DUYURU PANOSU
FORUMUMUZDA TİVİBU, D-SMART ,DİGİTURK-BEİN KANALLARI YERLİ - YABANCI PLATFORMLARLA İLGİLİ ,KART PAYLAŞIMI ,İPTV ,SERVER PAYLAŞIMDA BULUNMAK,HACK İLE KONULAR ve SPONSORLARIMIZ DIŞINDA HERHANGİ BİR ÜRÜN SATIŞI YAPMAK YASAKTIR 

İletişim


 WHATSAPP +905354035843


ERK@L


onlineuydudestek@gmail.com

×

NOTICE Bilgilendirme : Bu konu 4190 gün önce başlatıldı . Konu başlangınç tarihi güncel değilse Konu güncelliğini yitirmiş yada bu konu ile ilgili son cevap yazılmış olabilir. Eğer yazınız doğrudan bu konu ile ilgili değil ise yeni bir konu başlatmanızı tavsiye ederiz....

TASAVVUFÎ TERİMLER (H) ..:: 1 ::.. HA : Zât'm varlık, hazır oluş ve ortaya çıkış açısından düşünülmesi. HÂB :

Bu konu 34599 kez görüntülendi 17 yorum aldı ...
Tasavvufî terimler (h) 34599 Reviews

    Konuyu Değerlendir: Tasavvufî terimler (h)

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 34599 kez incelendi.

 
Sayfa 3/3 İlk ... 3
  1. #1
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart Tasavvufî terimler (h)

    TASAVVUFÎ TERİMLER (H)
    ..:: 1 ::..
    HA : Zât'm varlık, hazır oluş ve ortaya çıkış açısından düşünülmesi.

    HÂB : Farsça, uyku demektir. İradenin, beşerî fiillerde fânî olması. Hâb-ı gaflet: Gaflet uykusu.

    HABBE: Arapça, tane manasına gelir. Habâb, su üzerinde oluşan kabarcıklara denir. Fındık büyüklüğünde veya daha küçük, akîk veya Necef taşından yapılmış tanelere denir. Bunlar yuvarlak veya kesme olur. Bu taneler ince ve gümüş bir zincire geçirilir. Düşmemesi için, aşağı ucunda, gümüş telden bir yuvarlak bulunur. Üst kısmı da iğnelidir. Bu şekilde iki habbe, gömleğin veya Hayderiyenin sağ ve soluna takılır. Bunu "Hasan-Hüseyin Sevgisi" ne işaret olmak üzere, Bektaşîler kullanırlardı. Özellikle, Hz. Muhammed (s)'i, Fatıma'yı ve oniki imamın kabirlerini ziyaret eden Bektaşîler, sağ ve sollarına yedişer habbe takarlardı. Mevlevîlerde habbe kullanma âdeti olmamakla birlikte, 1887'de vefat eden
    Fahreddin Çelebi'nin fotoğrafında, göğsünün iki yanında birer habbe görülür. Bir de, susma eğitiminde kullanılan ve dil altına konan habbeden söz edilir.

    HABBETÜ'L-KALB: Arapça, kalbin habbesi, tanesi, Habbetü'l-Hadrâ: Yeşil habbe: Habbetü's-Sevdâ: Siyah habbe.

    HABİBİYYE : Kul, halktan ilgisini keser, Allah'ı kendisine dost edinirse, ondan teklif düşer diyen sahte sûfiler.

    HABİBİYYE: Suriye'de bir Rıfaiyye kolu.

    HABİBU'LLAH: Arapça, Allah'ın sevgilisi demektir. Hz. Peygamber (s)'in isimlerinden birisidir. Tazim ve hürmet maksadıyla kullanılır.
    Sevdi ol nuru, Habibim dedi Hak Hakânî

    HABL-İ METÎN: Arapça, sağlam ip. Kur'an-ı Kerim. İlâhî azamet. İlâhî hükümler.

    HABS-İ NEFES, HABS-İ DEM: Kan anlamına gelen dem Farsça, habs kelimesi ise Arapça'dır: Nefesi alıp içeride tutmak, ânı, zamanı korumak, bir bakıma durdurmak, hep aynı ânı yaşamak. Nefy-ü İsbât zikrinde, sâlik, bir derin soluk alır, 21 Kelime-i Tevhidi zihnî olarak ağır ağır çeker ve bu sırada soluk üzerine soluk almaz.
    Risale-i Bahâiyye'de, kalble yapılan zikrin dört çeşit olduğu kaydedilir: 1. Allah kelimesi, nefes ciğerde tutulup bırakmaksızın, kalp ile (tefekkürî olarak) çekilir, 2. La ilahe illallah (Kelime-i Tevhid), nefes ciğerde tutulmadan, normal soluk alış verişleri devam ederken çekilir, 3. Kelime-i Tevhid, nefes ciğerde tutulmak kaydıyla, kalbden (zihnen) çekilir, 4. Kelime-i Tevhid, nefes habsedilerek zikredilir. Hoca Bahâeddin, Hoca Muhammed Pârsâ'ya, gizli zikri öğretirken, onun kafasını suya sokar "şimdi zikret bakalım" der. O da ağzını açamadığı için, zikri, düşünce planında çekmek zorunda kalır. O durumda ağızdan ne hava çıkmakta, ne de girmektedir.

    HAC: Arapça, gelmek, kastetmek vs. gibi çeşitli anlamları olan bir kelime. Şer'an, bilinen bazı şartları taşıyan iman sahibi kişilerin, senenin belli zamanlarında (Zilhicce ayı), belirli kurallara u*****, Mekke'de Ka'be'yi ziyaret etmesine, Hac denir. Allah'a ulaşmak üzere yapılan, mânâ planındaki yolculuğa da, Hac denir. Derviş, bu haccında, varlık diyarından yokluk diyarına hicret eder, yolculuk yapar. Noksanlıktan olgunluğa erer. Mikatta, riya gösteriş elbisesini soyunur, takva elbisesini bembeyaz pırıl pırıl olarak giyer; dünyadan sıyrılır, Arafat'ta arif olarak durur, Hakk'ın âfâk ve enfüsteki âyetlerini müşahede eder, nefs koçunu (veya hayvanını) Mina'da keser, kurban eder, nefsinin şeytanî yönünü cemrelerde taşlar, törpüler, Safa tepeciğinde saflık, Merve'de mürüvvetliği elde eder. Ka'be'de Allah'ın haremine girer, manevî neş'e ve ruhanî ferahlık bulur. Hac ibadetindeki çeşitli uygulamalar ile, manevî olgunluğu elde etme yolu (tasavvuf) arasında, bu tür sembolik benzeşimlerin bulunuşu, gerçekten çok ilginçtir.

    HACCACİYYE: Ebu'l-Haccâc Yusuf b. Abdurrahmani'l-Kuşeyrî'ye nisbet edilen bir tasavvuf okulu.

    HÂCEGÂN TARİKATI: Nakşbendiy-ye Tarikatı'nın bir diğer adı. Hâcegân, Farsça'da, "hoca" kelimesinin çoğulu olup "hocalar" manasına gelir, iran kültür çevresinde bilim adamları için bu tabir kullanılır. Bu tasavvuf okulunun liderlerinin, tamamen ilmiyye sınıfına mensub olması münasebetiyle, Hâcegân (veya hocagân) Tarikatı diye anılmıştır. Hoca Abdülhalık Gucdevanî (ö. 1179-80)'nin fikirlerine dayanır.

    HÂCE: Farsça, hoca, âlim, bilgin demektir. Çoğulu Hâcegân veya hocagân'dır. Nakşîliğin erken dönemlerinde, Orta Asya'daki şeyhlerin bilim adamı oluşu sebebiyle, onlara hoca, hâce gibi isimler verilmiştir: Hoca Bahâeddin Nakşbend, Hoca Abdülhalık Gucdevanî, Hoca Arif Rivgirî, Hoca Yusuf Hamedanî vs. gibi. O dönemde Nakşîlik, bu sebeple Hâcegâniyye adını almıştır. Kısacası, Nakşîlik, ilim adamlarının yönettiği bir tasavvuf okuludur.

    HACER: Arapça, taş demektir. Tasavvufta, insandaki latifeden ibarettir. Hacer-i Esved'in siyah rengi alışı, tabîî gereklilik sonucu, değişimi sebebiyledir. Bir hadis-i şerifte Hz. Rasûlullah (s) şöyle buyurur: "Hacer, sütten daha beyaz renkte olmak üzere indirilmişti. Ademoğullarının hatâları, zamanla onu kararttı." insanî latîfeden ibaret hacer, İlâhî hakikat üzerine temellendirilerek yaratılmıştır. "Biz insanı en güzel kıvam üzere yarattık" (Tîn/4) âyeti bu mânâyı içerir, insanın bu güzel kıvamı, tabiat, âdet, alâkalara yönelmek ve Allah'tan uzaklaşmakla kararır. İşte bu mânâda olmak üzere "sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik" (Tîn/5) denmiştir.

    HACET : Arapça, ihtiyaç duyulan şeye denir. Bunun mukabili, fuzûl olup, kendisine ihtiyaç duyulmayan şey demektir. Meselâ bir kat elbise hacet, ikincisi fuzûldür. Yine sufilere göre, bir don, gömlek nefsin hakkıdır, ancak bunun üzerine elbise giymek hacettir, zaruret değildir. Bu durumda, (1) Don, gömlek (tepeden tırnağa olan uzun gömlek) giymek: Nefsin hakkı, zarurî (2) Bunun üzerine elbise: Hacet, (3) İkinci elbise: Fuzûl.

    HACIM SULTAN MAKAMI : Bektaşî deyimidir. Meydan'daki makamlardan biridir. Hacım Sultan Makamı'na aynı zamanda, "Meydan Taşı" da denir. Her makamda niyazda bulunulduğu gibi, burada da niyaz olunurdu. Nasib alan tâlib, kılavuzunun delaletiyle bu makamın ne olduğunu şu şekilde öğrenirdi: "Buna Meydan Taşı derler. Hz. Pîr Efendimizin meydan celladı deyu nasb buyurdukları, elinde kudret kılıcı ile duran Hacım Sultan Makamı'dır. Bu, terbiyesiz, edebsiz, erkânsız olanları yalancılık ve yolsuzluk edenleri, terbiye edip yola gelinecek makamdır. Bu makamda terbiye ederler".

    HÂCİB-İ HAK: Arapça, Hakk'ın kapı bekçisi anlamında bir ifade. Mürşid-i Kâmiller, kulu Allah'a ulaştıracak metodu (tarikatı, menheci) bilen ve öğreten mütehassıs öğretmenlerdir. Onların ihsana veya vuslat'a ulaştırmadaki metodlarına uyanlar, sonunda bir Yunus, bir Mevlânâ olur. Bu şekli ile mürşid, kul ile Allah arasında öğretmenlik görevi yapan biri olarak görülür, ibn Sina, "Allah'ın huzuru, gelişi güzel herkesin oraya giremeyecekleri kadar ulu bir makamdır" demiştir. Tasavvufta bu ulu makama, bir öğretmen ve bir usûl dairesinde girilmesi gerektiği kanaati, önem arzeder.

    HÂCİS: Arapça, akla veya hatıra gelen şeye hâcis denir. Çoğulu hevacis'tir. Kâşânî hâcis'i, nefsanî düşünceler olarak tanımlar. Kalbe gelen ilk his veya düşünceye de, hâcis denmiştir. (Hâtır-ı Evvel). Buna, genellikle iyi ve hayırlı olarak kabul edildiği için, Rabbânî Hatır adı da verilir. İlk hatır genelde isabetli olur, hatalı olmaz. Bu hatır, nefsde gerçeklik kazanırsa irade, kalbe yönelmesi durumunda kasd, kuvveden çıkar tahakkuk mevkiine geçerse, niyet adını alır. İrade, himmet, azim, kasd, hâcis'in çeşitli şekilleridir.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  2. #17
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (H)
    ..:: 17 ::..
    HOR BAKMAK : Küçük ve bayağı görmek. Derviş, âlemi Morlukla görecektir. Yani, kendi dışında herşeyi, iyi ve güzel görecektir. Bir başka deyişle, dış âlemde iyi ve güzeli yakalayabilmelidir. Şeyhin biri, dervişleriyle giderken bir kedi leşiyle karşılaşırlar. Dervişler, leş halindeki kedinin kokusundan tiksinir, kimisi yüzünü çevirir, kimisi yol ortasına atana kızar, Şeyh ise "ne de güzel tüyleri varmış" der, geçer gider. Güzeli yakalayabilmek için, güzelliği önce içte gerçekleştirmek gerekir.

    HORİ: Farsça, zillet, meskenet demektir. Alçakgönüllülük. "Kim tevazu ederse, Allah, onu yüceltir" (Hadis).

    HOŞ GÖRMEK : Her şeyin iyi yanını görmek. "Eşyada aslolan ibahattır" şeklindeki kural, her şeyin özü itibariyle, hakikati itibariyle güzel olduğunu gösterir. Maddedeki öz üzerine inşa edilmiş olumsuz nitelikleri aşıp, ardındaki hakikatin güzelliğini yakalamak, tasavvuf! ruh eğitiminde büyük önem arzeder. Allah'ın Gaffar, Settar, Halim, Rauf, Rahim, Afüv, Gafur sıfatları, hoşgörme ekseni etrafında hâlelenen ince bir espiriyi içerirler. Hoş görmeyi ahlak edinenlerde, Allah'ın bu saydığımız ahlâkı tecellî etmiş olur.

    Elif üstün ötürü, pazar eyle ***ürü.
    Yaradılanı hoşgör, Yaradandan ötürü.
    Yunus Emre

    HU : Arapça "O" anlamında munfasıl zamir olup, İlâhî isimlerdendir, yani Allah'ın güzel isimlerinden biridir. Allah'ın zâtını ifade eden, mutlak gayb olan hüviyeti. Zikr, önceleri üç, yedi isimle icra edilirken, sonraları oniki isim ile yapılmıştır. Bazı âlimler "Hû, Hû" diye zikir çekmeyi caiz görmemiş ise de, Muhakkıklar ve Sufilerin arifleri, Allah lafzının, O'nun ulûhiyyet mertebesine delâlet ettiği gibi, "Hû" lafzının da "gaybet-i zât ve hüviyet-i batınî" ye delâlet edeceğine hükmetmişlerdir. "Hû" ile ilgili deyişlerden bazısı şunlardır: Bir işin bittiğini belirtmek için, "Ya Hû" veya "artık bu işe yâ Hû dedik" denir. Şeyh Galib'in şu beytinde, "ya Hû" bir işin bitmesi anlamında kullanılır:

    Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-i vasla ya Hû
    Bu değildi neyleyim, bu; yolum intizara düştü.
    Birisi çağırılırken "Ya Hû" veya "Komşu, Hû" denilir.
    Dervişlik edeplerinden biri de, eşine adıyla hitap etmek yerine "Hûcuğum" veya "Yâ Hûcuğum" inceliğiyle seslenilir.
    Bazı gülbangler, gerçeğin Allah katında makbul olduğunu, onun niyaza layık olduğunu bildirmek üzere, "Gerçeğe Hû" sözüyle biter.
    Mevlâna çoğu zikrini Allah veya Hû sözleriyle yaparmış:
    Hû derim,
    Her gece kudsiler üzerine gönülden Hû Hû derim.
    Mevlâna.
    Ey safa ehli sûfi, gönülden Allah Hû de
    Ey vefalı âşık, candan Allah Hû de
    Mevlâna.
    Safha-i sadrından dâim âşığım efkârı Hû
    Şâkirin şükrü Hû Allah'ı zâkirin ezkârı Hû
    Ravza-i Hû'yu makam et ey Cemâl-i Halvetî
    Tâ vücûdun mülküne keşfola bu esrar-ı Hû
    Cemâlî-i Halvetî

    HUB: Arapça, sevgi, su kabarcığı gibi anlamları olan bir kelime. Allah'ı sevmek, dünyayı sevmek, makam ve mevkiyi sevmek, hep bu kelime ile açıklanır.

    HUBNÂNİYYE: X. Yüzyılda ortaya çıkmış bir Hulûliyye kolu. Allah'ın kula hulul ettiğine (girdiğine) inanan görüş sahiplerine, "Hulûliyye" denir. Ehl-i Sünnet bu görüşü şiddetle reddetmiştir.

    HUBS: Arapça, herhangi birşeyin kötü, çirkin ve bozuk olması anlamında kullanılan bir masdar. Mekruh (çirkin) olan şeylere, hubs denir. Âlem, vahdet-i vücûd telakkisine göre Hakk'ın suretidir. Bu yönüyle âlem, temelde iyidir. "Eşyada temel veya esas olan ibâhattır", şeklindeki mecelle kuralının bu espiriye dayandığı şüphesizdir. İnsan, iki sünnet üzere olup, iyiyi kötü vasıtasıyla bilir. İnsan habis (pis)'i tadarak bildiği halde, tayyib (iyi)'i tadmadan bilir. O, kötülüğü tatmadan, kötü vasıtasıyla iyiyi idrakle kendini meşgul eder. Kötünün, nefsinden uzak kalması durumu, "iyi" sonucunu verir. İşte bu yüzden, iyinin varlığına delâlet eden kötünün, âlemden kalkması, sahih olmaz.

    HUCCETU'L-HAKK ALE'L-HALK: Arapça, Hakk'ın halk üzerindeki delili anlamına bir ifade. Hakk'ın halk üzerindeki delili, kâmil insandır: Hz. Adem (a) gibi. "Ey Adem (a)! onların isimlerini say" (Bakara/31) âyetinden "gizlemekte olduğumuz şeyler" (Bakara/33) âyetine kadar, Hz. Adem (a)'ın, melekler üzerine delil oluşu bu konuda örnek gösterilir.

    HUCUB: Arapça, hicab kelimesinin çoğulu olup, perdeler, engeller anlamına gelir. Kalpte Hakk'ın tecellisine, engel teşkil eden kevnî-şekil izlerine hucub denir.

    HUDA: Arapça, hidayete ***ürmek, doğru yolu göstermek, irşad etmek anlamlarını ifade eder. Matluba, hedefe ulaştıran yol. Dört tür yol vardır: 1- Sâlik-i Sırf : Nefsin sıfatlarından tamamen kurtulamayanlar, şeriat ve tarikatı iyi bilseler bile mürşid olamazlar. Bunlar sâlik olma özelliğini aşamamıştır. 2- Meczûb-ı Sırf : Akıl nurları, aşk ateşi ile yanmış bu kişiler de, mürşid olamazlar. 3-Sâlik-meczûb : Bu gruptakiler sekr'den sahv'a gelemediği ve temkine ulaşamadığı için mürşid olamazlar. 4- Meczûb ve Sâlik : Cezbesi suluktan önce olduğu için, temkine ulaşmış, mürşid olmaya layık kişilerdir.

    HUKK: Arapça, haklar demektir. Hakka nisbet edilen herşey hukuk, nefse nisbet edilen herşey de huzûzdur. Birinin olduğu yerde diğeri yoktur. Bir görüşe göre, nefsin hukuku, yaşamı ve devamının bağlı olduğu şeydir. Hazlar ise, bunun üzerine ziyade olan şeydir.

    HÜLLE: Arapça, yeni ve güzel elbise, kadın, silah, astarlık kumaş anlamında kullanılan bir kelime. Cennet elbisesi. Hz. İdris'in cennetliklere hülle diktiği söylenir.

    Pazarından gül alırlar, satarlar
    Kokladıban canı cana katarlar
    Gerçekleri bir kıl ile yederler
    Mü'minlere hülle donu biçilir.
    Kul Himmet

    HULUK : Arapça, huy, seciye, din ve adet gibi anlamlar içeren bir kelime olup çoğulu ahlâk'tır. Üzerinde fazlaca düşünmeye gerek kalmadan, iyi davranışların ortaya çıkmasını sağlayan meleke.

    HULUL: Arapça, içice girme anlamında bir kelime. Allah'ın bazı şeylere veya kişilere girmesine hulul denir. Bu inancı taşıyana "Hûlûlî" inanç sistemine "Hulûliyye" denir.

    HULÛLİYYE: Allah'ın bazı sıfatlarının insana hulul ettiğine inanan ve bu halde iken haramlar helal imiş gibi işleyen, sahte, İslâm dışı tasavvuf erbabı.

    HUM: Farsça, fıçı, küp gibi anlamlara gelir. Durulan, beklenen yer. Hum-i aşk!: Aşk küpü. Yesevilerin tefe'ül ettikleri bir küp.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  3. #18
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (H)
    ..:: 18 ::..
    HUMAR : Arapça, sarhoşluk demektir. Vuslat makamından kesiklik yolu ile değil, kahır yoluyla geri dönmek.

    HUM-HANE: Farsça, küp, şarap mahzeni, meyhane demektir. Aşk duygularının oluştuğu kalp âlemî, zahirî tecelliler âlemi. Tasavvufta Hum-hane gönül olarak değerlendirilir.

    HUM-I AŞK: Farsça, aşk şarabının küpü demektir. Aşk heyecanı ile şaşkın çılgın, yorgun düşmüş aşıkın kalbi.

    HUM-I VÜCÛD: Varlık küpü. Bunun kırılması gerekir.

    HUMİSTAN : Farsça, şarap mahzeni, meyhane demektir. Humhane ile eşanlamlıdır.

    HUMÛL : Arapça, ismi cismi bilinmemek, adsız, nişansız olmak anlamındadır. Şöhretten kaçmak, zelil ve miskin görünmek.

    HURDE-İ TARİKAT: Farsça, hurda, ezilmiş, parçalanmış demektir. Mevlevi tabiridir. Tarikat ile ilgili ufak tefek malûmatlara "hurde-i tarikat" denir.

    HURİYYE: Kendilerinden geçtiklerinde cennet hurileriyle cinsi ilişki kurduklarını ileri sürenler.

    HURKA : Arapça, yanmak demektir. Sâlikin aşk ateşiyle içinin yanması. Nar (ateş) ile de yanılır, Nur (ışık) ile de. Nur ile yananların, hem kendilerini, hem de etrafındakiler! aydınlattığı kaydedilir. "Tasavvuf bir hurka (yanma) idi, hırka haline geldi. "Yani tasavvuf bir yanma işiydi, zamanla şekil ve kıyafet haline dönüştü.

    HURŞÎD : Farsça, güneş demektir. Zat-i Ehadiyyet. Güneş vahdete, ay kesrete işaret eder.

    HURUF: Arapça, kelime, dil, lehçe anlamlarına gelen "harf" kelimesinin çoğuludur. Ayan-ı sabiteden olan basit hakikatlere hurûf denir.

    HURUF-I ÂLİYAT: Arapça, yüce harfler demektir. Ağacın çekirdekte gizli olduğu gibi İlâhî, Zatî şe'nler de, gayblerin gaybinde gizlenmiştir.

    HURUFİYYE: Fadlullah Hurufî (800/1398) tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu. Orta yoldan ayrılmıştır.

    HUSREVÂN: Farsça, padişahlar demektir. Büyük veliler, evtâd ve ebdal, husrevan olarak anılırlar.

    HÛ SALA: Mevlevîlik tabiridir. Mukabeleye davet için yapılan çağırış "Hû Sala" şeklindedir. Yemeğe davet de aynı çağrıyla yapılırdı.

    HUSUS: Arapça, hususilik anlamındadır. Müminler içinde, Allah'ın hakikat, hal ve makamlar tahsis ettiği kişilere, ehl-i husus denir. Husûsu'l-husus, halleri, makamları geçmiş, tevhid ve tecrid ehlidir. "Sonra Kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimi nefsine zulmedendir, kimi muktesid (orta giden) dir, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçendir. İşte büyük lütuf budur." (Fatır/32) âyetindeki muktesidler ehl-i husus, sabıklar da ehl-i husûsu'l-husûs'tur.

    HUŞ DER DEM: Farsça her an uyanık olmak demektir. Nakşî ıstılahıdır. Sûfilere göre, her insanın soluğu "ha" sesi şeklinde vücûda girip çıkar. Bu, "hâ-yı hüviyet" e işarettir. Bu bakımdan insanoğlu, her nefesde istese de zikir çekmektedir, istemese de... Ancak, insan olayın farkında olmadığından, bu zikir sayılmaz. Tıpkı uykuda sayıklanan söz gibi bir fayda vermez. Zikir hali, her an Allah'ı düşünen kimse için mevcuttur. Tasavvufi olgunluk eğitimi, ihsan şuurunu sağladığı için, bu durumda olan kişiler, her an uyanıktır.

    HUŞU: Arapça, itaat etmek, boyun eğmek, tevazu göstermek, korkmak gibi manalara gelir. Hakk'a boyun eğmek. Kalbin, Hakk'ın önünde hazır bulunmasına da, huşu denmiştir. Hasan-î Basrî huşû'yu; "Kalpte, Allah korkusunun sürekli olarak bulunmasıdır" diye ifade eder. İnsanın kendini alçak gönüllü ve mütevazi kılmasına huşu dendiği gibi, huzû'nun da aynı manaya geldiği kaydedilir. Namazdaki huşû'nun, kulu felaha (kurtuluşa) erdirdiği âyetle sabittir (Mü'minûn/1-2). Namazdaki huşû'nun nasıl olacağı şu şekilde tanımlanmıştır: Kulun, namazda, sağ ve solundakini bilemeyecek derecede, kendini Rabbisine vermesi. Kuşeyrî, Hakk'ın heybetinin kalpte hissedilmesini, huşu olarak değerlendirir.

    HUŞYARİ: Farsça, ayıklık demektir. Sâlikin sarhoşluktan kurtulması.

    H UZU: Arapça, eğilmek, tevazu göstermek demektir. Kulun, nefsini hakir görmesi. Zira, nefsin kibir sahibi olması, bir çeşit şirktir. Huzû, huşu ile eş anlamlı olarak kullanılır.

    HUZUR: Arapça, hazır olmak, gelmek demektir. Huzurun zıddı gâib olmaktır. Halktan gâib olan Hak ile, Hak'dan gâib olan da halk ile huzura erer. Kalbin, Hakk'ın yanında hazır bulunmasına huzûr-ı kalb denir. Mevlevî tabiri olarak huzur, Konya'daki türbe ve merkezî tekkeye denir. Nurî şöyle der: "Ben kaybolunca ortaya O çıkar, ben ortaya çıkınca O kaybolur."

    HUZURA GİTMEK : Mevlevî tâbiridir. Mevlevîliğe mensub müridin Konya'ya gidip, Hz. Mevlanâ'nın türbesini ziyaret etmesine, "huzura gitmek" denir.

    HUZUZ; Arapça, nasip, pay, saadet, şans, şanslı anlamına gelen "hazz" kelimesinin çoğuludur. Bundan, nefsin payı anlaşılır. Nefsin arzu ve isteklerine huzûz denir. Hukukun olduğu yerde huzûz olmaz. Zira ikisi birbirinin zıddıdır. Hakk'ın isteklerine hukuk, nefsinkine huzûz denir. Hukuk, haller makamlar, marifetler, irâdeler, maksûd, muamelât ve ibâdetlerden ibarettir. Tayalisi er-Râzî şöyle der: Hakların ortaya çıktığı yerde hazlar (huzuz) kaybolur. Huzuz ortaya çıkınca da hukuk kaybolur.

    HÜCRE-İ DERVİŞANE: Bir veya iki kişinin kalabileceği küçük oda. Hücre-i fakirane ifadesi de, aynı mânâda kullanılır. Tekke hücreleri, böyle küçük olurdu.

    HÜCRE GÜLBANGİ : Mevlevî tâbiri. Hücreye girerken okunan gülbang. Şöyledir: İnayet-i Yezdan, himmet-i merdân, mekin ü mekân ve safa-yı zemin ü zaman çerağ-ı rûşen, fahr-ı dervişân, zuhûr-ı iman, kanûn-ı merdân, dem-i Hazret-i Mevlânâ, Hû diyelim Hû.

    HÜCRE KÜŞADI : Farsça, küşad açmak demektir. Mevlevî tâbiridir. Hücreyi açmak demektir. Çilesini bitirip hücresine çıkan derviş (can), üç gün hücrede halvette kalırdı. Üç gün sonra meydancı gelir, kapı ve perdesini açardı. Bu halvet müddetinin bittiğini ve o müridin dergâh içinde gezebileceğini gösterirdi. Hücre açılması demek olan hücre küşâdı, buradan kalmıştır.

    HÜCRE-NİŞÎN: Farsça, hücrede oturan demektir. Mevlevî tabiridir. Mevlevîlikte hücreye yerleşebilmek için, çile denilen 1001 günlük bir hizmet süresi gerekliydi. 1001 günlük hizmet bitince, mürid törenle hücreye çıkar (yerleşir) di. Hücre-nişîn (hücrede kalanlar) ler her sabah namazından sonra, murakabe yaparlar, ardından toplanıp beraberce zikir çekerlerdi. O bitince, hücrelerine gidip, evrâd-ı şerif ve zikirle meşgul olurlardı. Hücre-nişînler zorunluluk olmadıkça, mesela ibâdet, ziyaret gibi bir vesile söz konusu olmadıkça, tekkeden dışarı çıkamaz, mutfakta 1001 hizmet gününün başlarında bulunan yeni müridlerle, kalpten kalbe zulmanilik yansımasına engel olmak üzere, ihtilât etmezlerdi. Zaruret olmadıkça, halk ile de ihtilât etmezler, ihtiyaçlarını pazarcılar vasıtasıyla aldırırlardı.

    HÜCREYE ÇIKMAK : 1001 mutfak hizmeti çilesi biten derviş, o gün hamam töreni ile aynı gün, mebde-me'âd sırrı olmak üzere saka (sucu) yerine oturtulurdu. Yine o gün, ikindiden sonra hücreye çıkmadan önce, meydancı vasıtasıyla, şeyhin huzuruna çıkarılır, Şeyh tarafından sikkesi tekrirlenirdi. O gün, ya Pazartesi'ye, da Cuma'ya tesadüf ettirilirdi. Yemekten sonra, meydan-ı şerif'de, resm (tören) ve tarikat geleneği üzere, ihvanın cümlesiyle müsafaha eder, ondan sonra, Meydancı'nın beraberliğinde hücresine gönderilirdi.

    HÜCUM: Arapça, ansızın hücum etmek üzerine saldırmak anlamına bir masdar. Nefs, nevadan uzaklaşıp, Hakk'a rağbet edip şehvetlere meyletmezse, yücelmeye muvaffak olur. Bu güçlü yöneliş, hâlis olan nefsi, Allah'a yaklaşma ve matlûbu isteme yolunda mesafe aldırır. Bu, bir tür nefis cihâdıdır. Sâlik, nefsini derin bir denizde bulursa, orada yüzmeye başlar. Yahut korkunç bir sahraya düşerse, ona dalar gider, yahut da bir ateşle yüz yüze gelirse, hücumla ona karşı koyar. Hücuma yakın anlamda olmak üzere, galebe de kullanılır. Vaktin kuvvetiyle kalbe gelen şeye, hücum denir.

    HÜDAFÜRUŞ: Gösteriş yapan sofu.

    HÜNKAR: Hünk Farsça'da bahtlı, sa'detli anlamına gelir. Hünk, ar ism-i faili ile birleşerek hünkâr olmuştur. Osmanlı Padişahlarına hünkâr denirdi. Bu tâbir, ehlullahın büyükleri için de kullanılırdı. Mevlana Celâleddin-i Rumi'ye Molla Hünkâr denirdi.

    HÜRRİYET: Arapça, özgürlük demektir. Allah'tan başkasının kulu ve kölesi olmamak. Bir başka deyişle, hatırın, Allah'tan gayrisine bağlanmamasıdır. Hürriyet çeşitlidir: 1- Avam (halk) tabakasının hürriyeti, şehvetin köleliğinden uzaklaşmak şeklindedir. 2- Havassın hürriyeti, Hakk'ın iradesinde, iradelerini fani kıldıkları için, isteklerinin köleliğinden kurtulmak olarak tecelli eder. 3- Havvassu'l-Havassın hürriyeti ise, nurların nurunun tecellisinde boğulmak üzere, eserler ve şekillerin esaretinden sıyrılmak olarak tanımlanır. Cüneyd, hürriyeti, arifin son makamı olarak değerlendirir. Bişr "Allah seni hür yarattı, öyleyse bu yaratılışını muhafaza et" der. Sâlik hürriyetini elde edince, Allah'a sadık bir kul olur, ona ihlasla taat eder. Allah'ın kazasına sabırlıdır. Verdiği rızktan hoşnuttur.

    HÜSN: Arapça, güzellik demektir. Zâttaki kemaldir ki, sadece Hakk'da bulunur. Âlemdeki bütün güzellikler, O'nun güzelliğindendir. Hüsn, ilâhî güzelliktir.

    HÜVİYYET: Bir şeyin hakikati, mahiyeti. Bütün varlıklara sirayet eden mutlak varlık. Ağaç, kayıtsız şartsız çekirdeğin içinde bulunduğu gibi, gayb alemindeki bütün hakikatleri ihtiva eden mutlak hakikat.

    HÜZÜN: Arapça, üzüntü demektir. Hüzn, sûfiyyenin hayat ve suluklarında vasıflarındandır. Ayrılığa düşen kalbin bulunduğu kabz (tutukluk) haline, hüzün denir. Hüzn, kalbi incelterek sevinç ve neşeyi istemekten men eder. Dekkâ, kulun senelerce alamadığı yolu, hüzn ile bir ayda alacağı kanaatindedir. Haberde şöyle gelmiştir: "Allahü Tealâ her hüzünlü kalbi sever." Sûfiyyeye göre hüzn, kulun hasenatının artmasına vesiledir. Onun her ne zaman dünya ile ilgili keder ve hüznü artarsa, âhirette de sevabı artar. Yine Selef-i Şalinin şöyle der: "Her şeyin bir zekâtı vardır. Aklın zekâtı, hüznün uzamasıdır." Bir hadis-i şerif'de Hz. Rasulullah (s) "Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız." (Suyutî, Camiu's-Sagir, Ebuzer rivayet etmiştir.) buyurmuştur. Ayet: "Çok ağlayınız, az gülünüz".
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

Sayfa 3/3 İlk ... 3

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Benzer Konular

  1. Tasavvufî terimler (f)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 4
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:16
  2. Tasavvufî terimler (g)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 4
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:14
  3. Tasavvufî terimler (ı-i)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 8
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:00
  4. Tasavvufî terimler (j)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 0
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 01:57
  5. Tasavvufî terimler (z)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 3
    Son Mesaj: 18.Mart.2014, 02:49

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Facebook platformu Giriş