, zillet kapısı açılır, 3- Rahat kapısı kapanır cehd (zorlu çalışma, çaba) kapısı açılır, 4- Uyku kapısı kapanır, uyanıklık kapısı açılır, 5- Zenginlik kapısı kapanır, fakirlik kapısı açılır, 6- Emel (istek) kapısı kapanır, ölüme yetenek kazanma kapısı (fena) açılır. Bâyezid, kendi mücâhede deneyimini anlatırken "oniki yıl nefsimi örste doğdum, beş sene kalbimi ayna gibi cilaladım, bir sene de, bu nefsim ile kalbim arasından baktım, belimde açıkça zünnar gördüm. Oniki yıl bu zünnarı gidermek için çaba sarfettim, tekrar baktım, belimde yine zünnarı gördüm. Bunun üzerine beş yıl daha gayret sarfettim, keşfim açıldı. Mahlûkâta baktım, onları ölümüm olarak gördüm. Onların üzerine dört yıl tekbir (beyaz, siyah, kırmızı, sarı ölüm) alarak cenaze namazlarını kıldım, işte nefsin mücâhede yolculuğu budur" der.
    Arif bu yolda halka, dünyaya ve içindekilere iltifat etmez. O, sadece Allah'la beraber bulunmayı sürdürür. Bu, insanlar arasında çok az bulunan yüce bir makamdır.
    Mücâhedenin, takva sahibi olmak, istikamet üzere bulunmak, keşf ve ilhama ulaşmak gibi, çeşitli amaçlarla yapıldığı kaydedilirse de, doğrusu mücâhedenin Allah rızası için olmasıdır. Zira, kulun Allah'a ulaşmak üzere yaptığı herşey, araçtır. Takva ve istikamet de buna dahildir.

    Değil mi cenk hayatın zebûnu âlemde
    Mücâhede ile yaşar çaresiz bu âlemde.
    M. Akif
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  5. #12
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (M)
    ..:: 12 ::..
    MÜCERRED: Arapça, soyulmuş, çıplak, sırf, bileşik olmayan anlamını ihtiva eden bir kelime. Evlenmemiş kişiye de mücerred denir. Tecrid ehli, kendini, dünya alâkasından kesmiştir. Bu deyimle ilgili "mücerred pak, müteehhil hak" atasözü kullanılır ki bu "evlenmemiş kişi temizdir, ama evlenmek de haktır" anlamındadır. Ayrıca Bektaşîlikte "mücerred âyini" denen bir uygulama vardır ki, o da şöyledir: Evlenmemek konusunda söz veren derviş (can)in saç, kaş, bıyık ve sakallan ustura ile kesilir, sağ kulağı delinerek mengüş(küpe) takılır. Bu âyine müteehhil (evli)ler katılamaz. Bu uygulama eskiden dört büyük dergahda yapılırdı:
    1 - Kerbelâ'da Hz. Hüseyin âsitane (dergah)si,
    2- Hacı Bektaş-ı Veli dergahı (pirevi).
    3- Mısır'da Kaygusuz Sultan dergâhı,
    4- Teselya'da Reni kasabasındaki Dur Bali Sultan dergahı.

    MÜCÂLESE: Arapça, birlikte oturmak demektir. Kişi sevdiği kişi veya kişilerle oturur sohbet yapar, muhabbet eder. Karşı görüşten olanlarla beraber bulunmak, ruhu kör eder. Zıtları görmek, zevkten mahrum bırakır, insanlarla muamelede orta yolu tutturmak ve nefsi pisliklerden korumak, mürûet (mürüvvet) olarak değerlendirilmiştir.

    MÜCEDDİDİYYE: Nakşibendiliğin kollarından biri olup, Şeyh İmam-ı Rabbânî Ahmed-i Farûkî Şerhindi (ö. 1034/1624) tarafından kurulmuştur. Ahrariyye'den zuhur etmiştir.

    MÜDÂHÂT BEYNE'S-ŞUÛN VE'L-HAKÂİK: Arapça, hakikatler ve şe'nler arasındaki benzerlik anlamına gelen bir ifade. Kevnî hakikatler, isimlerden ibaret olan İlâhî hakikatler üzerine dayanır. İsimler de, zati şe'n (oluş, durum)lere terettüb eder. Kevnler, isimlerin gölgeleri ve suretleri; isimler de hazerat ve ekvan şe'nlerinin gölgeleridir.

    MÜDÂHÂT BEYNE'L-HAZARAT VE'L-EKVAN : Arapça, kevnler ve hazarat arasındaki benzeşim manasına bir ifade. Bu, ekvanın üç hazerata (hazret-i vücub, hazret-i imkan ve bu ikisi arasındaki hazret-i cem) olan bağlantısını ifade eder.
    MÜDÂM: Farsça, şarap demektir. Kamil arifi sürekli sarhoş tutan birlik (vahdet) şarabı.

    MÜFERRİCÜ'L-AHZÂN VE MÜFERRİCÜ'L-KÜRÛB: Arapça, üzüntüleri kaldıran, kederleri dağıtan demektir.
    Kaşanî bu terimi, kadere iman olarak açıklar, "men âmene bi'l-kader emine mine'l-keder". Yani, kadere inanan, kederden kurtulur.

    MÜFÎZ: Arapça, feyz akıtan, feyz dağıtan, veren demektir. Hz. Peygamber (s.)'in Delâil'deki 201 isminden biri de "müfiz"dir. Çünkü o, Allah'ın isimlerini gerçekleştirmiş ve hidayet nurunun ümmeti üzerine feyz yoluyla aktarılmasında, mazhar ve vasıta durumundadır.

    MÜFRED: Arapça; tekil, tekleşmiş gibi anlamlara gelir. Rical-i gaybden bir grub. Bu husustaki hadis-i şerif şu şekildedir: Hz. Resulullah (s.) "Müfredler geçti" deyince, ashab-ı kiram "ya Resulullah (s.) müfredler kimdir?" diye sorar. "Onlar Allah'ı gizlice zikreder, yükleri zikirdir kıyamet günü hafifçe (rahatlık içinde) gelirler". Sûfiliğe ulaşan kişi, müfredler makamındadır.

    MÜHR-İ NÜBÜVVET: Peygamber Efendimiz (s.)'in sırtında iki küreği arasında bulunan ben. Buna peygamberlik mührü denir.

    Cihan zîr-i niginindir serâser hükm-i şer'inde,
    Sana mahsustur, mühr-i nübüvvet yâ Resulullah.
    Nazım

    MÜHR-İ SÜLEYMAN: Arapça, Hz. Süleyman'ın mührü anlamındadır. Bu mühür, üçgen şeklindedir. O sonluluğun alameti olarak kullanılır.

    Etrafa saldı şa'şaasm kuşe kuşe mihr
    Oldu ufukda muhr-i Süleyman gibi ayan.

    MÜKAŞEFE: Arapça, ortaya çıkarmak demektir. Tasavvufta velilerin kalblerindeki gaybî işlerin ortaya çıkması, bir hususun keşif yoluyla bilinmesi gibi anlamlara gelir. Muhyiddin ibn Arabi, mükaşefenin konusu, manalar, yani gözle görünmeyen şeyler iken; müşahedeninki gözle görünen şeylerdir, der. Akıl ve duyu organlarıyla elde edilemeyen bilgiler, keşf yoluyla bilinir.
    Bu bilim, satırlarda değil, sadırlarda yazılıdır. Okulda öğrenilmez, yaşa***** öğrenilir. Kitaplarda yazılmayışı, herkesin anlamasına kapalı olduğu içindir. Bu yüzden yanlış anlaşılabilir, okuyanı, anlamadığı için inkara ***ürür. Mükaşefe makamı, "müzakereden sonra gelir. Elde etmek için, yorucu mücahedelere ihtiyaç vardır.

    MÜLK: Arapça. Mülk; üzerinde tasarruf yetkisi bulunulan, sahip olunan şey, temlik vs. gibi anlamları olan bir kelime.
    Gözle görülen cismanî âlem. Kâşânî, emredilen karşısında, bulunduğu hale göre, kula karşılık vermesi durumunda Hakk'a "Mâlikü'l-Mülk" denir. Mülk âlemi hisler ile bilinir.

    MÜNÂCÂT: Arapça, fısıldaşmak, gizlice söyleşmek demektir. Allah'a hafif sesle fısıltı halinde yalvaran, dua eden kulun, Rabbisine olan bu davranışına, münâcât denir. Sûfi, sadık kul, nefs, kalp, akıl ve ruhunun birlikteliğiyle Allah'la beraberliğini yaşar ve daima O'na olan ihtiyacını hisseder. O'na gerçek anlamda kulluk yapamadığının farkına varır. Böylece O'na münâcâtta bulunur. O'na taât, nafile, zikir ve ibadetlerle yaklaşmaktan daha lezzetli birşey bulamaz. Şükreden, razı, âbid bir kul tavrıyla, ibadet eder. Kalbinde Rabbisinin nurunu görür. Nefsinde Allah'ın heybetini hisseder. Allah'ın yarattıklarındaki incelikleri düşünür. O'nun cemal ve celalinden başkasını görmez. Birlik ummanında tesbihatta bulunur. Sevgiyle, kalbinin derinliklerinden gelen bir duygu ile, münacatlarda bulunur. Bu durumda Zunnûn'un Rabbisine münâcâtındaki gibi şöyle der: "İlâhî, kulak verdiğim hiçbir hayvanın sesi, ağacın hışırtısı, suyun fışkırması, kuşun terennümü, faydalandığım bir gölgelik, fısıldayan bir rüzgar ve gürleyen bir şimşek yoktur ki onda, Senin vahdaniyyetini bulmuş, veya görmemiş olayım!..."
    Divan Edebiyatı'nda, Allah'tan dua ile birşey istemek üzere yazılmış şiirlere münâcât denirdi. Şairler, divanlarının başına bir münâcât, sonra na't koyarlar, ardından gazel ve kasidelerini eklerlerdi.

    MÜNASAFE: Arapça, karşılıklı insaf üzere muamelede bulunma anlamınadır. Kulun gerek Hakk ile, gerekse halk ile güzel muamelede bulunması.

    MÜNASEBET-İ ZATİYYE: Arapça, zatî ilişki, zatî alâka demektir. Hak ile kul arasında iki yönlü bir münasebet vardır.
    1- Kulun ta'ayyünü ve kesretinin sıfatlarıyla ilgili hükümlerin, Hakk'ın vücûb ve vahdetinin hükümlerine müessiriyeti (etkisi) yoktur.
    Aksine, çokluk (kesret) zulmeti, vahdet nurunun boyasıyla boyanır. 2- Kul, Hakk'ın sıfatlarıyla muttasıl olur ve bütün isimlerini gerçekleştirir. Bunlardan ilki gerçekleşirse, bunun konusu olan kul, kamil bir insan olur. İkinci durumdaki kul, mukarreb (Allah'a yakın), mahbûb (sevgili) olur. Birinci şıkkın gerçekleşmesi, ikinci şıkkın gerçekleşmesine bağlıdır. Aksi muhaldir. İki durumun çeşitli mertebeleri vardır. Mesela, birinci durumda vahdet nuru kesrete, kuvvetli veya zayıf bir şekilde etkili olur, vacible ilgili hükümlere kuvvetle veya zayıf bir şekilde hakim olması bakımından ortaya birçok mertebe çıkar. Bu duruma, kulun tüm isimleri gerçekleştirip gerçekleştirmemesi yol açar.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  6. #13
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (M)
    ..:: 13 ::..
    MÜNAZELE: Arapça, menzillerde yol alma, mesafe alma, biri iniş, biri çıkış durumunda bulunan iki kişinin yüzyüze gelmesi. Hakk'ın, kulun kalbinde kendine doğru gelme isteğini yaratması ve bu münasebetle karşılaşma halinin meydana gelmesi. Çıkış (suud, uruc), Allah'a gidiş, iniş (nüzul), Allah'ın kula gelişidir. Bu gidiş ve gelişin birbirlerine yaklaşmasına münazele denir. Bir hadis-i kudsîde, bu hususa şöyle işaret edilir: "Bana yürüyerek gelene, koşarak giderim".

    MÜNTEHE'L-MA'RİFE: Arapça, marifetin zirvesi demektir. Vahidiyyet menşei olup, manalara ait suretlerin kendisinden zuhur ettiği Rahmani nefes bundan çıktığı için, masiva menşei (doğuş yeri) adını da alır. Bu, vücûd vasıtasıyla ortaya çıkar. Bu, Hakk'ın, halkın suretlerine iniş yaptığı tedella (sarkma) menzilidir.
    Tedânî menzilinde de, halk Hakk'a yaklaşır. Burası Hakk'ın cömertliğinin ilk taşma yeri (munba'asu'l-cûd)dir. Hakk'ın cömertliği, ilk olarak, esma vasıtasıyla buradan herşeye taşar.

    MÜNTEHİ: Arapça, son, sona varan gibi anlamlara sahip bir kelime. Mevlevilik'te 1001 günlük çileyi tamamlayan kişi, yapılan merasimle "dede" olur. Dedelere, müntehî denir. Çileye yeni girene, "mübtedî" adı verilir.

    MURG: Farsça, kuş demektir. Ruh, bedendeki haliyle, kafesteki kuşa benzer. Tasavvufî sülük (seçmeli ölüm) veya tabiî ölümle (zorunlu ölüm) ruh, bedenî kayıtlardan, bağlardan kurtulur, yüce âlemlere doğru kanat açıp, uçar gider.

    MURG-İ SİDRE: Farsça, sidre kuşu demektir. Tasavvufta Cebrail (s.)'e murg-i sidre denir. Rivayetlere göre Hz. Peygamber (s.) ile olan Miraç yolculuğunda, Cebrail "sidretü"l-münteha"ya gelince, burasının kendisi için hayat sınırı olduğunu belirterek, orada kaldığı, daha ileri gitmediği kaydedilir. İşte bu yüzden Cebrail'e Sidre Kuşu, "Murg-i Sidre" denmiştir.
    MÜREBBÎ: Arapça, terbiye eden anlamındadır. Manevî tekâmül yolunu öğreten ve eğitimini yaptıran şeyhler veya mürşidlere, terbiye edici anlamında olmak üzere, mürebbî de denilir.
    MÜRİD: Arapça, isteyen demektir. Allah'a vuslatı arzu eden, bir başka deyişle, Allah'ın ahlakıyla ahlâklanmak isteyen ve bu olgunluğun eğitimini verecek bir şeyhe (veya mürşide) bağlanan (öğrenci olarak kaydını yaptıran, bey'at eden) kişiye mürid denir. Tasavvufi anlamdaki olgunlaşmada 4 merhale vardır. 1- Talib, 2- Mürid, 3-Mutasavvıf, 4- Sûfi. Mürid, bir tekamülî oluşumda ikinci sırayı işgal etmektedir. Son sırada bulunan sûfiye, vâsıl denir. Müridi üç gruba ayırırlar:
    1- Mutlak mürid: Şeyhine "niçin?" sorusu sorarak dili ve kalbiyle itirazda bulunmayan, şeyhinin sözlerine karşı delil istemeyen müride, mutlak mürid denir.
    2- Mücâz mürîd: iç ve dışa ait her hususta şeyhinin rey ve iradesi altında bulunan dervişe denir.
    3- Mürted mürid: Şeyhine emrettiği, yasakladığı konularda karşı çıkan müriddir ki, zamanımızda bu türden olanlar çoktur. İlk iki grub makbuldür. Müridin herşeyden önce şeriate sımsıkı yapışması (takva), edeb ve sıdk (doğruluk) üzere olması gerekir.
    Müridi ol ânın dilden muradın terkedip cümle İradetsiz murad olan, nefes tutmak itaattir.
    Sarı Abdullah Efendi
    Kendi isteğini şeyhinin isteğinde eriten, fanî kılan kişiye, mürid denir ki, bu eğitim, kulu Allah'ın iradesine teslim olmaya ***ürür.

    MÜRŞİD: Arapça, doğru yolu gösteren, uyaran, irşad eden demektir. Gerçek mürşid Hz. Muhammed (s.)'dir. Diğer mürşidler, O'nun manevî mirasını elde etmeğe muvaffak olmuş kişilerdir. Cürcânî, mürşidi, doğru yolu gösteren, sapıklıktan önce Hak yola ileten kişi, olarak tanımlar. Tasavvufî terim olarak, tarikat lideri anlamına da gelir. Aynı anlamda olmak üzere postnişin, şeyh, seccâdenişin, ifadeleri de kullanılır. Mürşid olan kişinin, Allah'ın ahlâkını tahakkuk ettirmiş olması, yani, en azından fena makamına ulaşması şarttır.
    Her mürşid, kâmil olmayabilir. Bu yüzden mürşidin kâmil olmayanları da bulunabilir.
    Mürşidin en makbulü, hem "kâmil" (kendi olgun), hem de mükemmil (başkasını olgunlaştıran) olanıdır.

    Rü'yet-i dîdar-ı Hak'tan "len terânî" remzini,
    Çeşm-i zarım aşk ile "tur" olmayınca bilmedim,
    Kisve-i âl-i aba Enver hakikat sırrını,
    Vuslat-ı mürşidle mesrur olmayınca bilmedim. 'o-
    Enverî

    MÜRŞİDİYYE: Bkz. Kâzerûniyye.

    MÜRÜVVET: Arapça, iyilikte bulunmak, insanlık anlamında bir kelime. Cürcanî'ye göre mürüvvet, insanda bulunan ve onu akıl ve din açısından övülen davranışlara motive eden ruhî bir yetenektir. Allah dostlarının lütuf ve ihsanlarına da, mürüvvet denir. Dostların kusurlarını görmemek, ibadetini az bulmak da, mürüvvet olarak kabul edilir.

    Erenler kapısı, mürüvvet kapısı
    Sıdk ile gelenler mahrum dönmez.
    Hatayî

    MÜRÜVVET TAŞI : Bektaşî tabiridir. Meydan'da Hazret-i Pîr Postunun yanında bir makamdır. Buna "Niyaz Taşı", "Kızıl Eşik" de denir. Buraya mahsus bir niyaz vardı. Yeni talib ikrar verdikten ve meydan kapısı eşiğinde niyaz ettikten sonra, rehberin delaletiyle buraya gelir, niyaz ederdi.

    MÜSÂFİR: Arapça, yolcu demektir. Düşünce planında, ma'kûlât ve itibârâtta yolculuk yapan, dünyadan kusvaya geçen kişiye müsâfir denir.

    MÜSÂMERE: Arapça, gece sohbeti demektir. Hakk'ın kuluna gizlice konuşması (muhadese, muhataba)na müsâmere denir. Yani Hakk'ın sır âleminden, gayb âleminden, ariflere zuhur eden hitabıdır.

    MÜSTÂRİYYE: Şâziliyye'den Cezûliyye'nin bir koludur. Muhammed b. Ahmedi'l-Makdisi'l-Magribî (ö. xıı. y.y)'ye nisbet olunur.

    MÜSTEHLEK: Arapça, helak olmuş, mahvolmuş demektir. Kaşanî, bu terimi şöyle tanımlar: Zat-ı Ehadiyyette, hiçbir iz bırakmayacak şekilde fani olmuş kişiye, müstehlek denir.

    MÜSTENBİT: Arapça, kuyudan su çıkaran demektir. Allah'ın kitabına uygun olarak, mütehakkıklardan, anlayışı güçlü kişilerin ortaya bilgi çıkarma işlemine istinbat, bunu yapana da müstenbit denir. Bu batinî de olur, zahirî de...

    MÜSTENEDÜ'L-MA'RİFE: Arapça, marifetin dayandığı yer demektir. Bu bütün isimlerin menşei olan, vahidiyyet hazreti (mertebesi)dir.

    MÜSTERİH: Arapça, geniş, rahat kişi anlamındadır. Allah'ın kader sırrını bildirdiği kula, müsterih (rahat kişi) denir. Onun rahat olmasının sebebi; Allah'ın takdir ettiği her şeyin, belli olan vakti gelince, vuku bulacağını, takdir edilmeyenin de, ortaya çıkışının imkansızlığını görmesi (kesin olarak anlaması)dir. O, olmayacak şeyi beklemek, istemek, üzülmek, kaybedilenin hasretini çekmek gibi şeylerden kurtulmuştur; bu hususlarda rahattır. Ortaya çıkan şeye de, teslimiyet üzere ve sabırlıdır.
    Bu konuda Enes b. Malik (r.) şöyle der: "Hz. Peygamber (s.)'e on yıl hizmet ettim. Bu sürede yaptığım bir şey için, bunu niye yaptın, veya yapmadığım bir şey için, niye yapmadın demedi".

    MÜSTEVE'L-İSMİ'L-A'ZAM: Arapça, en büyük ismin bulunduğu alan, demektir. Hakk'ı içine alan Beytü'l Muhadram, yani kâmil insanın kalbi.

    MÜŞRİFÜ'D-DAMÂIR: Arapça, iç halleri bilen, anlayan kişi demektir. Allah, bir kuluna el-Batın ismiyle tecelli eder, o da, bu tecelli ile, insanların kalblerindeki hallere vakıf olur. Ebu Sa'id Ebu'l-Hayr bu zümredendi.

    MÜŞTAK: Arapça, özleyen, iştiyak duyan, demektir. Sevginin ulaştığı en üst sınıra, iştiyak; bu durumdaki kişiye de müştak denir.

    MÜTAVİ'E: Bkz. Ahmediyye.

    MÜTEMÂDİM: Arapça, hizmetkâr demektir. Fukaraya, tarikat ehline hizmet etmek isteyen, ancak bu konuda ihlas elde edememiş kişilere, mütehâdim denir. Bu gibilerin hizmetlerinde, ara sıra riya ve menfaat gibi unsurlar bulunur.

    MÜTEŞEYYİH: Arapça, şeyh taslağı demektir. Şeyh olmadığı halde, şeyhlik iddiasında bulunan sahte şeyhlere "müteşeyyih" denir.

    MÜTEVEKKİL: Arapça, tevekkül eden anlamındadır. Her işinde, Allah'ı vekil edinen, Allah'a dayanan kişi.

    MÜTTEKÂ: Arapça, dayanılacak şey demektir. Tahta ve demirden mamul bir çeşit baston.
    Çileye giren dervişler, yatıp uyumamak için, başlarını müttekâya dayarlardı. Buna "muîn" de denir. Üst kısmı, alın dayanacak şekilde yapılmıştır. Uyumak gerekince, yere yatılmaz, alın buraya dayanır ve oturma vaziyetinde o şekilde uyunurdu.

    MUZAHERE: Arapça, iki kişinin sırt sırta vermesi ve dayanışma halinde bulunması, destek olması anlamında, bir masdar. Mücâhede yoluna giren bir sâlikin, uzun bir mücâdeleden sonra, vecd dolu bir ruha mazhar olması, hicâb içinde bulunan huzura girmesi, anlamlarına gelir. Bu durum, ruhun Allah'a mutlak teslim oluşunu, dünya ve onda bulunan her şeyi terk etmesini ifade eder.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

Sayfa 2/2 İlk ... 2

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Benzer Konular

  1. Tasavvufî terimler (g)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 4
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:14
  2. Tasavvufî terimler (h)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 17
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:12
  3. Tasavvufî terimler (ı-i)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 8
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:00
  4. Tasavvufî terimler (j)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 0
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 01:57
  5. Tasavvufî terimler (z)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 3
    Son Mesaj: 18.Mart.2014, 02:49

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Facebook platformu Giriş