DUYURU PANOSU
FORUMUMUZDA TİVİBU, D-SMART ,DİGİTURK-BEİN KANALLARI YERLİ - YABANCI PLATFORMLARLA İLGİLİ ,KART PAYLAŞIMI ,İPTV ,SERVER PAYLAŞIMDA BULUNMAK,HACK İLE KONULAR ve SPONSORLARIMIZ DIŞINDA HERHANGİ BİR ÜRÜN SATIŞI YAPMAK YASAKTIR 

İletişim


 WHATSAPP +905354035843


ERK@L


onlineuydudestek@gmail.com

×

NOTICE Bilgilendirme : Bu konu 764 gün önce başlatıldı . Konu başlangınç tarihi güncel değilse Konu güncelliğini yitirmiş yada bu konu ile ilgili son cevap yazılmış olabilir. Eğer yazınız doğrudan bu konu ile ilgili değil ise yeni bir konu başlatmanızı tavsiye ederiz....

RESSAM VAN GOGH İLE SERDAR YILDIRIM Zaman gezgini olarak bir araya geldik. Ben bu hikayenin yazarı Serdar Yıldırım ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ressamı olarak adı anılan Hollandalı Van Gogh. Paris'te bir müzayede salonunda Van Gogh'un "Kafede Akşam" adındaki tablosu satıldı. Yüzden kapı açıldı. Yüz on, yüz yirmi derken, iki yüz milyon dolara alıcı buldu. Van Gogh her pey sürüşte vay be, vay be dedi, durdu. Ben: " Sayın Van Gogh, bu bir dünya rekoru. Bugüne kadar hiçbir ressamın

Bu konu 18509 kez görüntülendi 30 yorum aldı ...
Serdar Yıldırım Hikayeleri 18509 Reviews

    Konuyu Değerlendir: Serdar Yıldırım Hikayeleri

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 18509 kez incelendi.

 
Sayfa 2/4 İlk ... 2 ... Son
  1. #1
    Serdar Yıldırım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 67683
    Üyelik tarihi
    21 Temmuz 2023
    Konum
    Bursa
    Mesajlar
    83
     
     Uydu Alıcısı
     
     dark 

    Post Serdar Yıldırım Hikayeleri

    RESSAM VAN GOGH İLE SERDAR YILDIRIM
    Zaman gezgini olarak bir araya geldik. Ben bu hikayenin yazarı Serdar Yıldırım ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ressamı olarak adı anılan Hollandalı Van Gogh. Paris'te bir müzayede salonunda Van Gogh'un "Kafede Akşam" adındaki tablosu satıldı. Yüzden kapı açıldı. Yüz on, yüz yirmi derken, iki yüz milyon dolara alıcı buldu. Van Gogh her pey sürüşte vay be, vay be dedi, durdu.

    Ben: " Sayın Van Gogh, bu bir dünya rekoru. Bugüne kadar hiçbir ressamın tablosu böylesine astronomik fiyata satılmadı. "
    Van Gogh: " Arkadaş, bilmem inanır mısın, ben birkaç tablomla birlikte bu tablomu da mahalle bakkalına bırakmıştım. Tanesine on gulden dersin demiştim. O zamanlar on gulden iki dolar ediyordu. Tabloları alan olmadı. Biri satılsa zeytin, peynir ve ekmek alacaktım. Zaman bana çok zalim davrandı. Yetenek var ama açsın, bırak Van Gogh'un aklı kaçsın. Çıldırmak işten değil. "
    Ben: " Sayın Van Gogh, siz ortaya çıksanız, ben bu tabloyu yapan ressam Van Gogh'um deseniz. Tablonuzu satın almak için, fiyat artıran şu dolar milyonerleri, size yüz dolar bağış yapmazlar. "
    Van Gogh: " Sen de abarttın ama yüz dolar vermezlermiş? Ben de elli dolar isterim. Vermezlerse intihar ederim. "
    Van Gogh müzayede salonunun orta yerine çıktı. Ellerini havaya kaldırdı. Kendini tanıttı. Salondakilerin ağzı açık kaldı. Doğru dediler, bu Van Gogh. Rica etsem bana elli dolar verebilir misiniz? dedi. Başlar öne eğildi.
    " Neden ama ? " dedi, Van Gogh. " Herkes bir dolar verse elli dolar toplanır. Bana karşı bu cimrilik neden? "
    Sessizlik bir süre devam etti. Sonunda ön sırada oturan bir holding sahibi, şimdi size o parayı verirsek hayatın sıkıntısından kurtulur, rahatlarsınız. Bir daha böylesine üst düzeyde resimler yapamazsınız diye endişe ediyoruz, dedi.

    Serdar Yıldırım ayağa fırladı ve gür sesiyle haykırdı: " Hayır, " dedi. " Yalan söylüyorsun. Van Gogh yaşarken parasal yardım yapılsaydı çok daha üst düzeyde, çok daha kaliteli resimler yapardı. O zamanın insanları, nasılsa bu da ötekiler gibi tarihin karanlıkları arasında kaybolup gider, diyerek yardım etmediler. Kim bilir nice ressam, heykeltraş, yazar, şair, sporcu, besteci ve diğer sanatsal uğraş içinde olanlar karanlıklarda kaybolup gitti. Binde bir böyle kaybolmayanlardan biri olan Van Gogh'un eseri milyon dolara satılıyor. Siz aslında insanlığın geleceğini satıyorsunuz ve gelecek yok oluyor, bunu fark edemiyor musunuz? "

    Serdar'ın haykırışına cevap veren olmadı. Müzayede salonunda birkaç dakika sonra iki adam kalmıştı. Sessizliği Van Gogh bozdu: " Sen haklı çıktın Serdar, intihar etmeye gidiyorum. "
    Serdar: " Dur Van Gogh. Yıl 2018. Senin kadar olmasa da ben de zor durumdayım. Bir iş bulmaya kalksam, hikaye yazma işini bırakmam gerekir. Otuz dört yıllık bir uğraştan vazgeçemem. Bak ben intihar etmem, sen de intihar etme. "
    Van Gogh: " O zaman gel beraber intihar edelim. "
    Serdar: " Hayır. intihar yok. Acılara birlikte göğüs gereceğiz ve galip geleceğiz. Şimdiye kadar hiç yenilmedim ve sen de yenilmezsin. Önümüze çıkarılan engelleri yıkıp geçelim. "
    Serdar anlattıkça Van Gogh'un yüzü bembeyaz kesildi. O'nun anlattıklarını başını indirip kaldırarak tasdik etti. Sen haklısın, ben bir ellerimi yıkayıp geleyim, dedi. Yerinden kalktı, lavaboya doğru yürüdü.

    Aradan zaman geçti. Tabanca sesi duyuldu. Serdar lavaboya koştu. Van Gogh yerde yatıyordu. Serdar gözyaşları içinde kaldı. Elli dolar verseler ne yapar eder Van Gogh'a iki tablo yaptırırdım. Bu iki tablo onların elli dolarını fazlasıyla karşılardı. Van Gogh gerçek hayatında tabanca ile yaşamına son verdiğinde otuz yedi yaşındaydı ve hep otuz yedi yaşında kaldı. 1853-1890 yılları arasında yaşamış yoksul bir ressamdı. Kendisini saygıyla anıyorum.

    SON

  2. #9
    Serdar Yıldırım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 67683
    Üyelik tarihi
    21 Temmuz 2023
    Konum
    Bursa
    Mesajlar
    83
     
     Uydu Alıcısı
     
     dark 

    Standart

    SİMİTÇİ ÇOCUK
    1970 yılının mayıs ayının bir öğleye doğru vaktinde herkes kendi alemindedir. Büyük soğukların hüküm sürdüğü, kar yağışının manzarayı beyaza boyadığı, tipinin, fırtınanın bol olduğu bir kış mevsimi etkisini kaybetmiştir. Yaz gelmiştir. Ağaçlar dallanmış, kovanlar ballanmıştır. Yemyeşil çimenler bitmiştir. Tomurcuklar ilk nefeslerini derin derin içlerine çekmektedirler. Kırlar, parklar, bahçeler, insanla dolmuştur. Kışın sokaklarında hayaletlerin, cinlerin kartopu oynadıkları, kardan adam yaptıkları bu şehir yazın gelmesiyle birden bire heyecanlanmıştır. Dam altlarını, kapı eşiklerini, insan nefesini bir heyecan kasırgası etkilemektedir.

    İskender, 11 yaşında iş almak için Beyaga'nın fırınına gelir. Kapı ardına kadar açık hemen kapının bitişiğinde geniş ve uzun raflar vardır. Kapının üzerinde - İşi olmayan girmesin - yazılı tabela bulunuyordu. Fırının orta yerinde tahminen bir metre yüksekliğinde genişçe göbek taşı, bu taşın üzerinde de üç tane uzunlu kısalı fırın küreği ve koklayanın ah ettiği taptaze, bol susamlı si mitler duruyordu. Fırın ocağının başında 40 yaşlarında, orta boylu, saçlarının önü tamamen dökülmüş, topluca yüzü ateşin etkisiyle kiremite çalan bir tavır takınmıştı. İçeride ayrıca gençten dört kişi vardı. İkisi si mit satmak için bekleyen seyyar si mitçi diğer ikisi hamur açıp si mite şekil veren fırında çalışanlardı.

    İskender içeri doğru birkaç ürkek adım atıp Ali Dayı'ya sordu: ---- Ben, dedi, si mit alıp satmak için gelmiştim. Şöyle bir yutkundu. Eğer satıcıya ihtiyacınız varsa çalışmak istiyorum, dedi. Ali Dayı şöyle bir göz ucuyla çocuğu süzdü. Kısa saçlı, esmer yüzündeki buruk ifade onun bundan önce geçen hayatının pek kolay olmadığını gösteriyordu. Normal boylu, hafif zayıftı. Üzerinde eski ve siyah renkte biraz bol ve uzunca bir ceket ve pantolon vardı.
    Ali Dayı: ---- Simitçilerimizden birisi gelmedi. Onunkileri sen satarsın. Simitler 25 kuruş. Simit başına 10 kuruş kar veriyoruz. Söyle bakalım kaç si mit almak istiyorsun?

    İskender şöyle bir düşündü. Kararını verememişti. Hamurcu Cafer söze karıştı:---- İstersen 50 si mit al. Bugün pazar. Yıldız Sineması saat 2' ye doğru dağılır. Ayrıca bugün top sahasında maç var. Oraya gidersin, dedi. İskender, Cafer'in konuşmasından güç alarak şöyle gerindi. Ali Dayı'ya dönerek " Tamam " dedi. " 50 tane satarım. "
    Fırında bir yandan si mitler fırına verilirken diğer yandan da sohbet koyulaşıyordu.

    İskender gün boyu sinema, maç, kahvehane, mahalle, sokak demeden dolaşmış ve elindeki si mitleri satmış fakat oldukça yorulmuştu. Eline hesap kitaptan sonra kalan 5 lirasını aldı. Hava iyice kararmıştı ve sokaklar hala insan doluydu, çünkü o akşam pazar akşamı olduğu için üç-dört yerde birden düğün vardı. İskender ele güne aldırmadan evinin yolunu tuttu. Yol üstündeki bakkaldan içeri girdi. Tanesi bir lira olan ekmekten iki tane aldı. Koltuğunun altına ekmekleri sıkıştırarak dışarıya çıktı. Evleri şehir merkezinden oldukça uzaktı. İnegöl Belediyesi'nin göçmen evleri olarak yaptırdığı aynı tipte evlerden oluşan şehir kenarında kurulmuş bir mahalleydi. Halkı fakir insanlardı. Evlerde iki oda mevcuttu. Ayrıca evin yanında tuvalet ve çitle çevrilmiş küçük bir bahçesi vardı. Bahçeye daha çok mısır, domates, biber, fasulye ekerlerdi. Daracık, tenha sokaklar karanlıktı. Daha elektrik gelmemişti. Mahalleli odalarını kandil veya gaz lambalarıyla " eh işte " aydınlatarak karanlığı kovuyorlardı. İskender evin kapısını çaldı. Kapıyı anası açtı. Çocuğunun elinde iki tane ekmek görünce gözleri ışıdı: ---- Oğlum, ekmekleri nasıl aldın? diye sordu.

    İskender buruk bir şekilde: ---- Ana bugün si mit sattım. Kazandığım paranın bir kısmıyla bu ekmekleri aldım, dedi. Annesi kapıyı kapadı. Birlikte odaya girdiler. İskender'in babası, sedirin üstünde köşeye büzülmüş, oturuyordu. Sobanın üzerinde tencere kaynıyordu. Oda mis gibi kuru fasulye kokuyordu. Koku, İskender'in açlığını bir kat daha arttırdı. Çünkü sabah içtiği çorbadan sonra ağzına lokma koymamıştı. Ekmekleri anasına verdi ve sobanın yanına oturdu. Bahar aylarında olmasına rağmen üşümüştü. Geceleri nispeten soğuk oluyordu. İskender'in babası, 38 yaşında ve orta boylu idi. Çektiği sıkıntılar onu yaşından 10 yaş daha yaşlı gösteriyordu. Sırtı hafif çökmüş, saçları kırlaşmaya yüz tutmuş, beti benzi solmuştu. Gençliğinden beri tarlalara çapaya gider, ne iş bulursa çalışırdı. Yaptığı işin karşılığını alamamış, devamlı ezilmişti. Bilirdi ki kendisinden çok daha mutlu ve rahat yaşayanlar vardı. Bilirdi ki nefes almak, üç beş kuruş kazanıp anca karın doyurmak yaşamak değildi. Ama ne yapsındı ki ne yapsın!

    2 yıl sonra: Sonbaharda yavaş yavaş soğuklar başlamakta kış gelmektedir. İskender'in anası hamile kalmıştır. Fakat diğer yandan soğuktan iyi korunamamış, grip olmuş, devamlı öksürmektedir. 1972 yılı ocak ayında evinde doğum yapar, bir oğlu olmuştur. Çocuğun adını İsmail koyarlar. Yaptığı doğum ve gıdasızlık nedeniyle kadın çok halsiz düşmüştür. Doktora gidecek, ilaç alacak paraları yoktur. Bir hafta sonra hastalık zatürreye çevirmiş ve hasta perişan olmuştur. O gece devamlı sayıklamış, inlemiştir. Sabahı komşulardan birkaç kişi aralarında para toplarlar. Öğleye doğru baba kadını sırtlar, İskender de beraber İnegöl Devlet Hastanesi'nin yolunu tutarlar. Kapıdan içeri girerken, ayakkabılarının çamurunu kenarda silerler. İçeride görevli adama doktoru sorarlar, yukarıda sola sapın, ilerde, diye tarif eder. Baba zor zahmet merdivenleri çıkar. Doktorun kapısını çalar, içeri bir adım atar ki, ayağı kenardaki masaya takılır. Zaten yorgunluktan bitmiş, tükenmiş olan baba sendeler ve sırtında karısıyla beraber yere yuvarlanır. Kadının kafası sert zemine çarpar ve kanlanır. İskender anasının üstüne kapaklanır: ---- Ana, ana, diyerek feryat eder. Seslere birkaç doktor ve hemşire gelir. Baba yerinden yavaşça doğrulur, şaşkındır. Ne yapacağını bilemez. Oğlunu tutar, kaldırır.
    Doktor: ---- Kadın zaten çok hastaydı. Adam birden düştü. Adamın bu işte bir suçu yok, der. Polise haber verilir.

    Anasının hastalığı ve hastanede vefat edişi İskender'in tertemiz yüreğinde derin yaralar açmıştı. Kolay değil yıllarca insanlık tarafından terk edilmiş vaziyette ipe sapa gelmez kaderinle baş başa yaşa, tam yeni işe girmiş az buçuk ekmeğini kazanmaya başlamış ve kardeş sahibi olmuşken, anacığını, o hep iyiyi düşünen, yaşamının en güzel yıllarını onu büyütmek için feda eden anasını kaybetmek... Babası ve kardeşi İsmail ile yalnız kalmışlardır. Kardeşi daha küçüktür ve bakıma ihtiyacı vardır. Şefkate ihtiyacı vardır. Yakın komşularının yardımıyla durum birkaç gün idare edilir ve komşu mahalleden kocası 1 yıl önce kızı Kisme ile yüzüstü bırakıp kaçmış olan Ardüş Hanım'ı İskenderlerin evine getirirler. Kadın çocuğa bakacak, ev işlerini yapıp o evin hanımı olacaktır. 1 yıldır kızıyla birlikte yalnız yaşamaktadır. Hayat şartları zordur. Kızı Kisme 7 yaşında, zayıf ve siyah saçlıdır. Eve üç yaşlı kadınla Ardüş Hanım ve Kisme misafir gibi gelirler, konuşurlar,anlaşırlar. Akşam üstü kadınlar giderler ve Kisme anasıyla yeni evinde kalırlar. Kisme çok sever İsmail'i, İskender'i de sever. İskender ne olduğunun farkındadır. Eve yeni bir kadın gelmiştir. Acaba iyi insan mıdır? Ana diyebilecek midir? Soruları kafasından geçerken sofra kurulur, babasının sesini duyar. ---- Haydi bakalım oğlum, gel de yemeğimizi yiyelim. İskender oturduğu yerden kalkar, sofraya oturur.

    İskender ertesi gün erkenden fırına gelir. İskender'i gören Ali Dayı:---- Ooo İskender, kaç gündür nerelerdesin? Seni çok özledik... Gel bakalım, şöyle azıcık konuşalım, diye seslenir. İskender usul usul, mahsun tavırla Ali Dayı'nın yanına yaklaşır.
    Durumu fark eden Ali Dayı: ---- Ne o, yoksa kötü bir şey mi oldu? Söylesene oğlum, der. İskender o gün annesinin çok hastalandığını, babasıyla hastaneye gö türdüklerini, orada anasının vefat ettiğini ağlayarak anlatır.
    Bu duruma Ali Dayı çok üzülmüştür: ---- Her neyse, başınız sağ olsun, istersen bugün si mit satma da yarın başlarsın, diye söylenir. Fakat Ali Dayı düşünmeden konuşur.

    İskender: ---- Öyle deme Ali Dayı, akşam evdekiler ekmek bekler. Ne yer, ne içeriz sonra, der. Yarım saat sonra İskender si mitleri tablaya doldurup yola çıkınca " Haydi, sıcak sıcak si mitler, isteyen yok mu? diye bağırır. Son kelimesinde laf ağzının içinde düğümlenir. Anası, babası, evi, kardeşi aklına gelir. Gözleri dolar. Şöyle etrafına bakınır. Ohoo kimin umurundadır, anası vefat etmiş, babası, kardeşi aç, kendisi aç, soğuktan küçücük elleri, kulakları, burnu, ayak parmakları mosmor olmuştur. Kimse duymaz sanki onun sesini, belki de duymak istemezler.

    Herkesin işi gücü var, geçim dünyasıdır, menfaat dünyasıdır, bu dünya... Elma İskender, kurt da kederi içini hızla sömürmekte ve çürümektedir. İskender, gözlerindeki yaşları siler buz kesmiş parmaklarıyla. Memur vardır, işçi, köylü dertleri farklıdır. Hepsinde dert tonla ekmek fakirde umuttur. Kasalar vardır, cüzdanlar vardır. Mis gibi hayat yaşamaktadırlar. Fakir fukaranın hakkı olan ekmeğin bir parçası toplanır toplanır, onların boyunlarına gerdanlık, kollarına bilezik, parmaklarına yüzük olur. Eşitlik bu değildir. Hak bu değildir. Kardeşlik bu değildir.

    SON

    Yazan: Serdar Yıldırım ( 1984 )

  3. #10
    Serdar Yıldırım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 67683
    Üyelik tarihi
    21 Temmuz 2023
    Konum
    Bursa
    Mesajlar
    83
     
     Uydu Alıcısı
     
     dark 

    Standart




    BOKSÖRKANGURU DASAvustralyaKıtası’nda pek çok kanguru yaşarmış. Bazı zamanlarkanguruların sayısının dört milyonu bulduğu olurmuş. Ormanda,dağda, bayırda, çölde nereye baksan kanguru görürmüşsün.Kangurular, denizin ortasında büyük bir ada olan AvustralyaKıtası’nda öylesine çoğalmışlar ki, bu durum bazı gençkanguruları yeni yaşam sahaları aramaya yönlendirmiş. İşte bugenç kangurulardan biri de Das’mış. Das’ın yakında birgemiye binerek Kanada’ya gideceği haberi kangurular arasındahızla yayılmış. Das’ın iki yıl sonra geri döneceği ve neleranlatacağı merakla bekleniyormuş.Dasbir gece Sydney Limanı’na gelerek, Kanada’ya giden gemiyegizlice binmiş ve geminin ambar dairesine saklanmış. Buradayiyecek, içecek depoları bulunuyormuş. Gemi, Büyük Okyanus’tangeçerek günler sonra Kanada’daki Prince Rupert Limanı’navarmış. Das geceleri şehrin karanlık sokaklarında gezmiş,dolaşmış. Ama bir gece oradan geçmekte olan, kangurulara boksyapmayı öğretip, onları ringlerde birbiriyle dövüştüren birmenajerin dikkatini çekmiş. Menajer, Das’ı, adamlarınayakalatıp, ringe çıkarmış. Das boks öğrendikçe bu konudakiyeteneği ortaya çıkmış. Çok güçlüymüş ve yumrukları demirgibiymiş.

    Dasdaha sonraki aylarda ringde kangurularla pek çok maça çıkmış.Rakiplerini birer birer yenen Das, final maçına çıkmaya hakkazanmış. Şimdiki şampiyonu yenerse dünya şampiyonu olacakmış.Şampiyonluk maçı tam da Das’ın Avustralya’dan yola çıktığıgünün ikinci yıldönümüne denk gelmiş. Arkadaşları, birkaçgündür Das’ın dönüşünü Sydney Limanı’nın karşısındakitepede bekliyormuş. O gün gelen gemilerin hiçbirisinden Dasçıkmamış. O akşam kangurular arası dünya şampiyonluğumaçını pek çok ülke televizyonu yayınlıyormuş. Bunlardan biride Avustralya televizyonuymuş. Prince Rupert’ten gelen gemiyolcularını boşaltmış ve limanda demirlemiş. Kaptan ve gemiçalışanları boks maçını televizyondan seyrediyormuş.Arkadaşları, Das’ın bu gemiyle mutlaka gelmesi gerektiğinidüşünerek, acaba ambarda kilitli mi kaldı yoksa bir aksilik olduda yakalandı mı, diyerek gece karanlığında gemiye çıkmışlarve televizyondaki boks maçını görmüşler. Arka ayakları üstündeduran ve ön ayaklarında eldiven olan iki kanguru birbirlerinekıyasıya yumruk atıyormuş. Bazen uzun kuyruklarıyla yeretutunarak, arka ayaklarıyla rakibinin karnına tekme vuruyormuş.Bir kanguru, şu sarı eldivenli bizim Das değil mi, deyince,ötekiler, evet, demişler, bu bizim Das.

    Maçsonunda rakibini yenen Das, dünya şampiyonu olmuş ve altınmadalya boynuna takılmış. Seyirciler, çılgınca Das’ıalkışlamışlar. Omuzlarda taşımışlar. Yumruklarını havadasallayan ve göğsüne vuran Das, hayatından memnun görünüyormuş. Das’ın dünyanın öbür ucunda olduğunu bilen arkadaşlarıgece yarısından sonra yola çıkıp sabaha kadar koşmuşlar veertesi gün nerede bir kanguru görseler Das’ı anlatmışlar.Das’ın dünya çapında şöhrete ulaştığından bahsetmişler.Onun geri gelmesini ister misiniz, sorusuna kangurular: “ Hayır,gelmesin. Das, kanguruların spor elçisi olsun ve bizi dünyayatanıtsın. Burada kanguru sürüsüne katılmadığı için, ayrıdururdu. Ayrışmak istedi, bir, tek olmak istedi ve aramızdanayrıldı. Bizden koptu. Das şimdi hak ettiği yerde, zirvede.Zirvedeki yerini uzun yıllar koruyacaktır. “

    SON

    Yazan:Serdar Yıldırım


    Konu Serdar Yıldırım tarafından (04.Aralık.2023 Saat 15:50 ) değiştirilmiştir.

  4. #11
    Serdar Yıldırım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 67683
    Üyelik tarihi
    21 Temmuz 2023
    Konum
    Bursa
    Mesajlar
    83
     
     Uydu Alıcısı
     
     dark 

    Standart

    HİKAYE YAZARI ÖMER SEYFETTİN İLE SERDAR YILDIRIM
    Tarih 4-Ağustos-2023 Bursa'da bir kitap mağazasında çok değerli yazarlarımızdan Ömer Seyfettin ile beraberim: " Sayın Ömer Seyfettin, bakın burası üç katlı bir kitap satış mağazası. İçinde binlerce kitap var. "
    Ömer Seyfettin: " Ya Serdar, beni buraya neden getirdin? Ben 1920 yılını hatırlıyorum. O zamanlar 36 yaşındaydım. İstanbul'da bir lisede öğretmenlik yapıyordum. "
    " Evet doğru, bunları ben de biliyorum ama sizin bilmediğiniz bir şey var. 1920 dediniz. O zamandan şimdiki zamana 103 yıl geçti. 103 yıl sonra siz neredesiniz, hikayeleriniz nerede? "
    " Ben o hikayeleri yazdım, durdum. Bir İstanbul gazetesinde bunlar her gün tefrika halinde yayınlanırdı. Biliyor musun Serdar, yurdumuzu düşmanlar istila ettiğinde ben subaydım. Çanakkale taraflarında askeri ciple gidiyorduk. Gökyüzünde bir yazı belirdi. Fethun karib. ( Çanakkale’ye cephesini ziyarete giden heyeti edebiye içerisinde bulunan Ömer Seyfettin, yolda karşılaştıkları fevkalade bir hadiseyi Müjde adını verdiği hikayesinde anlatmıştır. Gün ağardığında heyet gökyüzünde ince bir duman ile “fethun karib” yazdığını müşahede etmiştir. Fethun karib, yakın bir fetih anlamındadır. )
    1915 yılı başlarıydı. Ne oldu? Neler oldu? Yolda gelirken ben Türküm dedin. Türkiye Cumhuriyeti dedin. Türkiye Cumhuriyeti'ne bravo da Osmanlı ne oldu? Bırak Osmanlı İmparatorluğu'nu Anadolu ne oldu? "

    " Mustafa Kemal 19-Mayıs-1919 tarihinde Samsun'a çıktı. "

    " Bunu biliyorum. "
    " Türk Ordusu ve Mustafa Kemal bir buçuk yıl Sakarya Irmağı doğusunda konuşlandı. Mustafa Kemal onlara savaş öğretti. Türk Ordusu Mustafa Kemal önderliğinde ileri atıldığında yunan askerleri şehirleri, köyleri yakarak kaçtı. Kurtuluş Savaşı'nı kazanan Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Tarihe ismini altın harflerle yazdırdı. "
    " Mustafa Kemal adını daha önce defalarca duymuştum. Cumhuriyet yıllarına ömrüm vefa etmedi. Şu an çok sevinçliyim ve çok mutluyum. "
    " Mustafa Kemal kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı oldu. 10-Kasım-1938 'e kadar 15 yıl bu görevini devam ettirdi. 24 Kasım 1934 yılında Atatürk soyadını aldı. Artık O Mustafa Kemal Atatürk'tü. "
    " Serdar, Atatürk hakkında kitaplar var mı burada? "
    " Evet var. "

    Atatürk kitapları reyonuna gittik ve Ömer Seyfettin'e kitaplarda yazılanları okudum. Her iki dakikada bir Ömer Seyfettin tarafından, Atatürk ayakta alkışlandı. Daha sonra birlikte Ömer Seyfettin kitapları reyonuna yöneldik. İki elime birer kitap aldım. Bakın, dedim, bu kitapta Kaşağı hikayeniz var. Bu kitapta da Kütük hikayeniz bulunuyor.

    Ömer Seyfettin: " Vay benim canlarım, ciğerlerim. Aradan 103 yıl geçmiş ve hikayelerim unutulmamış. Bir yazar aradan 50 yıl geçmiş ve hatırlanıyorsa unutulmamış demektir. Artık o yazar olmuştur. Ey Serdar Yıldırım, ben artık yazar oldum mu? "
    " Evet oldunuz, hem de çok değerli, unutulmaz bir yazar oldunuz. "
    " Yaşasın, ben şimdi çok mutluyum. "
    Ömer Seyfettin tansiyon ve şeker hastasıydı. Atina'da 10 ay esir kaldı. İstanbul'a geldikten sonra tansiyon ilaçları kullanmaya başladı ama şeker ilacı yoktu. 6 Mart 1920 yılında aramızdan ayrıldıktan 2 yıl sonra şeker ilacı icat edildi. Şu şeker ilacını 4-5 yıl önce icat etseydiniz olmaz mıydı? Ömer Seyfettin size nice yeni hikayeler armağan ederdi.

    SON

  5. #12
    Serdar Yıldırım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 67683
    Üyelik tarihi
    21 Temmuz 2023
    Konum
    Bursa
    Mesajlar
    83
     
     Uydu Alıcısı
     
     dark 

    Standart

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: HARAMİ
    Hacivat pencereye çıkar ve karşı mahalledeki evinin bahçesinde bulunan Karagöz'ün üstüne atlar. İkisi birlikte yere yuvarlanır. Aralarında boğuşma başlar. Daha sonra Hacivat ayağa kalkar. Karagöz yerdedir ve gözleri kapalı durumdadır. Buna karşın, sağa sola yumruklar, tekmeler savurmaktadır. Hacivat, Karagöz'ün omzuna, koluna dokunarak uyarmak ister ama durmadan bağırıp çağıran Karagöz'dür.
    -- Beş değil on olsanız hakkınızdan gelirim. Haramiler sizi. Adama evinin bahçesinde bile rahat yok.
    Hacivat: Karagözüm, ben geldim. Eski dostun Hacivat'ı nasıl tanımazsın?
    Karagöz: De git harami başı! Elleme kolumu, bacağımı.
    Hacivat: Karagöz, Karagöz kapkaragöz
    Sen dediğimi yap Karagöz
    Tekme, yumruk atma Karagöz
    Aç gözünü bak Karagöz.
    Hacivat'ın sesini duyan Karagöz önce sol sonra sağ gözünü açar. Hacivat'tan başka kimseyi göremez. Ayağa kalkar. Sen de kimsin böyle, diye sorar.
    Bunun üzerine Hacivat: Aman Karagözüm, beni nasıl tanımazsın? Hacivat adını nasıl unutursun?
    Karagöz: Hacivat mı? Hacivat adında bir arkadaşım yok benim.
    Hacivat: Ama benim Karagöz adında bir arkadaşım var.
    Karagöz: Olmaz olsun senin gibi arkadaş der, yerdeki kazmayı alır ve Hacivat'ın üstüne yürür. Uzun süre kovalar. Sonunda Hacivat bahçe duvarından atlayıp kaçar. Altı ay Karagöz'ün adını anmaz.


    -----------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: KAPLAN VE ASLAN
    Karagöz ile Hacivat hayvanat bahçesinden birer kaplanla aslan yavrusu satın alırlar. Evlerinin bahçesine yaptıkları demir kafeste besleyip büyütürler. İki yıl sonra Karagöz kaplanını, Hacivat aslanını kapıştırır. Kaplanla aslan, alt alta, üst üste mücadeleye başlar.
    Hacivat: Aslanım, o kaplanı parçala, ez, diye bağırır.
    Bunun üzerine Karagöz: Haydi, güçlü kaplanım, bir vur, bir de yer vursun, diye bağırır.
    Hacivat: Sen ne diyorsun Karagözüm, yer senin kaplanı vurdu. Bak sırtı yerden kalkmıyor.
    Vay, sen bana bunu nasıl dersin, diyen Karagöz, Hacivat'ın üstüne atılır, boğuşmaya başlarlar. Onların boğuştuğunu gören kaplanla aslan kavga etmeyi bırakıp Karagöz ile Hacivat'ı ayırır.
    Kaplan, Karagöz'e: Olur mu ağam, neden kavga edersiniz? Bizi birbirimize düşürdünüz iyi de siz niye vuruşursunuz?
    Karagöz: Hacivat, bak duydun mu? İlk sen başlattın.
    Hacivat: Hayır, Karagözüm. Ben aslanımı gayrete getirmeye çalıştım. İlk sen saldırdın.
    Aslan, Hacivat'a: Olmaz ki beyim, siz kavga etmeyin. Sadece bizi seyredin.
    Hacivat: Bizim kavga etmeye hakkımız yok mu?
    Aslan: Var tabi ama siz sahiden vuruyorsunuz.
    Hacivat: Biz sahiden vuruyoruz da siz şakacıktan mı vurdunuz?
    Aslan: Tabi şakacıktan. İlk kapışınca konuştuk, danışıklı dövüştük. Pençemizi hızlı kaldırıp en yavaşımızla vurduk.
    Aslanın sözleri üzerine Karagöz kaplana döner. Kaplanım, ne diyor bu? Doğru mu bütün bunlar?
    Kaplan: Aslanın dediği her bir şey doğrudur. Pençe sert inerse kafada oluşan şey ağrıdır.
    Karagöz: Bravo lan kaplan, sonunda galip geldin ya. Ben seni iki yıl şu Hacivat'ın aslanını yen diye tavuk suyu çorbalarla besledim.
    Hacivat: Nee? Tavuk suyu çorba mı? Ama kaplan et yer. Tavuk eti de yer ama tavuk suyu çorba ne alaka?
    Karagöz: İşin sırrı burada. Herkesin aklı ermez. Sanki sen neyle besledin şu aslanı?
    Hacivat: Etle ve sütle. Eti kasaptan, sütü mandıradan özel getirdim. Sonuçta, benim aslan senin kaplanı çarptı, geçti.
    Yalan söylersen ben seni çarparım, diyen Karagöz yine Hacivat'ın üstüne atılır. Tekmeler, yumruklar havada uçuşur. İkisi birlikte yere yuvarlanır. Bir süre sonra yorulan ve dövüşmeyi bırakan Karagöz ile Hacivat'ı kaplan ile aslan kucakladıkları gibi evlerine ***ürür.
    Karagöz'ün Hanımı: Ne oldu buna? Attan mı düştü, diye sorunca kaplan, Hacivat'ı dövdü, der.
    Karagöz'ün Hanımı: Pek dövdüye benzemiyor ya neyse. Yatır şu yatağa uyusun, der. Kaplan, Karagöz'ü yatağa yatırır ve bahçeye çıkar. Derin bir nefes alır. İki yıldır şu bahçedeyim, böyle değişik bir gün yaşamadım, diye düşünür. Bugün sakin geçen günlerimin değerini daha iyi anladım.
    Diğer tarafta Hacivat'ın Hanımı: Aslan, kim o? Hacivat mı? diye sorar.
    Aslan: Evet Hacivat, Karagöz'ü yerlerde sürükledi.
    Hacivat'ın Hanımı: Bu mu Karagöz'ü sürükledi? Üstü toz, toprak içinde. Tanıyamadım, der. ***ür odasına yatır.
    Hacivat'ı odanın ortasında yere yatıran aslan bahçeye çıkar. Yandık ki hem ne yandık. Kavgadan gürültüden hoşlanmıyorum. Bu Hacivat Karagöz'le kanlı bıçaklı olmuş. Her gün kavga etmeden duramazmış. Beni de kendi gibi kavgacı yapacak. Kaplan ile beni her gün dövüştürürse yandım ki hem ne yandım.


    -------------------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: AKREP
    Hacivat: “ Selam Karagözüm, bana bir akçe borç verebilir misin? “
    Karagöz: “ Hı.. “
    Hacivat: “ Bana bir akçe borç verebilir misin, dedim. “
    Karagöz: “ Nerde bende bir akçe? O kadar param olsa burada işim ne? “
    Hacivat: “ Aman Karagözüm, hayatımda ilk defa birinden borç istedim. “
    Karagöz: “ Kimden borç istersen iste. “
    Hacivat: “ Senden istedim. Bir akçe. “
    Karagöz: “ Bende akçe falan yok. “
    Hacivat: “ Yarım akçe. ”
    Karagöz: “ Yok. ”
    Hacivat: “ On kuruş da mı yok? “
    Karagöz: “ Kuruş yok. “
    Hacivat: “ Vardır, ceplerini karıştır, vardır. “
    Karagöz: “ Al karıştırayım. Of anam, elimi bir şey soktu. Akrep? “
    Hacivat: “ Akrep mi? Yere at, üstüne bas. ”
    Karagöz: “ Attım ve bastım. Parmağım yanıyor, Hacivat. “
    Hacivat: “ Parmağını sık, zehir çıksın. ”
    Karagöz: “ Of of.. “
    Hacivat: “ Tamam zehir çıktı. Korkma Karagözüm, bir şey olmaz. Zaten akrep küçüktü. “
    Karagöz: “ Akrep küçük ama acısı büyük. Tabi akrep seni sokmadı. “
    Hacivat: “ Senin cebinde akrebin işi ne? “
    Karagöz: “ Bilmem. Git akrebe sor. “
    Hacivat: “ Cimri olanın cebinde akrep olur derler. “
    Karagöz: “ Sen şimdi bana cimri mi diyorsun? “
    Hacivat: “ Yok, lafın gelişi öyle söyledim. “
    Karagöz: “ De git Hacivat, tepemin tasını attırma şimdi. “
    Karagöz'ü daha fazla kızdırmak istemeyen Hacivat koşar adım oradan uzaklaşır. “


    ---------------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: SAKALLI BEBEK
    Karagöz: Hacivat, biliyor musun, Yaşar bana bugün bebek dedi.
    Hacivat: Yaşar kime bebek dedi.
    Karagöz: Bana dedi, bebek dedi.
    Hacivat: Yaşar şimdi kaç yaşında?
    Karagöz: Benim oğlan üç yaşında.
    Hacivat: O yaşta bir çocuk herkesi bebek görebilir.
    Karagöz: Ama aynaya baktım. Çok gencim. Yüzüm tertemiz. Aynen bir bebek.
    Hacivat: Tabi canım, sakallı bebek.


    ---------------------------------------------------------------


    KARAGÖZ'ÜN YAZDIĞI ŞİİR
    Dünyaya geldim almaya nefes
    Yaptırdım ben bir güvercin kafes


    Komşular gördü olur dediler
    Şu Karagöz ne de cin dediler.


    İki güvercin aldım pazardan
    Bakmaya başladım heyecandan


    Köse geldi bana olmaz dedi
    Böyle güvercin bakılmaz dedi.


    Güvercinleri korumak gerek
    Kafese bir kedi koymak gerek


    Dediğini yaptım ben kösenin
    Kedi koydum içine kafesin.


    Sabaha baktım kafes tüy dolu
    Nedir bu kafesin böyle hali.


    Dedim kedi, nerede güvercinler
    Dedi kedi, onları yedim ben.


    Dedim alacağın olsun, köse
    Şimdi beni güldürdün herkese.


    Yakaladım köseyi pazarda
    Kapadım kediyle bir odada.


    Dedim kedi, ye sen bu köseyi
    Dedi kedi, yenmiş bil köseyi.


    Kapıyı kilitleyip gittim ben de
    Çok keyifliyim, neşem yerinde.


    Üç gün sonunda kapıyı açtım
    Odada köseyle karşılaştım.


    Kedi ortada yok köse yemiş.
    Dostlarım, ben bu işe çok şaştım.


    -------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: HAMAMA GİREN TERLER
    Karagöz: Dün salı hamamına gittim. Çok soğuktu. Üşüdüm.
    Hacivat: Olur mu Karagözüm, hamamda üşünmez. Hamama giren terler, derler.
    Karagöz: Ama ben hamama gittim. Üşüdüm.
    Hacivat: O zaman hamamcı külhanı yakmamış.
    Karagöz: Külhan hamamı yakmamış mı? Keşke yaksaydı da hamam kül olsaydı.
    Hacivat: Öyle demedim Karagözüm, hamamcılar külhanı yakar. Odun ateşinde hamam ısınır. Kirin kabarınca kese olursun.
    Karagöz: Kirim kabarmadı. Çeşmelerden akan su soğuktu.
    Hacivat: Ben o hamamı bilirim. Galiba sen erken gittin. Külhandaki ateş harlamamıştır.
    Karagöz: Külhan ateşi yakmış, hamam kül olmuş. Demek ben çıktıktan sonra hamam yandı.
    Hacivat: Hamam falan yanmadı. Uyduruyorsun Karagözüm.
    Karagöz: O zaman hamam külhanı yakmış.
    Hacivat: Yanma yok. Hepsi yalan, uydurma. İnsanları kandırıyorlar.
    Karagöz: Beni kimse kandıramaz. Hamam yanmış mı? Külleri savrulmuş mu?
    ( Hacivat konu kapansın diye mecburen he der. )
    Hacivat: He yanmış, külleri savrulmuş.
    Karagöz: Savrulmuş külleri, ötmez bülbülleri.
    Hacivat: ....
    Karagöz: Hamamın külleri, öttü bülbülleri.
    Hacivat: ....
    Karagöz: Hamamın bülbülleri, öttü külleri.


    SON


    Yazan: Serdar Yıldırım

  6. #13
    Serdar Yıldırım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 67683
    Üyelik tarihi
    21 Temmuz 2023
    Konum
    Bursa
    Mesajlar
    83
     
     Uydu Alıcısı
     
     dark 

    Standart

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: İKİ ELİN NESİ VAR
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Hacivat: Dur Karagözüm, nereye böyle?
    Karagöz: Oh, sen miydin Hacivat. Ben de seni arıyordum.
    Hacivat: Beni mi arıyordun?
    Karagöz: Evet, sizin eve gidiyordum.
    Hacivat: Bizim eve mi? Ama bizim ev o tarafta değil ki.
    Karagöz: Ya ne tarafta?
    Hacivat: Bu tarafta. Ters yöne gidiyorsun.
    Karagöz: Ters yöne mi?
    Hacivat: Belki de az önce bizim evin önünden geçtin.
    Karagöz: O zaman beni neden uyarmadın?
    Hacivat: Aman Karagözüm, evde değildim ki.
    Karagöz: Bir daha aradığımda evde ol.
    Hacivat: Sen de aradığında haber ver. Eve gelirim.
    Karagöz: Hacivat, bugün bir atasözü öğrendim.
    Hacivat: De bakalım , söyle.
    Karagöz: Bir elin nesi var, iki elin takkesi var.
    Hacivat: Böyle atasözü olmaz.
    Karagöz: Nasıl olmaz, var işte.
    Hacivat: Sen bunu kimden duydun, Karagözüm?
    Karagöz: Adamın biri söyledi.
    Hacivat: Söylemiş ama yanlış söylemiş, sonu yanlış.
    Karagöz: Sonu mu yanlış? Bir elin nesi var, iki elin tekkesi var.
    Hacivat: Yanlış.
    Karagöz: İki elin teknesi var.
    Hacivat: Takkesi, tekkesi, teknesi falan yok.
    Karagöz: ....
    Hacivat iki elini birbirine vurur. ( Hani clap, clap )
    Karagöz: Buldum, iki elin alkışı var.
    Hacivat: Çok yaklaştın, alkışı ses olarak söyle. İki elin sesi gibi.
    Karagöz: Buldum. Bir elin nesi var, iki elin sesi var.
    Hacivat: Hah, şimdi doğru söyledin. Değil mi ya? Doğrusu bu.
    Karagöz: Ben onun öyle olduğunu biliyordum. Kafamı karıştırmasan doğrusunu söylerdim.
    Hacivat: Kafanı ben mi karıştırdım?
    Karagöz: Artık size gitmeme gerek kalmadı. Gitsem de evde bulamazdım. Belki yarın bulurum seni. Haydi, hoşça kal, Hacivat.
    Hacivat: Güle güle Karagözüm.


    -------------------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: SÜR EŞEĞİ BURSA'YA
    Hacivat, Karagöz'ün kapısını çalar. Karagöz kapıyı açar.
    Hacivat: Selam Karagözüm, gel tartışalım.
    Karagöz: Taşlaşalım mı? Ne gerek var. Hangi taş büyükse git kafanı ona vur.
    Hacivat: Öyle demedim. Tartışma başlatalım yani münakaşa edelim.
    Karagöz: Münaşaka ne demek? Cevizli lokum olmasın?
    Hacivat: Yok pastırmalı yumurta.
    Karagöz: Paspaslı yumurta mı? Yumurta paspasın üstünde mi pişti?
    Hacivat: Hayır, laf olsun diye bir şeyler söyle. Fikir yarıştıralım.
    Karagöz: Ha öyle söylesene. Geçti İnegöl'ün pazarı sür eşeği Bursa'ya.
    Hacivat: Kırk yılda bir laf ettin ama doğrusunu söyleyemedin.
    Karagöz: Yanlış laf ettiysem, doğrusunu sen söyle?
    Hacivat: Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye.
    Karagöz: Sen zor gidersin eşekle Bursa'dan Niğde'ye.
    Hacivat: Bursa'dan Niğde'ye neden gideyim?
    Karagöz: Demin dedin ya geçti Bursa'nın pazarı sür eşeği Niğde'ye.
    Hacivat: Bravo sana, tartışmayı nereden nereye sürükledin.
    Karagöz: Öyle olduğu doğrudur. Adım Karagöz. Adamı gözünden anlarım. Değer biçerim.
    Hacivat: Bana ne değer biçtin, hemen söyle?
    Karagöz: Benim paramla beş para etmezsin.
    Hacivat: O zaman dört para ederim. Ama sen benim gözümde hiç para etmezsin.
    Seni gidi beni bilmez seni diyen Karagöz Hacivat'ın üstüne hamle yapar. Hacivat geri dönüp kaçmaya başlar. Karagöz peşinden koşar ama yetişemez. Daha sonra Karagöz evine döner.


    -------------------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: SAKSI
    Hacivat: Karagözüm, senin evde fazla saksı var mı?
    Karagöz: Evde sakız var.
    Hacivat: Sakız değil, saksı. Çiçek dikecektim.
    Karagöz: Saksıya çilek mi dikeceksin?
    Hacivat: Saksıya çilek dikilmez.Çilek bahçeye dikilir.
    Karagöz: Senin bahçe çilek dolu o zaman.
    Hacivat: Yok Karagözüm, ne çileği ne bahçesi?
    Karagöz: Çilek kokulu çilek, bahçe armut bahçesi.
    Hacivat: Armut da nereden çıktı?
    Karagöz: Hamam kesesinden çıktı.
    Hacivat: Hamam kesesinden ne çıktı?
    Karagöz: Örümcek.
    Hacivat: Örümcek mi çıktı?
    Karagöz: He ya örümcek.
    Hacivat: Örümcek sonra ne oldu?
    Karagöz: Kaçtı, yakalayamadım.
    Hacivat: Bir daha kaçırma?
    Karagöz: Neyi kaçırmayayım?
    Hacivat: Keçileri şey yani örümceği.


    ---------------------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: EN BÜYÜK KARAGÖZ
    Hacivat gelir, kapıyı çalar. Karagöz pencereye çıkar.
    Hacivat seslenir: Karagözüm, senin evde çaydanlık var mı?
    Karagöz: Gerdanlık hanımın boynunda.
    Hacivat: Hanımın boynunda olan nedir?
    Karagöz: Gerdanlık. Var mı diye sordun ya.
    Hacivat: Gerdanlık demedim, çaydanlık dedim. Anla işte misafir geldim.
    Karagöz: Safir gerdanlık mı? Bizimkisi o kadar pahalı değil.
    Hacivat: Aç Karagözüm, aç
    Hemen kapıyı aç
    Çay demle içelim
    Sohbet edelim.
    Karagöz pencereden Hacivat'ın yanına atlar.
    Sus, Hacivatım sus
    Hemen şimdi sus
    Kavgalıyız hanımla
    Anla halimden.
    Halden anlayan Hacivat koşar adım oradan uzaklaşır. Karagöz duvardan tırmanır, pencereden eve girer.
    Karagöz'ün Hanımı sorar: Kimdi o, Hacivat mıydı?
    Karagöz: He ya Hacivat. Gelmiş kafa ütülüyor. Neşesi yerinde. Tuzu kuru tabi.
    Hanımı: Onun tuzu kuru da seninki yaş mı?
    Karagöz: Aramızda iki yaş fark var. Ben büyüğüm!
    Hanımı: Sen herkesten büyüksün. Haydi, gel sofraya. Şu bulguru kaşıkla, daha da büyü.
    Karagöz sofraya oturur. Bulgura çala kaşık girişir. Bir tencere bulgur pilavını bitirir. Üstüne yayık ayranı içer. Sonra yatar uyur. Bu güzel hikaye de burada sona erer.


    -----------------------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: ÇAM YARMASI
    Ayla ile Bursa Kapalı Çarşı'da Kozahan'a gittik. Çay bahçesine oturduk, çay içiyorduk. Ayla cep telefonumla bir fotoğrafını çekeyim, dedi. Çekti. Bir daha, bir daha çekti. Fotoğrafını Facebook’a koyayım, dedi. Ben, tamam, dedim. Fotoğrafın altına çam yarması ile birlikteyim, diye yaz. Bu sırada Karagöz ile Hacivat yanımıza gelmiş de haberimiz yokmuş.
    Karagöz: Çam yarması değil de biber dolması yaz, dedi.
    Hacivat: Olur mu Karagözüm, patlıcan musakka yazsın.
    Karagöz: En iyisi yaprak sarması yazsın.
    Bu müthiş ikili beni dolmalara doldurdular, yapraklara sardılar. Oysa benim çorbam iyi olur, deyince kahkahalarla güldüler. Ayla da onlarla birlikte güldü. Karagöz ile Hacivat gidince Ayla, iyi ki geldiler, bize neşe verdiler, dedi. Bu hikaye de burada bitti.


    ---------------------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: SATILIK AKIL
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Karagöz: Selam Hacivat.
    Hacivat: Selam Karagöz.
    Karagöz: Hacivat bana on akçe borç versene.
    Hacivat: Aman Karagözüm, on akçeyi ne yapacaksın?
    Karagöz: Pazarda adamın biri, kiloyla akıl satıyor.
    Hacivat: Akıl para ile satılmaz.
    Karagöz: Ya ne ile satılır?
    Hacivat: Akıl doğuştandır, sonradan elde edilmez.
    Karagöz: Kilosu bir akçe.
    Hacivat: Senin aklın var ya Karagözüm.
    Karagöz: Var ama yetmiyor. Daha akıllı olmak istiyorum.
    Hacivat: Alıp da faydasını gören var mıymış?
    Karagöz: Köylü tarlada ırgatmış. Akıl almış, okumuş, kadı olmuş.
    Hacivat: Başka.
    Karagöz: Adamın oğlu akılsızmış. Oğluna akıl almış. Şimdi çalışıyormuş, yakında evlenecekmiş.
    Hacivat: Vay canına! Doğru mu bütün bunlar?
    Karagöz: Doğru. Komşularıyla konuştum.
    Hacivat: Olay gerçek ha.
    Karagöz: Yürü Hacivat, bitmeden şu akıldan alalım.
    Hacivat: Bana bir kilo al, kendine de bir kilo al.
    Karagöz: Yetmez, bana bir kilo yetmez. On kilo alacağım.
    Hacivat: On kilo mu? Sen o kadar akılla aya gidersin.
    Karagöz: Aya da giderim, güneşe de giderim. Yeter ki daha akıllı olayım.


    SON


    Yazan: Serdar Yıldırım

  7. #14
    Serdar Yıldırım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 67683
    Üyelik tarihi
    21 Temmuz 2023
    Konum
    Bursa
    Mesajlar
    83
     
     Uydu Alıcısı
     
     dark 

    Standart

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: KARAGÖZ BİLMECE SORUYOR
    Karagöz: Hacivat bir bilmecem var.
    Hacivat: Sor Karagözüm, sor da bileyim.
    Karagöz: Bir elin sesi var, iki elin nesi var.
    Hacivat: Bilmeceyi yanlış sordun. Bir elin nesi var, iki elin sesi var diyecektin.
    Karagöz: Laf kalabalığını bırak Hacivat. Sen benim sorduğuma cevap ver.
    Hacivat: Bir elin sesi olmaz ki.
    Karagöz: Olmaz mı? Bak orta parmak baş parmak nasıl da şıklıyor.
    Hacivat: Ama bu atasözü, değişmez ki.
    Karagöz: Değişti işte. Atasözüydü oldu şimdi Karagöz sözü.
    Hacivat: O zaman bilmecenin cevabı ne?
    Karagöz: Hay kabak kafa. İki elin nesi alkıştır, alkış.
    Hacivat’ın sarımsak yemiş bülbüle döndüğünü gören Karagöz bu fırsatı kaçırmak istemez. Hacivat’ı perişan etmeye kararlıdır.
    Karagöz: Bir diğer bilmecem de şu: Ak akçe ne içindir?
    Hacivat: Bundan kolay ne var. Ak akçe kara gün içindir.
    Karagöz: Bilemedin.
    Hacivat: Ne bilemedim mi?
    Karagöz: Ak akçe Karagöz içindir.
    Beyninden vurulmuşa dönen Hacivat’ın gözlerinin karardığını gören Karagöz, O’nu tutar, yavaşça yere oturtur. Biraz kendine gelince yeni bir bilmece sorar: Çivi çiviyi ne yapamaz?
    Hacivat: Soruyu yanlış sordun. Çivi çiviyi ne yapar diyecektin. Çivi çiviyi söker.
    Karagöz: Bunu da bilemedin. Çivi çiviyi sökemez.
    Hacivat: Sökmesi gerekir.
    Karagöz hazırlıklı gelmiştir. Cebinden iki çivi çıkarır. Birini yerdeki taşla tahtaya çakar. Öteki çiviyle uğraşır, çiviyi sökemez.
    Hacivat sağa sola bakar. Bir tanıdık gelse de şu Karagöz’ün dilinden beni kurtarsa der. Gelen giden yoktur. Su almış kayık gibi yan yatmış Hacivat’ın yanına çömelen Karagöz son darbeyi vurur: Söyle bakalım Hacivat: Kendi düşen ne yapar.
    Zorlukla konuşan Hacivat: Kendi düşen ağlamaz, der.
    Karagöz: Hayır, kendi düşen ağlar. Dün benim oğlan koşarken düştü ve ağladı.
    Bunun üzerine Hacivat sırtüstü düşer. Bayılmıştır. Karagöz savaş kazanmış bir komutan edasıyla omuzlarını gerer, Hacivat’ı orada bırakır ve evinin yolunu tutar.


    -----------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: GEL KEŞKÜL YİYELİM
    Hacivat Karagöz’ün evinin kapısını çalar, Karagöz kapıyı açar.
    Hacivat: Aman Karagözüm, koş gel. Hanım keşkül pişirdi. Gel keşkül yiyelim. Ağzımız tatlansın dilimiz ballansın.
    Karagöz: Yazın şu sıcağında Eşkel’de ne işin var?
    Hacivat: Eşkel demedim Karagözüm, keşkül dedim. Keşkül pişti, soğuk düştü. Gel bize keşkül yiyelim.
    Karagöz: De git Hacivat, iyi diyorsun da ben yüzme bilmem ki.
    Hacivat: Eşkel’i boş ver, keşküle gel. Gel Karagözüm, gel gel.
    Karagöz: Eşkel’e gideriz, gezip döneriz. Yüzme bilmem, denize girmem. Bunu iyice kafana sok.
    Hacivat: Senin için, balık gibi yüzer dediler.
    Karagöz: Gençken öyleydi, sonradan yüzmeyi unuttum.
    Hacivat: Ama yüzme unutulmaz ki.
    Karagöz: Unuttum diyorsam unutmuşumdur. O kadar.


    --------------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: TAHTA KAŞIK
    Hacivat Karagözün evinin önüne gelir:
    “ Aman Karagözüm, koş gel. Pazardan tahta kaşık aldım. “
    Karagöz pencereye çıkar: Bizim evde bulaşıkları hanım yıkar.
    Hacivat: “ Aman Karagözüm, koş gel. Tahta kaşıklar bak gel. “
    Karagöz: “ De git Hacivat, bulaşıkları yıkıyorsan kime ne. “
    Hacivat: “ Bulaşık demedim, kaşık dedim. Pazardan tahta kaşık aldım. “
    Karagöz: “ Tahta kurusunu kaşıkla mı ezdin? O kaşıkla bana yemek mi yedireceksin?
    Hacivat: “ Aman Karagözüm, etme eyleme. Ben öyle bir şey söylemedim. “
    Karagöz: “ Seni gidi beni bilmez. Çağırayım zaptiyeleri de seni falakaya yatırsınlar. “
    Hacivat: “ Dur, zaptiyeleri çağırma. Gel bize gidelim, ayran içelim. “
    Karagöz: “ Lafı karıştırma, bayrama daha çok var. “
    Hacivat: “ Yeni halı aldım, üstünde yatarız. “
    Karagöz: “ Demek beni çalı üstünde yatıracaksın? Her yanıma diken batar. “
    Hacivat: “ Pazardan iki tavşan aldım. Görmeye gidelim. “
    Karagöz: “ Pazar günü Keşan’a mı gidiyorsun? “
    Hacivat: “ Şey yani evet, dayım hastalanmış. “
    Karagöz: “ O zaman bir an önce git. Hasta ziyareti deyince akan sular durur. “
    Hacivat, Karagöz’ün evinin önünden koşar adım uzaklaşır. Geçen sene Karagöz’ün çağırmasıyla gelen kendisini falakaya yatıran zaptiyeler aklına gelir. Tabanları sızlar. Bırak iki günü iki ay Karagöz’ü arayıp sormaz.


    -------------------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: GÜREŞ
    Hacivat: “ Gel Karagözüm, güneşlenelim. Öğle sıcağı iyice bastırdı. “
    Karagöz: “ Güreşelim mi? Tamam güreşelim. “
    Hacivat: “ Güreşelim demedim, güneşlenelim dedim. “
    Karagöz: “ Ben senden korkmam Hacivat. Yoksa sen benden korktun mu? “
    Hacivat: “ Ben hiçbir şeyden korkmam bilirsin. Sen benden korktun mu? “
    Karagöz: “ Bre Hacivat, senden niye korkayım? 60 kilo ya çekersin ya çekmezsin.”
    Hacivat: “ Doğru korkmazsın. Yıllar önce şu Pınarbaşı Meydanı’nda 70 kiloluk halinle 120 kiloluk Hulusi’yi paramparça ettiğini gözlerimle gördüm. “
    Karagöz: “ Az görmüşsün. Ne insan azmanlarına şu meydanın çimenlerini yoldurdum. “
    Hacivat: “ Keşke geçmişe dönebilsem ve senin güreşlerini seyredebilsem. “
    Karagöz: “ Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük güreşçisi benim. “
    Hacivat: “ Onun orası öyle de gelecekte seni pes ettirecek güreşçiler çıkar. O güreşçi seni hamur gibi yoğururken hiç yalvarma Hacivat gel kurtar beni diye. “
    Ben kimseye yalvarmadım sana mı yalvaracağım diyen Karagöz, Hacivat’ın elini yakalar. Hacivat gözlerini kapatır. Karagöz kaldırdığı gibi Hacivat’ı yere vurur. Yaz günü taşlaşmış topraktan bir toz bulutu yükselir. Hacivat’ı yerde hareketsiz gören adamlar, yardıma koşar. Hacivat’ı kucakladıkları gibi yakındaki hekimin evine kuş gibi uçururlar. Hekim , Hacivat’ın göğsünün sol tarafına uzun süre baskı yapar ve sonunda Hacivat kendine gelir. Etrafına bakınır, Karagöz orada yoktur: “ Aman ağalar, Karagöz’e güneşlenelim dedim, güreşelim, dedi. Sonunda beni bu hale getirdi. Bunun gençliğinde bir boğayı kaldırdığını gördüm. Boyu iki buçuk arşındır. ( 1.70 cm. ) Ama bir o kadar da yeraltında vardır. Karşısına çıkacak olanlar bunu iyice düşünsün. “


    -----------------------------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: SİNEK ÇORBASI
    Hacivat: “ Karagözüm, gel bize gidelim, süt içelim. “
    Karagöz: “ Süt mü? Ne sütü? “
    Hacivat: “ Süt işte, inek sütü. “
    Karagöz: “ Git başımdan Hacivat, sinek sütü içilmez. “
    Hacivat: “ Sinek sütü demedim, sağır kulaklı, inek sütü dedim. “
    Karagöz: “ Sinek sütü içilmez ama çorbası güzel olur. “
    Hacivat: “ Çorbası mı? Neyin çorbası? “
    Karagöz: “ Sinek çorbası. Dün içtiydin, güzel dediydin. “
    Hacivat: “ Ben sinek çorbası falan içmedim. “
    Karagöz: “ Dün çorba içerken tabağına sinek düştü. “
    Hacivat: “ Eee.. “
    Karagöz: “ Sen bir kaşıkta sineği yuttun. “
    Hacivat: “ Aman Karagözüm, uyarsaydın, çorbanda sinek var deseydin. “
    Karagöz: “ Benim öyle dememe vakit kalmadan sen sineği mideye indirdin. “
    Hacivat: “ Sinek şimdi neremdedir? “
    Karagöz: “ Dünden beri hiç dışarı çıktın mı? “
    Hacivat: “ Çıktım, hem de iki kere. “
    Karagöz: “ O zaman sinek sende değildir, gökyüzünde uçuyordur. “
    Hacivat: “ Neyse kurtuldum ya şu sinekten. Keyfim yerine geldi. “


    ---------------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: PENCEREDEN BAKSAN NE GÖRÜRSÜN?
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Hacivat: “ Karagözüm, sana bir soru sorayım da bil. Benim evin penceresinden baksan ne görürsün? “
    Karagöz: “ Tencerede ne varsa onu görürüm. Dolma, pilav gibi. “
    Hacivat: “ Tencere demedim, pencere dedim. “
    Karagöz: “ He öyle söylesene. Sokak görürüm. “
    Hacivat: “ Başka. “
    Karagöz: “ Ev görürüm. “
    Hacivat: “ Başka. “
    Karagöz: “ Adamlar, kadınlar görürüm. “
    Hacivat: “ Başka, başka. “
    Karagöz: “ Gökyüzü, bulut görürüm. “
    Hacivat: “ Bilemedin. Keşiş Dağı’nı ( Uludağ ) görürsün. “
    Karagöz: “ Hacivat, senin pencereden Keşiş Dağı görünmez ki. “
    Hacivat: “ Görünür, görünür. Ben her gün görüyorum. “
    Hacivat kafasını sağa çevirip bakar. Üç adam gelmektedir. Biraz sonra adamları çevirip, göz kırpar ve sorar: “ Benim evin penceresinden Keşiş Dağı görünür, öyle değil mi dostlar? “
    Adamlar: “ Evet, görünür, derler ve gülerler. “
    Hacivat: “ Bak gördün mü, görünüyormuş. “
    Karagöz: “ Hayret, ben neden göremedim acaba? “
    Bunun üzerine adamlar, kahkahalarla güler. Karagöz alay edildiğini anlar. Ders vermek için, Hacivat’a döner: “ Hacivat, benim de sana bir sorum var. Sen benim evin penceresinden baksan ne görürsün? “
    Hacivat: “ Bahçe görürüm, insan görürüm, ev görürüm, “ der ama Karagöz bunu kabul etmez. Karagöz’den kaçan bir Hacivat görürsün der ve Hacivat’ın üstüne atılır. Hacivat geri dönüp kaçmaya başlar. Karagöz, gel buraya, diye bağırarak Hacivat’ı sokaklarda kovalar. Evinin önüne gelen Hacivat kapının açık olmasından yararlanıp eve dalar, bahçeye çıkar. Peşindeki Karagöz’ün nefesini ensesinde hisseder. Son bir hamleyle bahçedeki tuvalete girer ve kapıyı kapatır. Hacivat’ın oturduğunu gören Karagöz, korkak seni, şimdi de alaycı konuşsana der ve evden çıkıp gider.


    SON


    Yazan: Serdar Yıldırım

  8. #15
    Serdar Yıldırım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 67683
    Üyelik tarihi
    21 Temmuz 2023
    Konum
    Bursa
    Mesajlar
    83
     
     Uydu Alıcısı
     
     dark 

    Standart

    Kardeşlik Hikayeleri - Serhat Yıldırım
    SIRTLAN ZOBO
    Sırtlan gruplarının dışladığı, aralarında barındırmadığı Zobo adındaki sırtlan bir şehrin çok yakınlarına gelmişti. Çayırın ortasında toparlak bir şey dikkatini çekti. Bu neydi? Zobo, onu kokladı. Burnuyla ittirdi. Yuvarlanıyordu. Biraz daha, biraz daha derken, o yuvarlandıkça, Zobo zevk aldıkça, oyun sürdü. Daha sonra oyunu bıraktı. Yorulmuştu. Çimenlere yattı. Uyuyakaldı.
    Zobo gürültüye uyandı. Tatlı tatlı gerindi. Anında gerinmeyi bırakıp büzüştü. Vitesi geri taktı. Geri geri gitti. Az sonra çalıların arasında görünmez oldu. Ama görüyordu. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Bu dünyanın sahipleri yani insanlar, o yuvarlanan şeyin peşinden koşuyordu. Arada bir durup bağırışıyorlar sonra yine oyuna devam ediyorlardı. Tahta direklerin arasında biri o yanda, biri bu yanda, iki insan sabit bekliyordu. Eğer vuruş direklerin arasından geçerse gool diye bağırıyorlardı. Galiba bunlar iki ayrı takımdı ve maç yapıyorlardı. Bunları düşünürken toparlak şey yuvarlandı ve yanına geldi. Zobo fırladı, topu burnuyla ittirdi, ayaklarıyla vurdu, sahanın ortasına geldi. Zobo'yu görünce önce korkan insanlar, sonra alıştılar. Gol atınca onu alkışladılar. Koştu, koştu, insanlarla çoştu, başroldeydi ve kalıplaşmış bir takım fikirleri kırmak mümkündü.
    Sonra insanlar gittiler, Zobo yalnız kaldı. Daha sonraki günlerde çok bekledi insanlar gelir diye ama kimse gelmedi. Güçlü çenesiyle ısırarak topu patlattı. Ses yüksek frekanslıydı, çok korktu. Hızla koşarak oradan uzaklaştı. Dağlara gitti. İnsan yapısı top patlıyor ve korkutuyordu. Demek ki, insan da patlar ve korkuturdu. Bunun üzerine bir daha insanlarla karşılaşmamaya söz verdi.


    SON


    ---------------------------------------------------------


    PANTER
    Panterin biri, bir ovanın ortasına bakkal dükkanı açmış. Özellikle su, sulu gıdalar ve et satışları çok oluyormuş. Panter bire almış, ona satmış. Parasına para katmış, zengin olmuş. Ovada yaşayanların eğitim eksikliği panterin dikkatini çekmiş. Bakkal dükkanının karşısına ticaret okulu yaptırmış. Pek çok yavru hayvan bu okulda okumaya başlamış. Ticaret dersine panter girerek ders vermiş. Onlara ticaretin kurallarını, ticarette nelerin yapılması ve nelerin yapılmaması gerektiğini öğretmiş.
    Bir yıl sonra okul ilk mezunlarını vermiş. Yavru ayı, yavru kurt, yavru tilki... şimdi kocaman olmuşlar. Mezun olur olmaz ovadaki tek ticarethane olan bakkala yönelmişler. Panter, suyu, eti kaça alıp kaça satıyor, araştırmışlar. Okulun masraflarını karşılamak için, karını giderek artıran ve bire alıp yirmiye satmaya başlayan panterden şikayetçi olmuşlar. Orman mahkemesi panteri suçlu bularak hapse atmış. Panterin ilk ziyaretçileri öğrencileri olmuş. Toplu halde gelen öğrenciler panterden özür dilemişler. Panter onları sessizce dinlemiş.
    Ertesi gün panteri odasına çağıran hapishane müdürü, öğrencilerinizi iyi yetiştirmişsiniz, deyince, panter, ne demezsin, demiş. Hem biraz fazla iyi yetiştirmişim. Ticaret gelişsin, bölge kalkınsın derken, bu gidişle ticaret yok olacak.
    Hapishane müdürü: " Yok canım, öğrencileriniz bakkalı işleteceklermiş. Ticaret neden yok olsun? "
    Panter: " Bakın ben sıfırdan zirveye çıktım. Sıkıntılar yaşadım, fırtınalara göğüs gerdim. Onlar hazıra kondular. Paraşütle zirveye çıktılar. Küçük bir esinti karşısında direnemezler. Zirvede tutunamazlar. "
    Aradan bir ay geçmemiş. İflas eden bakkal dükkanı kapısına kilit vurmuş. Okul zaten kapanmış, öğrenciler dağılmış. Kuraklığı yaşayan ovada bir damla suya hasret kalınmış. Ova mahkemesi davayı gözden geçirmiş ve panteri serbest bırakmış. Panter bakkal dükkanını yeniden açmış. Dükkan müşterilerle dolup taşmış. Panter kar marjını artırarak bire alıp elliye satmaya başlamış.
    Panter okulu da açmış. Yeni öğrencilerine ticaret dersi vermeye başlamış. Derslerinde girişimci olmanın yararlarını ve girişimcinin korunması gerektiğini vurgulamış. Bir daha panteri hiçbir öğrencisi şikayet etmemiş.


    SON


    ----------------------------------------------------------------


    ANNE KANGURU
    Bir kanguru varmış. Kesesinde yavrusunu taşırmış. Zamanla yavru büyümüş, keseye zor sığar olmuş. Ayrılık vakti gelmiş, çatmış.
    Anne kanguru: " Benim güzel yavrum, artık büyüdün, kocaman oldun. Ayrılacağız, sen yoluna ben yoluma. "
    Bunun üzerine yavru kanguru: " Anne, ne olur beni bırakma. Ben sensiz ne yaparım? "
    Anne kanguru: " Ama canım, ben senin kadarken çoktan yalnız kalmıştım. Canımı dişime taktım, zorlukları alt ettim, hayatın kötülüklerine göğüs gerdim. Savaştım ve kazandım. "
    " Anneciğim, canım benim. Ne olur, bir süre daha seninle kalayım. Gelişeyim, güçleneyim. O zaman hızlı koşarım. Dingolar, ( Avusturalya'da yaşayan bir köpek türü. ) beni yakalayamaz.
    " Güzeller güzeli, Esat'ım benim. Aman, ağzından rüzgar alsın. Seni dingolara teslim etmem. Gerekirse birkaç ay daha sana bakarım. "
    Ertesi gün yavrusuyla birlikte otlamakta olan anne kanguru ilerden gelmekte olan dingoları görmüş. Dingolar geliyor deyince yavru kanguru annesinin kesesine girmiş. Hızla kaçmaya başlayan anne kangurunun peşine dingolar takılmış. Giderek yaklaşmakta olan dingolardan kurtulamayacağını anlayan anne kanguru, yavrusuna şöyle demiş: " Esat, dingolar yaklaşıyor. Şu köşeyi dönünce ağaçların arasına seni bırakacağım. Yere yat, sessizce bekle. Ben peşimdekilerden kurtulunca seni almaya gelirim. "
    " Tamam oldu. "
    Biraz sonra hafifleyen anne kanguru dingolarla arasını giderek açmaya başlamış. Sonunda dingolar, anne kangurunun peşini bırakmışlar. Anne kanguru çok uzaklardan geniş bir yay çizerek yavrusunu bıraktığı yere sabaha karşı gelebilmiş. Aramış, taramış, çalı diplerine, ağaç kovuklarına bakmış, bağırmış, yavrusu yokmuş. Günler sonra yavrusunu bulmaktan ümidini kesmiş ve ağlayarak bölgeyi terk etmiş. Yavrusunu başka bölgelerde arayacakmış.
    Annesi Esat'ı bırakalı birkaç saat olmuştu ki, oradan geçmekte olan kanguruların kralı, Esat'ı görmüş ve yanına almış. Yavrusu olmayan kral, Esat'ı tahtının varisi olarak yetiştirecekmiş.
    Böylece aradan on yıl geçmiş. Yaşlanan kral tahtını Esat'a bırakmış. Esat, kral olmuş. Kanguruları doğruluk ve adalet ilkelerine bağlı kalarak yönetmeye başlamış. Kralın evlatlığı Esat'a tahtını bıraktığı haberini duyan anne kanguru çok heyecanlanmış. Yeni kral acaba onun yavrusu olabilir miymiş? Adı da yaşı da aynen tutuyormuş.
    Anne kanguru saraya gitmiş. Görevlilere durumu anlatmış. Görevliler, olanları krala söyleyince kral hızla koşarak saray kapısında yaşlı gözlerle bekleyen annesine sıkıca sarılmış.
    Esat uzun yıllar krallık yapmış. Annesini yanından ayırmamış. Bu zaman süresince kangurular çoğalmışlar. Dingolarla çetin bir uğraş içine girmişler ve onları yenmişler. Sayıları azalan dingolar, uzak diyarlara göç etmişler. Böylelikle kangurular dingo korkusu olmadan yaşamaya başlamışlar.


    SON


    -------------------------------------------------------------------


    LAMA VE PUMA
    Güney Amerika Kıtası'ndaki And Dağları'nda bir lama yaşıyormuş. Bu lamanın adı Heman'mış. Heman bazen sürüyle birlikte otlar, bazen yalnız gezermiş. Hayat güzelmiş, yaşamak güzelmiş, otlamak güzelmiş. Nereden gelmiş bilinmez bir puma ( Dağ aslanı ) ortaya çıkmış. Puma avlanmaya başlamış. Lamalar sağa sola kaçışmışlar ama puma her defasında bir lamayı yakalamış. Lamalarda bir korku, bir telaş; geceleri bile uyuyamaz olmuşlar. Bir pumanın karnı doyacak diye yüz lama can pazarında, doğru mu bu?
    Aradan yıllar geçmiş. Puma belası birkaç günde bir tepedeki mağarasından inerek lamaları avlamış. Son yedi yılda yedi yavrusu olan Heman'ın yavrularını puma almış. Heman, seneye yavrulamak istemiyormuş. Nasılsa puma kapacak diye öteki lamalara da yavru yapmamalarını söylemiş. Belki o zaman puma açlıktan ölürmüş.
    Günlerden bir gün Heman tepedeki mağaranın önünde oynaşan dört puma yavrusu görünce, bela bir iken yakında beş olacak. Bunlar bir büyürse vah bana, vahlar size, demiş arkadaşlarına. Yandık ki hem ne yandık, soyumuz kuruyacak, demiş arkadaşları.
    Bir yıl sonra avlanmaya başlayan beş puma kısa sürede lamaları kırıp geçirmiş. Geriye sadece Heman kalmış. Heman koşarak zirveye çıkmış. Ulu Kartal Kondor'a seslenmiş. Kondor gelmiş. Heman olanları anlatmış. Yardım dilemiş. Kondor, Heman'a acımış. Dileğini kabul etmiş. Sonraki günlerde pumaları birer birer avlamış. Heman oralardan çok uzaklara giderek başka bir lama sürüsüne katılmış. Aradan zaman geçmiş bir yavrusu olmuş. Pumasız ortamda yavrusunu büyütmüş. Birlikte kırlarda özgürce koşup oynamışlar.


    SON


    Fikir: Serhat Yıldırım
    Yazan: Serdar Yıldırım

  9. #16
    Serdar Yıldırım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 67683
    Üyelik tarihi
    21 Temmuz 2023
    Konum
    Bursa
    Mesajlar
    83
     
     Uydu Alıcısı
     
     dark 

    Standart






    MAGOSA ZİNDANINDA NAMIK KEMAL İLE BİRLİKTEYİM
    Zaman gezgini olarak 150 yıl önceye gitmeyi düşledim ve Kıbrıs'ta bulunan Magosa zindanında olmayı istedim. Namık Kemal yerde, taş üstünde oturuyordu ve beni görünce ayağa kalktı. İlerici, çağdaş fikirlerle donanmıştı ve bir devlet yönetiminin tek bir kişinin tekelinde olmasını istemezdi. Bana seslendi: " Dur bakalım, aslanım, sen de kimsin böyle? Burada ne işin var? "
    " Ben, gelecekten geldiğimi, söyledim. Tarih 9-2-2024. Adım Serdar Yıldırım, dedim.
    Namık Kemal: " Bak bu çok iyi. Yüz bilmem kaç yıl sonrasından geçmişe dönülüyorsa insanlık çağ atlamış demektir. Ben şimdi burada olmamı özgürlük, bağımsızlık, halkın kendi kendini yönetmesi dememe borçluyum. Arkadaş, sen boş biri değilsin ama dolu biri de değilsin. Senden şüphelendim. Doğrusu ne ise, sen onu söyle. "
    Serdar: " Her sözünüzün altına imzamı atarım. Hepsi doğrudur. Boş değilim ama dolu da değilim. Bir gün dolduğumda dinamit gibi patlayacağım. "
    Namık Kemal: " Ben patladım da ne oldu? Sonradan kendimi bu zindanda buldum. Sen patlama. Sessiz ve derinden git. Bakışlarından anladım. Sen bana saygı duyuyorsun. "
    Serdar: " Sizin fikirleriniz gelecek nesilleri etkiledi. Bu fikirlerden etkilenen çağdaş özgürlük savaşçıları, Anadolu'da Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdu. Mustafa Kemal ve arkadaşları, bunu başardı. Osmanlı sizden 35 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti oldu. "


    Namık Kemal: " Kardeşlik, gel yamacıma sokul biraz. Ben aylardır bu taş üstünde yatıyorum. Sen bir süre burada otursan güç kaybına uğramazsın. "
    Serdar: " Vatan Yahut Silistre adındaki tiyatro oynanırken, sizi yakaladılar ve göz hapsine aldılar. Senaryosunu sizin yazdığınız bu oyun neden bazı kesimlerin işine gelmedi? "
    Namık Kemal: " Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Padişah 1. Abdülaziz'in hafiyeleri geldi ve seni bu oyundan ötürü tutuklamak zorundayız, dedi. Ben bağırarak oynanan tiyatronun konusu hakkında konuşmaya başlayınca iki adım gerilediler. Konuşmam bitince bileklerime kelepçe takmadılar. Öylesine karakola ***ürüp gözaltına aldılar. Sonrası işte bu Magosa ve zindan. "


    Serdar: " Ben padişahın yerinde olsam, sizi yönetim üstünde tutar, devlet yapardım. Değişen çağa ayak uydurur, Osmanlı İmparatorluğu'na çağ atlatırdım. Böyle gelmiş böyle gider olmaz. Diğer devletler koşarken, Osmanlı'ya yürümek yakışmaz. Yakışmadı zaten. "
    Serdar: " Ey vatan ve özgürlük şairi Namık Kemal. Gelin şöyle dışarı çıkalım. Çayırda yürüyelim. "
    Namık Kemal: " Aman Serdar, sen ne diyorsun? Burası babanın çiftliği değil. Öyle istediğin zaman dışarı çıkamazsın. Sen istedin diye bu iş olmaz. "
    Serdar: " Sayın Namık Kemal, ben istediğim zaman biz dışarı çıkarız. Ben istemedikçe onlar bizi göremezler. Buyrun önden siz yürüyün. Ben sizi takip ederim. "


    Serdar Yıldırım'ın öz benliği, Namık Kemal'in silüeti dışarı çıktı. Magosa Zindanı' nın karşısı çayırlık, çimenlikti. O yöredeki veya o ülkedeki güç sahipleri, defalarca uyarılmalarına karşın, yanlışlarından dönmüyorsa bunda bir sorun var demektir. Cumhuriyet ve özgürlük demeleri için, daha bir süre beklemek gerekir. Bunlar sonradan Cumhuriyet'in ve kişisel özgürlüklerin rahatını gördükçe biz neden bu fikirlere karşı çıktık diye kendilerine kızacaktır.
    Namık Kemal çayırda, çimende yürüdü, koştu. Bazı zamanlar, ben O' na yetişmekte zorlandım. Sonra bir ağacın dibine oturduk.
    Ben: " Sayın Namık Kemal, ben gelecekten geldiğime göre, sizin daha sonraki yaşantınız hakkında bilgi sahibiyim. Siz isterseniz bunları anlatayım. "
    Namık Kemal: " Aman Serdar, ne demek? Kim öğrenmek istemez geleceğinin nasıl olacağını? Anlat bakalım, ben hep burada mı kalacağım? "
    " Siz ne kadardır buradasınız? "
    " 2.5 yıl oldu. "
    " Burada 8 ay daha kalacaksınız. Sonrasında kurtulacaksınız. "
    " Neden? "
    " Çünkü sizi buraya atan padişah 1. Abdülaziz tahttan indirilip yerine 5. Murat gelecek. O da pek çok tutuklu gibi sizi serbest bırakacak. Midilli Adası'na mutasarrıf tayin edileceksiniz. "
    " Bak bu çok iyi. Demek ki, ben bu zindanda çürümeyeceğim. "
    " Siz Kıbrıs'a sürgün edildikten sonra da Vatan Yahut Silistre sahnelenmeye devam etti. İlk 2 ay süresince bu oyun 47 defa oynandı. Daha sonra İzmir ve Selanik'te üç yıl içinde 500 defa sahnelendi. "
    " Ya Serdar, biliyor musun, iyi ki geldin. Bana sevinç ve huzur verdin. Buradan kurtulup özgürlüğe adım atacağım günleri bekler oldum. "


    Daha sonra Namık Kemal'e yaşadığım güne gitmeyi teklif ettim. Saniyesinde evet dedi ve evimde belirdik. Namık Kemal evin salonunda sağa sola bakındıktan sonra, Serdar, bu ne değişik bir ev? Bu, şu, o bunlar nedir?
    " Bu buzdolabı, şu çamaşır makinesi, o televizyon. Şaşırmakta haklısınız. Bunlar sizin zamanınızda yoktu. Hepsi sonradan icat edildi. Buyurun bu odaya geçelim. Orada internet var.
    " Geçelim bakalım. Yeniliğe meraklıyım. Sen de beni şaşırtmaya devam et. "
    " Sayın Namık Kemal, bu internet. Televizyon gibi. Televizyonda başkaları oynatır, sen seyredersin. İnternette sen oynatırsın başkaları seyreder. Bakın az sonra ekranda görünecek. Namık Kemal yazıyorum. Görüyor musunuz, sizin resimleriniz ve hayat hikayeniz çıkıyor. Ben sizin kadar meşhur olsam başka ne isterim. "
    " Gerçeği söylemek gerekirse sen benim kadar meşhur olamazsın. Gelecek nesillerin beyninde benim kadar iz bırakamazsın. Sen bir kartal olsan her yıl aynı yerde yuva kurardın. Ben her yıl değişik bir yerde yuva kurdum ve ilk yuvamı özlemedim. "
    " Görsellere giriyorum, resimleriniz çıkıyor. Sizden 150 yıl sonra resimleriniz gözlerde, gönüllerde. "
    " Aradan bir buçuk asır geçmiş. Dünya eskiyi özler, geleceği gözler olmuş. Ey Serdar Yıldırım, senin amacın nedir? Neden beni rahatsız ettin? "
    " Benim amacım, yaşadığım çağ insanına Namık Kemal adındaki kaliteli bir beyin yapısının tanıtımını yapmaktı. O yüce bir beyindir ki, şiirden kapı açmış, hikaye derken, roman yazmaya yönelmiş. Ben de işe şiirden başladım. Şiir öksüzdür, arayan soran olmaz. Sonra masal, hikaye yazmaya yöneldim. Ben roman yazmaya yönelmeyeceğim. Anlatılmak istenen, kısa ve öz olarak anlatılmalı. "


    " An geliyor ki, 5-10 sayfa hikaye yazmak yetmiyor. Olayı kesin, kati ve detaylı anlatmak gerekiyor. Belki okuyucu hikayedeki karakterin saç şeklini, şapkasını, giyimini, kuşamını merak edecektir. Sen hikaye yazarken bunları aklına getirmez misin? "
    " Tabii ki getirmem. Konuyu kısa keserim. Sonuçta, okuyucunun beyninde ne, neden, niçin ve sebep kalır. Bence 4 sayfalık hikaye 200 sayfalık romana bedeldir. "
    " Eee sıktın ama? Durup dururken kendini övüyorsun. Konu ben değil miyim? Aynı davranışı tekrar edersen, seninle öyle bir kavgaya tutuşurum ki, dünya gelse seni kurtaramaz. Padişah bile benden korktuğundan bu zindana attırdı. "


    Aradan bir dakika geçti. Sertleşen havayı Namık Kemal yumuşattı: " Evde çay var mı, çay? Bir çay demle de içimiz ısınsın. "
    " Evet var. Beş dakikada çayınız hazır olur. Yanında yiyecek bir şeyler de getiririm. Şu an evin ikinci katındayız. Siz isteyin ben pencereden aşağı atlarım. "


    Dünya tarihi boyunca pek çok fikir ve düşünce sistemi insanları etkilemiştir. Bunların bazıları kısa ömürlü olmuştur. Bazıları ise, uzun ömürlü olmuştur. Gelecek yüzyılları şekillendirmiştir. Fakir biri, çağının çok ilerisinde fikirler öne sürse de taraftar bulamamıştır. Tarihin karanlıkları arasında kaybolup gitmiştir. Adam zengindir. Taraftarı, inananı çoktur. Bunların fikirleri bin yıl sonrasına bile ulaşır. Böyleleri dünya tarihinde vardır. İnsanlar, zengini sever. Zenginlik hayranlık uyandırır. Saraylar, köşkler, yalılar vardır. Bunlar hayatlarını sorunsuz yaşar. Alamama durumları yoktur. Parasıyla değil mi, her şeyi alırlar. Gün gelir geleceklerini satın alırlar. Sonunda bize ayrılan zaman doldu. Ayrılık vakti geldi. Magosa zindanına geri döndük.


    Namık Kemal: " Serdar, gel gitme, dedi. Burada benimle kal. "
    Serdar: " Ama, dedim, Sayın Namık Kemal burada kalamam. Daha önce de bizimle burada kal diyenler oldu. Onlarla birlikte kalsaydım, size gelemezdim. Şimdi burada kalırsam geleceğe gidemem. En uzun paylaşımım sizinle olan olacak. Varın izin verin ben gideyim ve yaşadıklarımızı insanlara ulaştırayım. İnanın sevenleriniz milyonları aşacaktır. "
    Namık Kemal: " Dediğin gibi olsun, varsın taraftarım çok olsun. Özgürlük ve bağımsızlık savaşçısı Namık Kemal diye araştırma yapsınlar. Acısını biz çektik sefasını onlar sürsün. O dediğin Mustafa Kemal ve Türkiye Cumhuriyeti vizyonunu kaybetmesinler. "


    Bebeklik çağları hariç ağlamayan Namık Kemal'in göz pınarlarından iki damla yaş süzüldü:
    " Ama, dedim, ağlıyorsunuz? "
    " Yok be Serdar, gözüme bir şey mi kaçtı, nedir? Beni rahatsız etti. Ben aylardır bu Magosa zindanındayım. Hep aynı gardiyan ve aynı sessiz gemi. Bu gardiyan benimle bir kelime konuşmadı. Yasakmış! Var git yoluna internet midir nedir, bu hikayeyi hazırla ve okuyucunun ilgisine sun. "
    Sonunda Namık Kemal ile vedalaştık. Evime geri döndüm. Şimdi tarih: 9-5-2024. Ben 90 gün uğraştım bu hikayeyi hazırladım. Okurlar, en çok 9 dakikada okur, bitirirler. Bu onların çabukluğundandır. Onların arasından çıkanlar, Namık Kemal'i benden çok daha iyi anlatacaklardır.


    SON

Sayfa 2/4 İlk ... 2 ... Son

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Benzer Konular

  1. O Cesur Yürekte Yüzlerce Aslan Yatar - Serdar Yıldırım
    Şiirler forum içinde, yazan Serdar Yıldırım
    Yorum: 4
    Son Mesaj: 31.Ekim.2024, 18:28
  2. Türk Askeri Çanakkale'de - Serdar Yıldırım
    Şiirler forum içinde, yazan Serdar Yıldırım
    Yorum: 2
    Son Mesaj: 29.Eylül.2023, 21:02
  3. Atatürk'ün Gölgesi Yeter - Serdar Yıldırım
    Şiirler forum içinde, yazan Serdar Yıldırım
    Yorum: 1
    Son Mesaj: 16.Ağustos.2023, 00:36
  4. Ben Mustafa Kemal Olsaydım - Serdar Yıldırım
    Şiirler forum içinde, yazan Serdar Yıldırım
    Yorum: 1
    Son Mesaj: 07.Ağustos.2023, 23:43
  5. Yıldırım nasıl düşüyor
    Bunları Biliyormusunuz forum içinde, yazan kaptan-8
    Yorum: 0
    Son Mesaj: 05.Nisan.2014, 08:41

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş

Facebook platformu Giriş