DUYURU PANOSU
FORUMUMUZDA TİVİBU, D-SMART ,DİGİTURK-BEİN KANALLARI YERLİ - YABANCI PLATFORMLARLA İLGİLİ ,KART PAYLAŞIMI ,İPTV ,SERVER PAYLAŞIMDA BULUNMAK,HACK İLE KONULAR ve SPONSORLARIMIZ DIŞINDA HERHANGİ BİR ÜRÜN SATIŞI YAPMAK YASAKTIR 

İletişim


 WHATSAPP +905354035843


ERK@L


onlineuydudestek@gmail.com

×

NOTICE Bilgilendirme : Bu konu 4191 gün önce başlatıldı . Konu başlangınç tarihi güncel değilse Konu güncelliğini yitirmiş yada bu konu ile ilgili son cevap yazılmış olabilir. Eğer yazınız doğrudan bu konu ile ilgili değil ise yeni bir konu başlatmanızı tavsiye ederiz....

TASAVVUFÎ TERİMLER (B) ..:: 1 ::.. BÂ: Varlıkta, ikinci mertebeyi teşkil eder. Bâ ile yaratılmışların hepsine işaret olunur. BABA:

Bu konu 19429 kez görüntülendi 8 yorum aldı ...
Tasavvufî terimler (b) 19429 Reviews

    Konuyu Değerlendir: Tasavvufî terimler (b)

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 19429 kez incelendi.

 
Sayfa 2/2 İlk ... 2
  1. #1
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart Tasavvufî terimler (b)

    TASAVVUFÎ TERİMLER (B)
    ..:: 1 ::..
    BÂ: Varlıkta, ikinci mertebeyi teşkil eder. Bâ ile yaratılmışların hepsine işaret olunur.

    BABA: Ata manasınadır. Hürmete layık kişiler, yahut yaşlı adamlar hakkında kullanılır. Oruç Reis'e hürmeten Oruç Baba veya Baba Oruç denirdi. Bu kelimeye daha çok Selçuklular devrinde rastlanmaktadır. Ahmed Yesevi'nin Anadolu topraklarına gelmiş ha****leri ve müridleri için kullanılan bir terimdir. Tasavvufta, sülük yoluna giren, nefsini yenmiş topluma yararlı hâle gelmiş, yani nefsinde ölmüş, ruhunda dirilmiş kişiye baba denir. Bir sufînin mürşidi, onun mânevi babasıdır. Bu tâbir, özellikle, Bektaşî şeyhlerinin büyükleri için unvan olarak kullanılmıştır. Babalar pîr evinin "Eyvallah Kapısfnda yetiştirilir. Eyvallah, tam bir feragat demektir, teslimiyet ifade eder. Müridin, olgunlaşma yolunda bu kapıdan geçmesi gerekir. Burada bazı bedeni faaliyetlerde bulunulur: Kazmak, kesmek, dikmek, çapa işi yapmak vs. gibi. Bu şekilde derviş, Dede bağında üç yıl hizmet eder. Orada haline razı olarak ikâmet eder, yaptığı işler beğenilirse Büyük Baba tarafından kabul görerek, tekkede derviş olur. Bu kez, tekkede oniki buçuk yıllık uzun bir hizmet süresi söz konusudur. Bu süre sonunda, nasibinde varsa, babalık makamına nail olabilir. Baba tayininde kıdemden ziyâde, babalığa ehil olunup olunmadığı hususu önceliklidir. Baba olacak kişide bazı özellikler bulunması gerekir. Bu özelliklerin bazıları şunlardır: Hitabet güçlülüğü, mütebessim bir yüz, musikiye aşinalık. Bu şekilde yetişen baba, ya açılacak bir baba makamını bekler, ya da kendisine bir başka yerde tekke açmaya izin verilir. Baba adı taşıyan çeşitli yer isimlerinin bulunuşu, dikkat çeken bir başka husustur : Babadağ, Babaeski, Baba Nakkaş Köyü, Baba Burnu vb. yerler, hep buralarda yaşamış dervişlerin hatıralarını ismen yaşatan yerleşim birimleridir. Mevlevîler, mürşide baba demekte kibir gördükleri için, bu ifadeyi kullanmamışlardır. Bu sebeple "falan şeyhin müridi", "filan zâtın ihvanı", "şu şeyhin evlâdı" gibi ifadeler, Mevlevîlerin kullandıkları deyimler olarak görülür. Baba, çeşitli deyimlerin öğesi olarak yaygın biçimde kullanılmıştır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür: Herhangi bir baba (mürşid), evladına karşı babalık vazifesi görmüyorsa, bu kişi hakkında "baba değil yaba", atasözü kullanılır. Veya bu zattan bahsedilirken; "iskele babası", "tırabzan babası", denir. İskele babası, geminin durması için gemiden ve iskeleden atılan kalın halatın sarıldığı kazığa denir.

    BABAİYYE: Abdülganî Pir Babaî (ö. 870/ 1465)'nin kurduğu bir tasavvuf okulu.

    BÂB-I RIZADAN AYRILMA : Hoşnutluk, memnunluk, razı olma kapısı mânâsını ifâde eder. Tasavvufta, bir müridin, maneviyat yolundaki rehberini ve arkadaşlarını memnun etmesi önemlidir. O, bu uğurda çeşitli imtihanlara maruz kalır, razı olur, isyan yoluna sapmaz. "Bab-ı rızâdan ayrılma", yahut "Allah, bâb-ı rızadan dür (uzak) etmesin" ifadeleri, hep bu yolda söylenmiştir.

    BÂB-I ŞERİF: Arapça şerefli kapı demektir. Molla Hünkâr Celaleddin-i Rumî'nin şimdiki türbesinin giriş kapısına verilen ad. Anlatılanlara bakılırsa, bir tarikat edebi olarak, eşiği öpülerek içeri girilir. Çıkarken de geri geri yürüyerek, sırtın, türbeye çevrilmemesine itina gösterilir.

    BÂBU'L-EBVÂB: Arapça, kapılar kapısı demektir. Tasavvufta ilk makamı, yani tevbeyi ifade eden bir tâbir. Kul, Allah'a yaklaşmaya bu kapıdan başladığı için, ilk kapıyı ifade etmek üzere kullanılır. Tasavvufi olgunluk yolunda yetmiş makam vardır : ilki tevbedir, sonuncusu kulluk (abdiyyet) tur.

    BACI-ANABACI : Kızkardeşe bacı denir. Kur'ân'a göre, inananlar kardeştir (Hucurât/10). Tasavvufta ise, yol kardeşliği önem arzeder. Bu nedenle tasavvuf yolunun yolcuları, birbirlerine, bu âyetten mülhem olarak "kardeş" dedikleri gibi, yoldaki kadınlara da "bacı" derler. Şeyhin hanımıysa "anabacı" yahut "hanım sultan"dır.

    BÂCIYÂN-I RÛM: Anadolulu genç kızlar teşkilâtı. Osmanlıların kuruluşuna tesadüf eden dönemde, çeşitli tasavvuf okullarına mensup kadınlarca kurulmuş olan bu teşkilât, askerî, dinî ve iktisadî alanlarda faaliyetler yürütmüşlerdi. Bu teşkilât; Orta Asya'dan göç ile Anadolu'ya gelen Türk boylarını misafir ederek, onlara bu yeni topraklarda ev sahipliği yapmıştı. Teşkilâtın kurucusu Evhadüddin Kirmanî'nin kızı, Ahi Evren'in hanımı Fatma Bacı'dır. Konya yakınlarında Ulu Muhsine ve Kiçi Muhsine adlı iki köyün, bu teşkilât mensubu iki kızkardeş tarafından kurulduğu söylenir.

    BÂCİYYE: Ebû Sa'îd Hallâf b. Ahmed el-Bâcî et-Temîmî (ö. 628/1267) tarafından kurulmuş bir tasavvuf ekolü.

    BÂD: Farsça rüzgâr demektir. Her fâni (ölümlü) için varlığı zorunlu olan ilâhî inayet.

    BADE: Farsça şarap mânâsına geldiği gibi, kadeh anlamına da kullanılır. Divân edebiyatımızda bu kelime, daima içki, şarap, sarhoşluk veren içecek anlamında kullanılmıştır. Tasavvufî sembolizmde, bade, aşk, zevk, ilâhî sevgi gibi mânâları ifade etmiştir. Ancak, Bektaşîler bu mânânın ötesinde, gerçek anlamda da kullanmışlardır.
    Ne gördü badede bilmem ki oldu bâde-perest
    Müdîr-i meşreb-i zühhâd gördüğün gönlüm.
    Fuzulî

    BÂDE-İ ÇÛ NÂR: Farsça, ateş gibi içki demektir, ilâhî ve kutsal nefes.

    BÂDE-FÜRÛŞ: Farsça, bileşik sıfat olup şarap satan demektir. Tasavvuf edebiyatında kullanılmış bir terimdir. Şeyh, mürşid karşılığında kullanılmıştır. Bektaşî geleneğinde, kıyamet günü kevserin sunucusunun Hz. Ali olacağını bildiren bir hadîse dayanılarak Hz. Ali, hammâr, bâde-fürûş, mey-fürûş sıfatlarıyla tavsîf olunmuştur.

    BÂDE-İ ELEST: Farsça-Arapça. Elest şarabı demektir. Elest toplantısında sunulan bade.

    BADİ: Görünen, her şeyin başlangıcı, ortaya çıkan gibi anlamları ihtiva eden Arapça ism-i fail. Hakk'ın tecellisi ve ortaya çıkışı. Muayyen bir vakitte, insanın içinde bulunduğu hâle göre, kalbinde ortaya çıkan tecelli, orada bulunan diğer şeylerin hepsini siler, yok eder.

    BÂD-I SABA: Farsça-Arapça bir terkib. Sabahları doğudan esen ve güllerin açılmasını sağlayan latîf rüzgâr. Ruhaniyet doğusundan gelen Rahmanı kokular. "Rahman'ın nefesinin Yemen'den gelmekte olduğunu hissediyorum" hadisi ile buna işaret olunur.

    BÂD-I DEBUR: Farsça-Arapça. Sam yeli. Batıdan doğuya eser, nebatata zarar verir. Nefsin azgınlığından kaynaklanan şer'î hükümlere aykırı olan istekler.

    BAĞ: Farsça bahçe demektir. Neşeli ruhanî âlem.

    BÂDİYE: Arapça çöl, ova demektir. Varlık âlemi ve bu âlemdeki engeller.

    BAĞDAD GÜLÜ : Kadirî tarikatı tâbirlerindendir. Şeyhlerin başlarına giydikleri tacın üzerinde, içice üç daireden oluşan ve gülü andıran yuvarlak parçaya, Bağdad Gülü denirdi. Genel olarak güller, bir daire onsekize bölünmek ve altışar altışar ipekle birbirine birleştirilmekle dikilirdi. Bu gülün kenarı, şirâze tarzında örme
    yapılırdı. Bu gülün rengi hususunda belirli bir kayıt olmamakla beraber, yeşil üzerine beyaz ibrişimle işlenirdi.

    BAHAR: Farsça. Türkçe'de de aynı anlamda kullanılır. Müridin murakabe, vecd ve istiğrak hâlinde ruhî âlemlere dalarak, mânâları idrâk etmesi ve rûhaniyyetin zuhur etmesi olayına bahar denir.

    BAHÇIVAN, BİR GÜL İÇİN, BİN DİKENE HİZMET EDER : Burada gül, mürid; bahçıvan da onu yetiştiren mürşiddir. Hakiki mürid bir gül gibi çok zor yetişir. O güle yetişsin diye hizmet eden şeyh, onunla beraber gül olamayacak kapasitede dikenlere de hizmet eder. Yani, yetişmeye kabiliyetli olmayanlara da hoş görü ile muamele ederek onları etrafından kovmaz, onların sivriliklerine katlanır.
    Bağ-bân bir gül için bin hara (dikene) hizmetkâr olur.

    BÂHDADİYYE: Abdullah b. Bahdâd'a nisbet edilen bir tasavvuf okulu. Yemen'de yaygındır.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

  2. #9
    kaptan-8 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 42955
    Üyelik tarihi
    16 Mart 2014
    Konum
    Türkiye/Adana
    Mesajlar
    21.406
     
     Uydu Alıcısı
     
     Sungate TİTAN 4K UHD & Sungate TİTAN İPTV HD 

    Standart

    TASAVVUFÎ TERİMLER (B)
    ..:: 9 ::..
    BU BİR KERVANSARAYDIR, KONAN GEÇER :Kervanların konup mola verdikleri yerlere kervansaray denir. Bu kelimenin doğru ifade edilmiş şekli "Karbânsaray" dır. Kervansaraylarda her türlü sosyal ihtiyaçlar giderilmiştir. Bu atasözünde insan kervana, kervansaray da dünyaya benzetilmiştir. Bir yolcunun, bir kervanın kervansaraya gelip bir kaç gün kalıp yoluna devam ettiği gibi, insan da bu dünyada bir kaç gün kalıp gidecektir. Yani bu dünya geçici, kısa bir kalış yeridir.

    BU DA GEÇER YÂ HÛ : Eskiden bu ibare, dergâhlarda, işyerlerinde levha halinde duvarlarda bulunurdu. Burada bir "tezad" sanatı vardır. "Bu da geçer" ifadesi geçici dünyayı, "Yâ Hû" da Baki olan Allah'ı gösterir. İyi, kötü her şey gelir geçer, başa gelen kötü olaylara sabretmek ve Allah'a dayanmak icabeder.

    BUHARİYYE: Celâleddin el-Ahmer el-Hüseyin b. Ahmed el- Buharî (d. 707/1307)' nin tesis ettiği bir tasavvuf okulu.

    BUHL: Arapça, cimrilik anlamına gelen bir ifade. Bu bir nefis hastalığıdır. Bir kimse kendi malından cimrilik yaparsa buna "buhl", bir başkasının malından yaparsa buna da "şuhh" denir. Hz. Peygamber (s) bir hadislerinde "şuh (cimrilik)'tan sakının. Şüphesiz şuh, sizden öncekileri helak etmiştir" buyurur. Bazıları buhl'ü "ihtiyaç zamanında işarı terketmektir" şeklinde tarif ederken, Hakîm, "insanî özelliklerin yok olup, hayvânî adetlerin ortaya çıkması" diye tanımlar.

    BUHÛRİYYE: Şeyh Muhammed el-Buhûrî er-Rumî el-Edirnevî (ö. 1039/1629)'nin kurduğu, Ramazaniyye-i Halvetiyye'nin kolu olan bir tasavvuf okulu.

    BULAŞIKÇI DEDE : Mevlevî tâbiri. Matbah-ı Şerifte önemli bir görevdir. Bulaşıkçı dede'nin beraberinde, yardımcıları bulunurdu. Yemek kaplan mutlaka mutfakta yıkanırdı. Kaşıklar da büyük bir özenle yıkanıp kurulanırdı. Somat denen sofra bezinin temizliğine çok dikkat edilirdi. Küçük dergâhlarda Bulaşıkçı Dede'nin yardımcısı olmazdı.

    BUK'A: Arapça, yer, mekan, belde, diyar, bölge anlamına gelir. Çoğulu "bikâ ve buka" dır. Türbe, yatır. Buk'a-i mübâreke : Mübarek yerler, ziyaret yerleri, türbeler.

    BU MEYDANDA NİCE BAŞLAR KESİLİR, SORAN OLMAZ : Bu meydan erenler meydanıdır. Sırrı, anlamayanlara faş edince, sonuçta kan dökülür. Bu uğurda nice başlar verildiği yukarıdaki sözle anlatılır.
    Kûh kün ez kellehâ
    Bahr kün ez hûn-i mâ
    Kellelerden tepeler yapsınlar
    Kanımızdan denizler...
    Seyyid Seyfullah bir şiirinde şöyle der:
    Kıyamazsan baş u cana
    Irak dur girme meydana
    Bu meydanda nice başlar
    Kesilür hiç soran olmaz.
    Yeniçeriler, bu sözü, orta gülbanklerine almışlardır.
    BURAK: Hz. Peygamber (s)'i Miraç gecesi taşıyan hayvan. Kur'an-ı Kerim'de adı geçmemektedir. Burak anatomik yapısı itibariyle Katır'dan küçük, eşekten büyüktür, rengi beyazdır. O cennet hayvanlarındandır. İki kanatlıdır. Bunlar sayesinde, bir adımda gözün görebildiği en uzak mesafeyi kat edebilir. İki de uzun kulakları vardır. Burak diğer Peygamberlere de hizmet etmiştir. Mesela Hz. İbrahim, Kabe'ye olan yolculuğunu bu hayvanla yapmıştır. Bu hayvana "Dabbetü İbrahim" de denir. Hesab gününde, mahşer yerinde bulunan ümmetlerine ulaşabilmeleri için, Peygamberler bineklere bineceklerdir. Salih () devesine binerken, Hz. Peygamber (s)'in kızı Patıma ile birlikte Burak'a bineceği ve o gün Burak'ın sadece ona tahsis edileceği de rivayet edilir.
    Kelime olarak "berk" (parıltı, şimşek)'ten türemiştir. Hızından veya şimşek gibi pırıltısından dolayı ona Burak adının verildiği söylenir. Tasavvufta aşkı ifade eder. Zira aşk, kulu şimşek gibi Allah'a ulaştırır. Burak can, ruh Allah'a ***üren binek, yani aşk olarak tarif edilir.
    Kullar senin sen kulların
    Günahları çok bunların
    Uçmağına koy bunları
    Binsünler Burak Çalabım.
    Yunus Emre

    BURHAN: Arapça, kesin delil demektir. Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Peygamber (s) ile tartışan inançsızların, ondan iddiasını ispat etmek üzere, şüpheleri ortadan kaldıracak açıklıkta ve itirazlara mahal vermeyecek kesinlikte burhan (delil) istediklerinden bahseder. Ayrıca sadakaya da, verenin imanına delil olduğu için (burhan) denmiştir. Bu tabir Rifaiyye, ıstılahlarındandır. Şiş vurmak, ateş yalamak, kılınçla karın kesmek, taş yutup çıkarmak vs. gibi harikalara, Rifaîler burhan adını verirler. Rifaîler bununla, mânânın maddeye olan üstünlüğünü ispatlamak isterler.

    BURHAN-I HAK: Arapça, Hakk'ın kesin ve açık delili demektir. Hz. Peygamber (s) veya Kur'an-ı Kerim'e "Burhan-ı Hak" denir. Bir görüşe göre Burhan umûmun ; cezbe ise, nebi ve velilerin yoludur.

    BURHANİYYE: Seyyid Ahmed Bedevî Hazretlerince tesis olunan Ahmediyye tasavvuf okulunun altı şubesinden birinin adı.

    BURHANİYYE: Burhanüddin İbrahim b. Ebil Mecdi'd-Dessûki (ö. 686/1287) tarafından kurulan ve Şaziliyye'nin kolu olan bir tasavvuf okulu. Dessûkiyye de denir.

    BUSE: Farsça öpmek, öpücük demektir. Tasavvufi olarak bâtındaki feyz ve cezbe; müjde alındığında duyulan zevk veya haz; ilim ve amel; anlama ve anlatma bakımından sözün keyfiyetini kabul etme yeteneği; ruhun vasıtasız olarak aldığı zevk veya haz gibi çeşitli mânâları ihtiva eder.
    Leblerinle emrine amadedir canım benim Al da bir buseyle öldür haydi cananım benim
    Arif Emre

    BUY: Farsça koku demektir. Kalbin alâka (ilgi) ve ittisal (bağlantı) den haberdar olması hali. Bu, cem (toplama) hâlinde başlangıçta olduğu gibi, daha sonra tefrika (ayrılma) makamında da değişik bir halde yine vardır.

    BÜDELA: Bkz. Ebdal.

    BÜKA: Arapça ağlamak anlamına bir kelime. İlk dönem sûfileri Bekkâûn (ağlayanlar) diye anılmışlardır. Ağlama; günah, Allah korkusu, Allah'tan ayrı kalma veya sevgi sebebiyle olur. Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın âyetlerini duyan gerçek müminlerin hemen ağla***** secdeye kapanmaları hususu sık sık zikrolunur. Konuyla ilgili olarak şu âyetler dikkat çekicidir: Meryem/58, Tevbe/ 82, Necm/60, isra/109.
    "Rahmanın ayetleri okununca onlar hemen ağla***** secdeye kapanırlar." Meryem/58.
    "Yapmakta olduklarının karşılığı olarak az gülsünler, çok ağlasınlar." Tevbe/82.
    Ağlayamayan Sahabe-i Kirama, Peygamber Efendimiz (s), "Ağlar gibi yapınız." veya "Hüzünleniniz, zira gönlün hüzünlenmesi ağlamaktan sayılır." demiştir. Bazıları tefekkürü de, bir tür ağlamak saymıştır. Yine, zahidlerin üzüntüden, ariflerin ise sevinçten ağladığı kaydedilir.

    BÜNA-GÛŞ: Farsça, kulak memesi demektir. Kulak vermeden ve dikkatle dinlenmeden anlaşılmayan sevgilinin sözü, ince ifadesi, kulağa küpe olan sevgilinin sözü.

    BUT: Farsça, Put. Herkesin putu kendi nefsinin hevasıdır. Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah şöyle buyurur: "Ey Muhammed (s)! Nefsinin isteğini putlaştıranı görmedin mi?" Furkan/ 43; Câsiye/23.
    Fütüvvet erbabı "Fetâ" (Yiğit) yı putkıran kişi olarak değerlendirir. Bazıları büt'ü sevgili, ma'şuk, matlûb şeklinde tanımlamıştır. Putperest: Aşık; But: Vahdet; Büt-hane: Kelime olarak puthane ve tapınak demektir. Bu ifade Vahdet-i kül, Lahûti âlem, Zât-ı Ehâdiyyet, mazhar olma hali, maddi âlem, şeklinde değerlendirilir. Bütgede: Mâbed, dua edilen makam. Bu, tasavvuf erbabınca, ıstılah olarak İlâhî bilgilere şiddetle iştiyak duyan kâmil arifin gönlü olarak tanımlanmıştır.

    BÜYÜ : Din dışı dua ve hareketlerle ruh üzerinde etki yapmaya denir. Çeşitli türlerde yapılır: Tütsü, muska, tılsım, cadılık vs. gibi.

    BÜYÜKLÜK ALLAH'A MAHSUSTUR : Bu atasözü ya kibir satan kişiler için kullanılır, ya da konuşan kişi tarafından tevazu ve mahviyet maksadıyla söylenir. Allah büyüklenenlerin düşmanıdır. Zira bir kudsi hadiste Allah şöyle der: "Kibriya (büyüklük, ululuk) benim hırkamdır. Onu kendimden gayri hiç kimse için kabul etmem."

    BÜZÜRGÂN: Farsça büyükler demektir. Nakşibendiyye tâbiridir. Kâmil mürşidlere, sohbette gönüllere hayat veren, diliyle cevherler saçan ariflere "büzürgân" denir. Bu tâbir "ekâbir" yerine de kullanılırdı: Büzürgân-ı erbâb-ı tarikat (Tarikat erbabının büyükleri) gibi.
    TÜM KONULARIM ALINTIDIR YALNIZCA TANITIM VE BİLGİ AMAÇLIDIR
    ----------------------------------
    Sungate TİTAN 4K UHD


    0.8°W-4.9°E-7.0°E-9.0°E-13.0°E-16.0°E-19.2°E-39.0°E-42.0°E-46.0°E

Sayfa 2/2 İlk ... 2

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Benzer Konular

  1. Tasavvufî terimler (g)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 4
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:14
  2. Tasavvufî terimler (h)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 17
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:12
  3. Tasavvufî terimler (ı-i)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 8
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 02:00
  4. Tasavvufî terimler (j)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 0
    Son Mesaj: 03.Nisan.2014, 01:57
  5. Tasavvufî terimler (z)
    Kuran-ı kerim forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 3
    Son Mesaj: 18.Mart.2014, 02:49

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Facebook platformu Giriş