Şerife Bacı



Kurtuluş Savaşı'nda, cephane taşırken şehit olan Şerife Bacı'nın Kastamonu'nun Seydiler İlçesi'nin Satılar Köyü'nde doğduğunu biliyoruz. Çok genç yaşta evlendiği, düğünden iki ay sonra eşinin savaşa gittiği ve altı ay sonra da Çanakkale'den eşinin, ölüm haberinin geldiği, Şerife Bacı'dan bu güne ulaşan diğer bilgiler.
Sakata ayrılmış bir asker gazisi olan Topal Yusuf ile evlendirildiği, dünyaya gelen kızları Elif'i de yanına alarak, cephane koluna katıldığını görüyoruz. Kızını ve cephaneleri aynı yorganla koruyan Şerife Bacı, Kışla'ya geldiğinde, donarak şehit oluyor.
Şerife Bacı ile ilgili tarihi bilgiler ve anlatılanlar bunlarla sınırlı. Genç yaşta şehit olan bu büyük kahramanın yaşadıklarını öyküleştirerek sunuyorum:


ŞERİFE BACI'NIN ÖYKÜSÜ BURADA BAŞLIYOR

Şerife Bacı'nın dünyaya geldiği Kastamonu'nun Seydiler İlçesi'nin Satılar Köyü beni kendine çekiyor. Bebeğini ve taşıdığı cephaneleri aynı yorganla örterek kurtaran ve Kışla'ya yalnızca birkaç metre uzaklıkta donarak şehit olan Şerife Bacı'nın öyküsü bu köyde başlıyor.
Yeşilin en güzelini kır çiçeklerinin altına seren, sırtını dağlara dayamış bu güzel köyün kimsesiz kızıydı, O.
Babasının, Şerife kundakta iken, annesinin de aynı yılın güz sonu öldüğünden söz ederdi, ninesi. Sararmış küçücük fotoğraf da olmasa, annesi ile babasının yüzlerini hiç anımsayamayacaktı.
Gençliği, kendine özgü güzelliği ile tüm köyün bakışlarını üstünde toplayan Şerife'nin gözü kimseyi görmezdi. Köyün kara yağız delikanlısının sımsıcak bakan kara gözleriyle karşılaşmış, bir daha da gözlerini ayırmak istememişti. On altı yaşında iken evlenmişti, sevdiği ile. İçi cıvıl cıvıl, yüreği sevgi dolu kocasının eve dönüşünü beklerdi.
Düğünden iki ay sonra Dünya Savaşı başladı. Kocasını askere aldılar. 6 ay sonra da Çanakkale'den canından çok sevdiğinin ölüm tezkeresi geldi.
Sözcüklerin aşk söylemindeki engin varsıllığı, ölüm sözcüğü ile yerini büyük bir yoksulluğa bırakmıştı. Sözün sıfıra indiği andı. Sımsıcak yüreğiyle tüm sevgisini ona sunan, kokusuna, tenine doyamadığı şehidinin acısı Şerife'nin yüreğini yakıyordu.
Doğadan koparılmış bir çiçek gibi yapayalnız kalmıştı. Köksüz, dalsız, susuz… Örselenmiş, dışarıya olduğu gibi kendi iç dünyasına da körleşmişti.

Kimsesizdi, hiçbir geliri yoktu. Üstelik genç ve güzeldi. Köyün yaşlıları "Bu tazeliğiyle yapayalnız durması yakışık almaz" demişlerse bir kez, Şerife'nin evlendirilmesi de kaçınılmazdı.
Köyün erkekleri savaştaydı. Ona, sakata ayrılmış bir asker gazisi olan Topal Yusuf'u uygun gördüler. Topal Yusuf'un savaşta sol bacağı kopmuş, yakınında patlayan bomba bir gözünü kör etmişti. Kulaklarının duyması ise günden güne ağırlaşıyordu.
Sessizliğini bozmadı Şerife, evlendiler. Evini çekip çeviren, kocasına saygı gösteren Şerife Gelin, köylülerin rahatlamasına neden olmuştu.
Öküzlerle çift sürmek, merkeple dağdan odun getirmek, orakla ekin biçmek, döğen sürmek Şerife Gelin'in günlük işleriydi.
Üç yıl sonra Elif bebek yaşama merhaba dedi.



DIŞTAN SUSKUN GÖRÜNÜŞÜ SÜRSE DE; İÇTEN SAVRULAN BİR HARMAN GİBİYDİ

Ömrünü gelecek kuşaklara aktaran kahramanlardan biri olacağını bilmiyordu, Şerife. Gözleri yağmurlu, yüreği hep hüzünlüydü.
1921 yılının son günleriydi. Bir akşam üzeri her evden bir kağnının İnebolu'ya gideceğini duyuran tellalın sesi köy meydanında yankılandı. Üstelik konunun önemini vurgulamak için duyuruyu üç kez tekrarlamıştı.
Muhtar, akşam Köy Odası'nda topladığı köylülere deniz yoluyla İnebolu'ya getirilen cephane ve top mermilerinin cepheye taşınması için bütün çevre köylere görev verildiğini anlattı. İnebolu'dan 80 kağnının cephane yüklenerek Kastamonu'ya doğru yola çıkarılması gerektiğini vurguladı. Sonra hazırladığı listeyi baştan sona okudu.
Köy bekçisi, listede adı olup, o akşam toplantıda bulunmayan sekiz kişinin evine giderek, yola ne zaman ve nasıl çıkılacağını bildirdi. Şerife Gelin de bunların içerisinde idi. Köylerinin taşıma sırası Cuma günü olarak belirlenmişti.


Bu duyuru, Şerife Gelin'i gerçeklerle kucaklaştırdı. O, yüreğinin tok sesini duyuyordu. Şehitler, gaziler ve geride kalan sevgililer, eşler, çocuklar adına yapabileceği bir şeyler olduğunun ayırtına varmıştı.
Vatan ondan görev bekliyordu. Dıştan suskun görünüşü sürse de, içten savrulan bir harman gibiydi. Hemen hazırlıklara başladı. Ama Elif daha minicikti. Köyde bakacak kimsesi de yoktu. Bebeğini bırakıp yola çıkmak, içini kor gibi yakıyordu. Sonunda kararını verdi, Elif'i de yanına alacaktı.

Cuma günü sabaha karşı aniden bastıran kar altında cephaneler sırayla kağnılara yüklendi. Yüklemesi yapılan kağnı yola çıkıyordu. Bu görevi onlarca köy, binlerce kağnı yaptığı için yol güvenliği konusunda bir sorun yoktu. Soğuğa karşı korunaklı olmak ve öküzlerin güçlü, sağlıklı olması ise büyük önem taşıyordu. Her kes aldığı görevi başarıyla yerine getirmeğe odaklanmıştı. Dondurucu soğukta buz tutmuş yollarda ilerlemenin güçlüğü yıldırmıyordu.
Şerife Gelin'in kağnısına da top mermileri yüklendi, yol verildi. Satılar Köyü'nün çalışkan, güzel, sessiz Şerife Gelin'i, cephedeki askerlere cephane ulaştırmak için kağnı ile tek beden olmuş, yol alıyordu. Karla, çamurla ağırlaşan tekerlekler zorlanıyor, soğuk bir bıçak gibi yüzünü kesiyordu. Yüklü kağnıyla ağır kış koşullarında dağları aşıp gitmenin zorluğunu bilse de tüm yaşamını anlamlandıran bu çaba onu gönendiriyordu.

KARA ÖKÜZ YÜRÜMÜYOR, BAŞINI GERİ GERİ ASILIYORDU

Kar fazlalaştı, tipiye dönüştü. Hava da iyice kararmıştı. Şerife Gelin, sırtında taşıdığı kızı Elif için top mermilerinin arasında yer hazırladı. Soğuktan tek korunma aracı olan yorganını, top mermileri ile kızını yağıştan korumak amacıyla kağnının üzerine örttü.
Tipi git gide arttı. Karla örtülen yol görünmez olmuş, ilerlemek daha da güçleşmişti. Şerife Gelin üşümüş, yorulmuştu. "Başarmak zorundayız. Bu cephaneler yerine ulaşmalı." diye içinden geçirdi. Sonra "Başaracağız. Cephaneler askerlerimize ulaşacak." diye mırıldandı. "Güçlü olmalıyım, üşümemeli, yorulmamalıyım." sözcüklerini yineliyordu.

İki ay önce köye gelen Mehmet Akif'in, camide verdiği vaaz'ı Muhtar, köy odasında ve köy meydanında defalarca tekrarlamıştı. Şerife Gelin'in beyninde Mehmet Akif'in sözleri çınlamaya başladı:
"Bir milletin hayat hakkı ve varlığını sürdürme konusunda üstünüze bir görev düşerse, yerine getirmekte aslâ tereddüt etmeyiniz. Vatana sahiplenmek için gerekirse her birimiz, toprağın koynuna girmeye aday olabilmeliyiz ki, bu vatan bizimdir diyebilelim."
Mehmet Akif, Kurtuluş savaşı sırasında 'cephedeki askerleri daha da cesaretlendirmek amacıyla dağıtılan meşhur vaazını' Kastamonu'daki Nasrullah Camii'nde vermişti. İstiklal Marşı'nı da ilk kez bu Camide okumuştu.

Şerife Gelin, bunları düşünerek bir süre daha yol aldı. Tipi dinmiş, bu kez de soğuk dayanılmaz bir hal almıştı. Yollar buzlu, hayvanlar yorgundu. Yorganı hafifçe açıp, kızını ve top mermilerini kontrol etti.
Cephane ıslanmamıştı. Kızı uyuyordu. Üstlerini iyice örttü, yola devam edecekti ki, Şerife Gelin'in çektiği kağnı birdenbire durdu. Kara öküz yürümüyor, başını geri geri asılıyordu. Uğraştı, kara öküze dil döktü, yalvardı, kızdı, bağırdı. Bir süre sonra öküz yürümeye başlamış, kağnı tekrar yola koyulmuştu.
Aynı olayın kaç kez yinelendiğinin bilincinde değildi, Şerife Gelin. Soğuktan titriyor, elleri, ayakları uyuşuyordu. Yorgunluk ve uykunun etkisi altında olduğunu düşünüyor, bir an evvel cephaneyi ulaştırmak için tüm gücü ile savaşıyordu.
Şerife Gelin geride kalmış, yavaş yavaş kafileden kopmuştu. Kağnılar, zorlu koşullarda amansız bir uğraş veriyor, yalnızca kendilerine zimmetlenen cephaneyi yerine teslim etmeyi düşünüyorlardı.

KAĞNI SON KEZ DURDU

Kışla'ya yaklaşmıştı ki, Şerife Gelin'in kağnısı son kez durdu. Sesi, soluğu ağaran tan yerine takılıp kalmıştı.
Sabahın ilk ışıkları ile, Kastamonu'nun kapısı sayılan Kışla'da kule nöbetçileri, belli belirsiz bir kağnı gördüler. Osman Bey'e haber verildi, Devrekanili Cemil ve Beşiktaşlı Rıfat Çavuşlar kağnının yanına gönderildi. Gelen haber herkesi yasa boğdu. Genç bir kadın kağnının üstündeki yorganı kucaklamak ister gibi kollarını açmış ve donarak, kaskatı kesilmişti.
Kağnıdan hırıltıyla karışık bir bebek ağlaması geliyordu. Askerler yorganın altında, cephanelerin arasında buldukları minik bebeği ve annesinin cesedini hemen kışlaya ***ürdüler. Genç kadının kimliği tespit edildi, memleketinde toprağa verildi.
Bebek ise kışlaya yakın bir eve gönderildi. 1970'li yıllarda yapılan bir araştırma ile, Elif'i bir komutanın evlatlık aldığı ve daha sonra Eskişehir'e gittikleri ile ilgili bilgilere ulaşıldı.
Şehit Şerife Bacı Kurtuluş Savaşı'na destek olan, vatanı için savaşan kadınlarımızdan sadece biriydi. O, cephane taşıyan kahraman Türk kadının bir sembolü oldu. Seydiler İlçesi'nde, Kastamonu İli'nde ve Başkent'te heykelleri, rölyefleri yapıldı. Kütüphanelere, kız yurtlarına adı verildi. 1984 yılında ise Şerife Bacı, Türkiye'de yılın annesi seçildi.
(Mekanlari Cennet Olsun)
(Alinti,internet)

selam ve dua ile..