Bilgilendirme : Bu konu 714 gün önce başlatıldı . Konu başlangınç tarihi güncel değilse Konu güncelliğini yitirmiş yada bu konu ile ilgili son cevap yazılmış olabilir. Eğer yazınız doğrudan bu konu ile ilgili değil ise yeni bir konu başlatmanızı tavsiye ederiz....
RESSAM VAN GOGH İLE SERDAR YILDIRIM
Zaman gezgini olarak bir araya geldik. Ben bu hikayenin yazarı Serdar Yıldırım ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ressamı olarak adı anılan Hollandalı Van Gogh. Paris'te bir müzayede salonunda Van Gogh'un "Kafede Akşam" adındaki tablosu satıldı. Yüzden kapı açıldı. Yüz on, yüz yirmi derken, iki yüz milyon dolara alıcı buldu. Van Gogh her pey sürüşte vay be, vay be dedi, durdu.
Ben: " Sayın Van Gogh, bu bir dünya rekoru. Bugüne kadar hiçbir ressamın
Bu konu 16046 kez görüntülendi 27 yorum aldı ...
Serdar Yıldırım Hikayeleri
16046 Reviews
-
- Offline
Uye No : 67683
Serdar Yıldırım Hikayeleri
RESSAM VAN GOGH İLE SERDAR YILDIRIM
Zaman gezgini olarak bir araya geldik. Ben bu hikayenin yazarı Serdar Yıldırım ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ressamı olarak adı anılan Hollandalı Van Gogh. Paris'te bir müzayede salonunda Van Gogh'un "Kafede Akşam" adındaki tablosu satıldı. Yüzden kapı açıldı. Yüz on, yüz yirmi derken, iki yüz milyon dolara alıcı buldu. Van Gogh her pey sürüşte vay be, vay be dedi, durdu.
Ben: " Sayın Van Gogh, bu bir dünya rekoru. Bugüne kadar hiçbir ressamın tablosu böylesine astronomik fiyata satılmadı. "
Van Gogh: " Arkadaş, bilmem inanır mısın, ben birkaç tablomla birlikte bu tablomu da mahalle bakkalına bırakmıştım. Tanesine on gulden dersin demiştim. O zamanlar on gulden iki dolar ediyordu. Tabloları alan olmadı. Biri satılsa zeytin, peynir ve ekmek alacaktım. Zaman bana çok zalim davrandı. Yetenek var ama açsın, bırak Van Gogh'un aklı kaçsın. Çıldırmak işten değil. "
Ben: " Sayın Van Gogh, siz ortaya çıksanız, ben bu tabloyu yapan ressam Van Gogh'um deseniz. Tablonuzu satın almak için, fiyat artıran şu dolar milyonerleri, size yüz dolar bağış yapmazlar. "
Van Gogh: " Sen de abarttın ama yüz dolar vermezlermiş? Ben de elli dolar isterim. Vermezlerse intihar ederim. "
Van Gogh müzayede salonunun orta yerine çıktı. Ellerini havaya kaldırdı. Kendini tanıttı. Salondakilerin ağzı açık kaldı. Doğru dediler, bu Van Gogh. Rica etsem bana elli dolar verebilir misiniz? dedi. Başlar öne eğildi.
" Neden ama ? " dedi, Van Gogh. " Herkes bir dolar verse elli dolar toplanır. Bana karşı bu cimrilik neden? "
Sessizlik bir süre devam etti. Sonunda ön sırada oturan bir holding sahibi, şimdi size o parayı verirsek hayatın sıkıntısından kurtulur, rahatlarsınız. Bir daha böylesine üst düzeyde resimler yapamazsınız diye endişe ediyoruz, dedi.
Serdar Yıldırım ayağa fırladı ve gür sesiyle haykırdı: " Hayır, " dedi. " Yalan söylüyorsun. Van Gogh yaşarken parasal yardım yapılsaydı çok daha üst düzeyde, çok daha kaliteli resimler yapardı. O zamanın insanları, nasılsa bu da ötekiler gibi tarihin karanlıkları arasında kaybolup gider, diyerek yardım etmediler. Kim bilir nice ressam, heykeltraş, yazar, şair, sporcu, besteci ve diğer sanatsal uğraş içinde olanlar karanlıklarda kaybolup gitti. Binde bir böyle kaybolmayanlardan biri olan Van Gogh'un eseri milyon dolara satılıyor. Siz aslında insanlığın geleceğini satıyorsunuz ve gelecek yok oluyor, bunu fark edemiyor musunuz? "
Serdar'ın haykırışına cevap veren olmadı. Müzayede salonunda birkaç dakika sonra iki adam kalmıştı. Sessizliği Van Gogh bozdu: " Sen haklı çıktın Serdar, intihar etmeye gidiyorum. "
Serdar: " Dur Van Gogh. Yıl 2018. Senin kadar olmasa da ben de zor durumdayım. Bir iş bulmaya kalksam, hikaye yazma işini bırakmam gerekir. Otuz dört yıllık bir uğraştan vazgeçemem. Bak ben intihar etmem, sen de intihar etme. "
Van Gogh: " O zaman gel beraber intihar edelim. "
Serdar: " Hayır. intihar yok. Acılara birlikte göğüs gereceğiz ve galip geleceğiz. Şimdiye kadar hiç yenilmedim ve sen de yenilmezsin. Önümüze çıkarılan engelleri yıkıp geçelim. "
Serdar anlattıkça Van Gogh'un yüzü bembeyaz kesildi. O'nun anlattıklarını başını indirip kaldırarak tasdik etti. Sen haklısın, ben bir ellerimi yıkayıp geleyim, dedi. Yerinden kalktı, lavaboya doğru yürüdü.
Aradan zaman geçti. Tabanca sesi duyuldu. Serdar lavaboya koştu. Van Gogh yerde yatıyordu. Serdar gözyaşları içinde kaldı. Elli dolar verseler ne yapar eder Van Gogh'a iki tablo yaptırırdım. Bu iki tablo onların elli dolarını fazlasıyla karşılardı. Van Gogh gerçek hayatında tabanca ile yaşamına son verdiğinde otuz yedi yaşındaydı ve hep otuz yedi yaşında kaldı. 1853-1890 yılları arasında yaşamış yoksul bir ressamdı. Kendisini saygıyla anıyorum.
SON
-
- Offline
Uye No : 67683
SARI KIZ EMİNE
Köy köy dolaşır saz çalar söylerdi
Onun adına Sarı Kız derlerdi
* * * *
Ahmet adında yaşlı bir babası
Vardı iki atı, bir arabası
* * * *
Gençti, güzel, mavi gözleri çapkın
Yaş yirmi dört olmalı derdi barkın
* * * *
Saz çalarken can verir ömürlere
Şurup gibi akardı gönüllere
* * * *
Dinleyenler mest olur ah çekerler
Biçareler, mecnunlar of çekerler
* * * *
Sıra oynak türkülere gelince
Tellere daha bir kıvrak vurunca
* * * *
Neşelenen, keyiflenen çok olur
Gam dağılır, keder gider yok olur.
* * * *
Günlerden bir gün yolu ora düştü
Aşkı tatmamış gönlü zora düştü
* * * *
Ani çarpıldı sevdi ferman olmaz
Tozlu yollar derdine derman olmaz
* * * *
Sık sık gelir oldu Alpat Köyü’ne
Saz biter inerdi dere boyuna
* * * *
Dalar gider gözleri uzaklara
Bir bir selam verir hatıralara
* * * *
Bir gün sevdiği adamla tanıştı
Birlikte gezerken ona alıştı
* * * *
Onu pek çok sevdiğini söyledi
Ama sevdiği bundan hoşlanmadı
* * * *
Genç adam bu aşka kayıtsız kaldı
Bana ne diyerek görmezden geldi
* * * *
Yıllar önce çok sevmiş evlenmişti
Fakat sevdiğinden terk edilmişti
* * * *
Uzun zaman üzülmüş, dert çekmişti
Bir daha mı diyerek and içmişti.
* * * *
Bir gün sevdiği adam köyden gitti
Ondan ayrı kalmak acıya itti
* * * *
Dağ-taş aşkını ararken saz çalmış
Görelim Sarı Kız neler söylemiş.
* * * * * * * ***** * * * * * * * * * * *
Çağıl çağıl akan sular akmasın
Bölük pörçük esen rüzgar esmesin
Gökte kanat çırpan kuşlar uçmasın
Eğer sevdiğime varamaz isem
Onu kollarıma saramaz isem
* * * *
Dur-durak bilmeden Sarı Kız ağlar
Kavuşmak tutkusu kalbini dağlar
Yüceden akar su ovada çağlar
İsterim ben de biraz mutlu olmak
İsterim sevgiden payımı almak
* * * *
Sarı Kız haykırır sesi duy artık
Al kalemi ele cevap yaz artık
Onun senden gayrı nesi var artık
Yaralı gönlümü al geri verme
Sahip çık gözyaşıma geri verme.
Aradan dört yıl geçti. Sarı Kız yaprak, çimen yedi, dereden, gölden su içti. Bir gün bir çoban tarafından uçurumun dibinde cansız yatarken bulundu.
SON
Yazan: Serdar Yıldırım
-
-
- Offline
Uye No : 67683
ÇAYDANLIK İLE ÇAY BARDAKLARI
Bursa'da bir evde çaydanlık ile çay bardağı sandalyelerine oturmuşlar, önlerindeki masanın üstünde bulunan zaman makinesini bilinen yer ve tarihlere ayarlayıp, ekranda görmek istedikleri görüntüleri netleştirmeye çalışıyorlardı. Görüntü net olursa değer kazanırdı. Görüntünün bulanıklaştığı bir ekranda görülenler çaydanlıkla çay bardağının umurunda değildi. Onlar bir taraftan zaman makinesinin zaman ayarını yaparken diğer taraftan konuşuyorlardı:
---- Gerçekleştirilmek istenen iş çabucak olmaz da giderek gerilerse yani umut kıvılcımları ümitleri gerektiği şekilde aydınlatamazsa ve belki de binlerce olan bu kıvılcımlar birer birer sönmeye başlarsa, sence bu durum gerçekleştirilmek istenen işi gerçekleştirmeye çalışanda birtakım düş kırıklıklarına yol açar mı?
---- Çaydanlık, senin sorduğun soru bende birtakım çağrışımlar uyandırdı. Bu çağrışımları dilersen yeri geldikçe kısım kısım vereyim. Sorduğun sorunun cevabı şimdilik kısa ve öz olacak. İrade düş kırıklığını engeller.
---- Bak çay bardağı, işi gerçekleştirmeye çalışanın umut kıvılcımları birer birer sönüyor yani kıvılcımlar giderek azalıyor. Ümit yavaş yavaş da olsa sonunda yok olabilir. Ümidin azalması düş kırıklığına kadar gidebilir. Sen diyorsun ki, irade en azından umut kıvılcımlarının sönmesini yavaşlatabilir veya belki de durdurabilir ve yine veya yeni umut kıvılcımları üretebilir. Bu üreme de, bir an gelir ki, ümitleri eskisinden daha iyi bir pozisyona getirebilir. Peki, sence iradenin başarıdaki pay yüzdesi ne olabilir?
---- Yüzde yüz olmasa bile yüzde yüze yaklaşır. Yalnız irade başarı için yeterli olmayabilir. Yeterli bile olsa yetersiz kalacağı düşünülerek irade giderek güçlendirilmeli. İradenin güçlendirilmesi, bilgi dağarcığı genişletilerek, ilgi alanları çoğaltılarak mümkündür. Bu suretle zeka gelişir, zeki olunur ve eğer varsa gerçekleştirilmek istenen işi engelleyen birtakım faktörler aşılır. İrade, bir bakıma dayanma, direnme gücüdür, işte devamlılık sağlayabilmektir. Sözün özü: İrade güçlü olacak.
---- Evet, çay bardağı, dikkat edersen görüntü giderek netleşiyor. Zaman makinemizin ekranında gördüğümüz çay bardağı 20-5-1988 tarihini yaşıyor. Bu tarih, onun işe başlama tarihidir. Görüntü şu anda net olarak gözüküyor. Zaman ayarı tamam ve istersen atlamayı gerçekleştirip, onun yanına ışınlanırız. Biliyorsun on dakika orada kaldıktan sonra buraya döneceğiz. Hazır mısın?
---- Hazırım çaydanlık, ışınlama düğmesine basabilirsin.
Çaydanlık ile çay bardağı dört yıl önceye döndüler ve çay bardağının yanına ışınlandılar. Çay bardağı aniden karşısında beliriveren çaydanlık ile çay bardağını görünce şaşırmadı. Sanki onların geleceğini biliyormuş, sanki onları bekliyormuş gibi bir hali vardı. Çaydanlık konuya şöyle bir giriş yaptı:
---- Bugün değişik bir işe başlıyorsun. Seni kutlarım çay bardağı. Beklentilerini alabilir miyim? Ne bekliyorsun bu işten?
---- Öyle ahım şahım bir beklentim yok canım. Sadece neden bu işi beceremeyeyim diye düşünerek bir başlangıç olsun diye bugün işe başlıyorum. Bir özenme benim ki fakat bir şeyler verebileceğime inanırsam tutku halini alabilir. Tutku oluşursa, inan ki, tüm benliğimle sarılırım bu işe.
---- Sanırım bu işe ayıracak yeteri kadar boş zaman bulacaksın.
---- Muhakkak çaydanlık, muhakkak. Zaten boşa geçen zamanı görüp de, zaman boşa geçmesin, boş zaman dolsun, dolu dolu olsun diyerek ve boşa geçen zamanı değerlendirmek isteğiyle bugüne geldim.
---- Bugün yarına ulaşacak diyorsun yani sen yarın da bu işle uğraşacaksın, bu belli. Peki, yarın kaç tane yarına ulaşacak? Yarınlar için ne söyleyebilirsin?
---- Yarınlar için bu işle ilgili pek bir şey söyleyemeyeceğim. Henüz ortada gözle görülür, elle tutulur bir şey yok. Yarınlar yarınlarda belli olacak.
---- On dakikalık görüşme süremiz doldu. Teşekkürler çay bardağı.
---- Ben teşekkür ederim.
Çaydanlık ile çay bardağı tekrar zaman makinesinin başına geçip biraz önce konuştukları çay bardağının yarınlarındaki bir zamana yani 13-4-1990 tarihine ışınlanmak için zaman ayarına başladılar. Görüntü yine bulanıklaşmıştı:
---- Çay bardağı, dilersen görüntü netleşinceye kadar konuşmamıza kaldığımız yerden devam edelim. Son olarak iradenin nasıl güçlendirileceğini anlatmış ve irade güçlü olacak demiştin. Bu da herhalde zamana bağlı kalınarak olur. İradenin güçlendirilmesini zaman yaymak nasıl olacak? Güçlenmeye başlanıldığı nasıl farkedilinecek? Gücün yeterli olduğu ne bilinecek?
---- Herşey belli bir plana, programa bağlı kalınarak olmalı. Plansız, programsız olmaz. Bunu yaparken de, yetersiz kaldığın ne varsa hepsi meydana çıkar. Yetersiz kaldığın konular üzerinde biraz daha fazla durursun, yeterli olduğun konuları boşlamamak şartıyla. Yetersiz yeterli olmaya mı başladı, işte iraden güçleniyor, zekan gelişiyor. Yetersizlikler azaldıkça, arada bir, zirveyi yoklarsın. Bu yoklamalar yeni yetersizlikleri ortaya çıkarır. Hepsini aştın, artık hazırım, zirvedeyim dediğini farzet; işte o zamanda zirvede beklemesini bileceksin, zirvede kalmasını bileceksin. Zirvede ne kadar kalacağın belli değildir. İradeni güçlendirmeye devam edeceksin. Dayanacaksın, direneceksin ve sonunda başaracaksın.
---- Çay bardağı, söylediklerine göre şu sonuç ortaya çıkıyor. Bütün çaba zirve için olacak. Zirveye mutlaka çıkılması lazım. Zirveye çıkarken de, çıktıktan sonra da, irade devamlı olarak güçlendirilecek. Böylece umut kıvılcımları çoğalır ve ümit artar.
Çaydanlık sözlerini tamamladığı anda görüntü netleşmişti. Ekrandaki çay bardağı hızlı bir çalışma temposu içindeydi. Çaydanlık ışınlama düğmesine basarak, çay bardağı ile birlikte 13-4-1990 tarihini yaşayan çay bardağının yanına ışınlandılar. Onların geldiğini gören çay bardağı işini bırakıp ayağa kalktı ve hoş geldiniz dedi. Çaydanlık ile çay bardağı hoş bulduk dedikten sonra diğer çay bardağının yanına gittiler.
Çaydanlık: ---- Çay bardağı işe başlayalı neredeyse iki yıl oluyor. Bu sürede neler yaptın? Kısaca anlatır mısın?
---- İşe başladıktan birkaç ay sonra belli bir seviyeyi tutturduğumu anladım. Bu, şahane bir şeydi. Beni çok mutlu etti. Tabii ki, yıllarla oluşan bir birikim söz konusuydu. Birikim olmasa iş zaten olmazdı. Zaman zaman şöyle bir dönüp bakıyorum geçmiş yıllara sanki yaşadıklarım bana bu iş için çalışma ortamı hazırlamış gibi geliyor. Bir iki üç derken on üç, on dört tane oldu ve altı ay kadar önce, bunlar bende kalmasın, başkalarına da ulaşsın diyerek çözüm yolu aramaya başladım. Öyle böyle derken buldum da. Ne yapacaksam kendim yapacaktım. İşte bu gün de o aşamanın başladığı gündür. Pek yakında işimden başkalarının haberi olacaktır diyorum.
---- Buraya kadar çok güzel... Peki, bundan sonra ne olacak?
---- Bunları başkalarına ulaştırayım, o heyecanı yaşayayım da, daha geniş kitlelere ulaşmak için bir çare düşüneceğim. Bu çok zor fakat imkansız değil. Bütün mesele kapıyı bir defa aralayabilmekte.
---- Süremiz ne yazık ki doldu. Sana işinde başarılar dilerim. Teşekkürler çay bardağı.
---- Ben teşekkür ederim.
Çaydanlık ile çay bardağı geri döndükten sonra konuyu açık olarak konuşmaya başladılar. Tarih: 9-10-1992
---- Çay bardağı iş yani senin yazı yazma çaban halen devam ediyor. İlk ışınlanmamız yazıya başladığın gündü. İkinci ışınlanmamız ise, yazdığın hikaye ve masalları kitap olarak hazırlayabilmek için bir daktilo satın aldığın gündü. Sonra neler yaptın?
---- Yazdığım hikaye ve masalları kitap olacak şekilde hazırladım. Bunları fotokopi makinesinde çoğalttırdım ve kitapları okuyucularıma ulaştırdım. Şimdi yirmi değişik kitabımda yirmi üç ayrı hikaye ve masal var ve tüm yazdıklarım elli tane oldu. İstanbul ve Ankara'daki beş yayınevine onar tane hikaye ve masal kitabımı gönderdim daha geniş okuyucu kitlesine ulaşmak için, fakat sadece ikisinden cevap geldi. Biri yazdıklarımı beğeniyor, çok güzel diyor, şimdilik hazırlayamayacaklarını söylüyor. Diğerinin iki yıllık programı dolu olduğundan şimdilik imkansız diyor. Ötekiler bir cevap bile yazmaya tenezzül etmedi. Bu durum beni şaşırtmadı. Arayışlarım sürecektir.
---- Vakit epey geç oldu. Artık yatalım istersen. Her şey için teşekkür ederim, çay bardağı.
---- Ben teşekkür ederim.
SON
Yazan: Serdar Yıldırım ( 9-10-1992 Bursa )
Bu hikayem 24 yıla yakın bir süre kimse tarafından okunmadıktan sonra okunmasını sağlıyorum. Sadece ben okudum. Yıllar boyunca. Yazı yazma uğraşısındaki yalnızlığın labirentlerinde, çıkış yoluna ulaşmak için, verdiğim olağanüstü gayretin tükendiğini hissettiğim anlarda okuyup bana manen büyük destek olan hikayelerimden biridir.
O zamanlar internet yoktu. Cep telefonu yoktu. 14-6-2006 tarihinde internette hikaye, masal ve şiirlerim okunmaya başladı. Şu an itibarıyla 170 tane site ve forumda yazdıklarım okunuyor. Ayrıca gençler, alıntı yapıp site ve forumlarda okunmasını sağlıyorlar. Bu da beni sevindiriyor. Demek ki diyorum yazdıklarım unutulmayacak. Ya internet olmasaydı? Bu kadar kesinlikle yayılmazdı yazdıklarım ve onları çok az kişi okurdu.
Okuduğunuz hikayede ne anladıysanız onu anlatmışımdır. Sağlıklı ve mutlu kalın.
-
- Offline
Uye No : 67683
Portekiz'in Başkenti Lizbon'da 13-14-Temmuz-2022 Tarihinde Yapılan 5. Uluslararası Piri Reis Kongre Kitabında Hikayelerim Çıktı
Karagöz İle Hacivat: Parayı Kim Buldu? Sayfa: 7-8
Karagöz İle Hacivat: Hacivat'ın Atı Sayfa: 9-10
Ben Serdar Yıldırım. Hikayelerin üstünde 7. sayfada adım yazmaktadır.
KAYNAKÇA: MAARİF VAKFI. 2019. Yabancı Dil Olarak Türkçe Öğretimi Programı.
(YILDIRIM, SERDAR (Bağımsız Yayıncı/Araştırmacı) 11.sayfada.
YAZDIĞIM BU HİKAYELER PORTEKİZ'İN BAŞKENTİ LİZBON'DA 13-14-TEMMUZ-2022 TARİHİNDE YAPILAN 5. ULUSLARARASI PİRİ REİS KONGRE KİTABINDA ÇIKTI.
5. INTERNATIONAL
PİRİ REİS CONFERENCE ON LINGUISTIC, HISTORY & GEOGRAPHY
5. ULUSLARARASI
PİRİ REİS DİLBİLİM, TARİH VE COĞRAFYA KONFERANSI
Düzenleme Kurulu
Prof. Dr. Ana CAMPINA - Universidade Fernando Pessoa, Porto
Prof. Dr. Carlos RODRIGUES - Universidade Fernando Pessoa, Porto
Prof. Dr. Álvaro Campelo – Universidade Fernando Pessoa, Porto, Portugal
Prof. Dr. Elsa Simões – Universidade Fernando Pessoa, Porto, Portugal
Prof. Dr. Vitor Teixeira – Universidade Fernando Pessoa, Porto, Portugal
Prof. Dr. M. Salih MERCAN - Bitlis Eren Üniversitesi
Prof. Dr. Muhittin ELİAÇIK - Kırıkkale Üniversitesi
Dos. Asif Cavadov - Rektorun baş müşaviri
Elsevər Nağıyev - Rektorun müşaviri
Dos.Vasif Həsənov - İnnovasiyalar Departamentinin direktoru
Ruslan Məmmədov - Beynəlxalq əlaqələr şöbəsinin müdiri
Assist. Prof. Dr. Amira AMOURI- University of Sfax, *******
Assist. Prof. Dr. Hamza Khalifa Ibrahim- Higher Institute of Medical Sciences, Libya
Assist. Prof. Dr. Ethar Abdul Mohsen Qasim Al-Mayahi- University of Kufa, Iraq
Assist. Prof. Dr. Mohamed Ahmeid- Newcastle University, United Kingdom
Assist. Prof. Dr. Reham Ershaid Nusair- University Science Islam Malaysia, Malaysia
Assist. Prof. Dr. Ismail Kakaravada- PVP Siddhartha Institute of Technology, India
https://www.izdas.org/_files/ugd/d0a...537dd50cb.pdf?
-
- Offline
Uye No : 67683

Yekta
GÖLGESİYLE YARIŞAN TAY
At yarışlarının yapıldığı şehir hipodromu çok kalabalıktı. Tribünler tıklım tıklım doluydu. Her pazar günü olduğu gibi, bu pazar da birinci olana büyük ikramiyenin verildiği yarışlar yapılacaktı. Birincilik için en büyük aday Kara Bomba isimli attı. İki yıla yakın bir zamandır bu şehirde yapılan yarışmaların tek ve mutlak hakimiydi. Simsiyah rengi, kocaman gözleri ve dev gibi uzun boyuyla o her zaman atların en irisiydi. Daha uzun bir süre birinciliği kaptırmayacağı tahmin ediliyordu.
Diğer yarışmacı atlar ise, Fırtına, Ak kız, Pençe, Sürpriz, Zorlu, Tavşan ve Yekta idi. Yekta, böyle bir yarışa ilk defa katılıyordu, oldukça heyecanlıydı. Gerçi yetiştirildiği yarış atı çiftliğinde çok iyi hazırlanmıştı, fakat genç ve tecrübesiz oluşu onu korkutuyordu. Ya birinci olamazsa?.. Böyle bir şeyi düşünmek bile istemiyordu. O zaman, sıradan bir yarış atı durumuna düşecek ve belki bu durum hep böyle sürüp gidecekti. Bin bir çeşit yarış hilelerinin yapıldığı, düzenin ve entrikanın bol olduğu bu yarışlarda birinci olmak sadece süratli olmak ve dayanıklılık demek değildi. Mesela, bazı yarışlarda Tavşan tavşanlık yapardı. Yarış başlar başlamaz öne geçer, temposunu gittikçe arttırır, atları yorar ve yarışı bırakırdı. Son düzlükte Kara Bomba yaptığı bir atakla birinciliği kazanırdı. Pençe isimli yarış atı Kara Bomba’nın diğer yardımcısıydı. Yarış sürerken form durumu yüksek olan atları kollar, onlara çarpar, önlerine geçip hızlarını azaltır ve Kara Bomba’nın yarışı kazanmasını sağlardı.
Atlar, düzenli olarak başlama yerinde sıralandılar. Start için tabanca sesi duyulur duyulmaz, sekiz tane güçlü yarış atı ileri atıldılar. Çıkışı çok kuvvetli olan Tavşan hemen öne geçti. Yekta tüm çabasına karşılık ikinci sırada kalmıştı.” Tüh be, Tavşan’ı kaçırdım!..Bu Tavşan’ı zaten son düzlüğe kadar kimse geçemezmiş. Yarışın ortasına gelmeden onu mutlaka geçmeliyim. Haydi Yekta, daha hızlı, daha hızlı…”
1500 startı geçildiğinde Tavşan ikinci durumdaki Yekta’nın üç boy kadar önündeydi. “ Bomba nerelerde ki, dönüp bakmalı. Tavşan bu süratiyle yarışı tamamlayamaz. Vay, Bomba hemen arkamdaymış! Ne oluyor ya, ne dümen çeviriyor bunlar? Son düzlüğe kadar orta sıralarda saklanırmış bu. Benden huylandılar muhakkak. “
Yarışın ortası: 1000 startı geçilirken, Tavşan isimli yarış atı aniden koşu pistinin kenarına çıktı ve yarışı bıraktı. Yekta süratle onun yanından geçti ve birinci duruma yükseldi. Fakat yarışın bitmesine 1000 metre vardı ve Kara Bomba, Yekta ile arasındaki farkı gitgide kapatmaktaydı.
Son düzlüğe ( son 500 metre ) Yekta ile Kara Bomba başa baş girdiler. Nefesleri kesen bir mücadeleden sonra bitişe 100 metre kala başlayan Yekta’nın öldürücü deparları yarışı iki boy farkla kazanmasını sağladı. Yekta mutluydu artık çünkü ilk yarışını zor da olsa birinci olarak bitirmeyi başarmıştı. Yekta, Kara Bomba ve ekibiyle birçok defalar daha yarıştı. Girdiği her yarışta birinci oldu. Artık bu şehir ona dar gelmeye başlamıştı. Dışa açılmalı, adını daha geniş çevrelere duyurmalı ve daha büyük yarışlar kazanmalıydı. Nitekim girdiği bölge birinciliği koşusunu da kazanınca, bir ay sonra yapılacak olan ülke şampiyonluğu yarışına katılmak için antrenmanlarını daha da sıklaştırdı.
Hazırlandığı yarış atı çiftliğinde birçok yarış atı Yekta’ya değişik zamanlarda katıldıkları yarışmaları anlattılar. Yekta, onları büyük bir dikkatle dinledi. Görgüsünü, bilgisini arttırdı. Yekta’ya göre, bilmenin, öğrenmenin sonu yoktu. Her yeni bilgi yeni bir şeyler öğretirdi. Önemli olan öğrendiklerine kendi düşüncelerinden yeni fikirler katarak “ özgün bilgi “ elde edebilmekti. Doğru düşünebilmek ancak kendini çok iyi tanımakla mümkün olabilirdi. Bu da kişisel erdem için gerekli olan “ oto kontrol “ yani kendi kendini kontrol etme yeteneğini sağlardı. Oto kontrol yeteneğinin düzenli olması, mükemmellik sınırlarını zorlardı.
Günler günleri kovaladı. Her geçen gün Yekta’nın gücüne güç katıyordu. Gittikçe daha süratli koşmaya ve mesafeleri daha kısa zamanda aşmaya başlamıştı. Büyük yarışa yedi gün kalmıştı. Öğleden sonra özel olarak hazırlanmış kamyona Yekta’yı bindirdiler. Kamyon, biraz sonra ülkenin en büyük şehrine gitmek üzere yola çıktı. Yolun yarısı geçilmişti ki, kamyon büyük bir gürültüyle yol kenarındaki hendeğe yuvarlandı. Sonra derin bir sessizlik. Yekta’ya şans eseri bir şey olmamıştı. Kapısının açılmasını bekledi. Gelen giden yoktu. Uzun bir süre uğraştıktan sonra kapının kilidini kırmayı başardı. Korkuyla dışarı fırladı. Yola çıktı. Çok uzaklarda tek tük ışıklar görünür gibi oluyordu. Yarışın yapılacağı yer oralarda olmalıydı. Kamyon olmasa da olurdu. Kendi başıma da olsam oraya varabilirim, diye düşündü. Koşmaya başladı. Koştu…Koştu…
Aradan bir saatten fazla zaman geçti. Hava kararmaya,Yekta, şaşırmaya başladı. Ne oluyordu? Neden ortalık hep aydınlık kalmıyordu? Karanlık kadar anlamsız şey var mıydı? Şaşırmakta haklıydı. Gündüzleri açık havada antrenman yapar, hava kararmadan içeriye girerdi. İçerde de ışıklar gece gündüz yanardı. O, şimdiye kadar karanlıkta hiç kalmamıştı. Yekta ay ışığı altında, yavaş bir tempo tutturmuş olarak kilometrelerce koştuktan sonra birden ürperdi. Sol tarafında bir karartı vardı ve kendisini geçmeye çalışıyordu. Hızla başını çevirdi. Bir at !..
Yekta: “ Kim ola ki? Nereden çıktı birdenbire? Neyse kim olduğu beni ilgilendirmez. Önemli olan beni geçmek üzere olması.İşte buna izin vermem!..Şimdiye kadar kimse bana toz yutturamadı. Tempoyu biraz arttırayım, bakalım ne yapacak? “ diye düşündü. Yekta’nın gölgesini geçmek için verdiği uğraş bütün bir gece boyu devam etti. Sabaha karşı karanlık yerini aydınlığa bırakırken Yekta’nın gölgesi silinip gitti. Bir aralık, kafasını sol tarafına çeviren Yekta onu göremedi. Sağına baktı, yine yok. Arkasına baktı, gerilere daha gerilere baktı. Rakibinin olağanüstü tempoya ayak uyduramayıp yarışı bıraktığını zannetti. Hızını yavaş yavaş azalttı.
Yekta hafif bir tempo ile koşmaya bir saat kadar daha devam etti. Yarışın yapılacağı şehrin işte ilk evleri gözükmeye başlamıştı. Yekta yolda rastladığı bir sütçü beygirine at yarışlarının yapılacağı hipodromun nerede olduğunu sordu. Tarif edildiği üzere yoluna devam etti. Göğsü gururla kabarmış olarak, başı dimdik vaziyette, şehrin ana caddesinden geçerken arabalar durmuştu ve yol kenarındaki insanlar gazetelerde, dergilerde birçok defalar resmini gördükleri, hakkında yazılan yazıları okudukları bu şahane tayı çılgınca alkışlıyorlardı. Hipodromun kapısının açık olmasından yararlanan Yekta, içeriye girdi. Biraz sonra koşu pistine çıkmıştı. Altı gün sonraki ülke birinciliği koşusu burada yapılacaktı. Ağır adımlarla koşu pistinde tur atan Yekta o yarışta birinci olmayı düşünüyordu mutlaka.
Yekta’yı getiren kamyonun devrildiğini haber alan sahibi olay yerine gelmişti. Sürücü ile seyis yaralı olarak hastaneye kaldırıldılar. Yekta’nın sahibi sabah olunca Yekta’yı aramaya koyuldu ve onun hipodroma geldiğini haber alınca oraya gitti. Hipodromun kapısından içeriye giren Yekta’nın sahibi Yekta’yı koşu pistinde ağır adımlarla koşarken görünce “ Yekta… Yekta…”diye bağırarak piste fırladı. Hızla koşarak Yekta’ya yetişti ve onun boynuna sarıldı. Yekta neden sonra durumun farkına vardı. Sahibi onu bu yabancı şehirde aramış ve bulmuştu.
Yekta’nın sahibi Yekta’yı bir arkadaşının yarış atı çiftliğine ***ürdü. Yorgun durumdaki Yekta o günü ve ertesi günü dinlenerek geçirdi. Daha sonra koşu antrenmanlarına başlayan Yekta üç gün içinde eskisinden daha iyi bir form tuttu. Artık hazırdı ve birincilik için en şanslı kendisini görüyordu.
Yekta yarış günü kasırga gibi esti. Daha ilk metrelerde yaptığı korkunç atakla öne geçti. Çılgın gibi koşuyordu. Türkiye’nin en iyi yarış atları onun sürati karşısında çaresiz kalmışlardı. Açık farkla ve rekor bir dereceyle yarışı birinci olarak bitirdi. Bu birincilik onun pratik ile teoriyi en iyi şekilde birleştirmesiyle oluşmuştu. Sonuç olarak, mükemmele ulaşmış ve geçilmez ünvanına sahip olmuştu.
Türkiye Şampiyonu olan Yekta doğup büyüdüğü yarış atı çiftliğine geri dönünce coşkulu bir şekilde karşılandı. Çiftlikteki yarış atları bahçedeki televizyondan yarışı izlemişler ve Yekta’nın birinciliğine çok sevinmişlerdi. Yekta birkaç ay sonra özel uçakla İngiltere’ye ***ürüldü. Yakında Avrupa şampiyonası vardı ve Yekta bu yarışta Türkiye’yi temsil edecekti. Yekta sıkı bir antrenman programına alındı. Yaptığı her antrenman onun derecesini giderek geliştirmesine ve daha hızlı koşmasına yol açıyordu. Şampiyonaya birkaç gün kala Yekta’nın Avrupa rekorunu zorlar hale gelmesi sahibini sevindirmişti. Ama Yekta’nın durumuna sevinmeyenler de vardı. Tribünlerde Yekta’yı dişlerini gıcırdatarak seyreden birkaç kişi onun ölüm fermanını imzalıyordu: “ Yekta, Yekta dedik aldık başımıza belayı. Yarış atı değil sanki fırtına. Yaptığı şu dereceye bak. Son adımını biraz çabuk atsa Avrupa rekoru olacak. “
“ Ne demezsin. Bu sadece bir antrenman koşusu. Yalnız koşuyor, kendisini zorlayan rakibi yok. Esas yarış olsa kesinlikle geçilmez. Şu anda Avrupa’daki en iyi yarış atı Yekta. “
Bir üçüncü kişi ise: “ Bizim at Yekta’yı geçemez. O zaman ha ikinci olmuşsun, ha sonuncu. Yekta yarışa girmese biz birinci oluruz. Bu gece Yekta’ya bir iğne vurursak ölür gider. Birincilik ödülünü alır, harcarız. Hem ülkemizin reklâmı olur. Reklâm işi ülkeye döviz kazandırır. “
“ Tamam, bu gece üçümüz Yekta’nın durduğu yere gireriz. Hepimizin elinde birer zehirli iğne. Yekta birimizden kaçsa ötekine yakalanır. “
Gecenin ilerleyen vakitlerinde Yekta bir iç sıkıntısı yaşıyordu. Huzursuzdu. Huzursuz olması, onun uyumasını engelliyordu. Derinden gelen ayak sesleri duydu. Bu saatlerde bakıcılar ahıra girmezdi. Yoksa gelenler yabancı mıydı? Amaçları ne olabilirdi? Yekta yine de aklına kötü şeyler getirmedi. Bekledi. Biraz sonra ellerinde sopalarla, iğnelerle üç kişi karşısına dikilince ürperdi. Korktu. Zalim adamlar, aniden harekete geçerek bütün suçu iyi bir yarış atı olmak olan Yekta’ya sopalarla acımadan vurmaya başladılar. Canı yanan Yekta birkaç adım gerileyince arkası duvara dayandı. Adamlar, Yekta’nın üstüne çullanınca sert tepkiyle karşılaştılar. Yekta şaha kalkarak güçlü ön ayaklarını adamlardan birinin kafasına indirdi. Adam, boş çuval gibi yere düştü. Yekta geri dönerek arka ayaklarını savurdu. Darbe hedefini bulmadı ama iki adam niyet bozarak yerde yatan arkadaşlarını sırtlayıp olay yerinden uzaklaştılar.
Yekta daha sonra yerdeki sopaları ve iğneleri bir torbaya koyup çöpe attı. Olanların kimse tarafından bilinmesini istemiyordu. Kötülükler yayılmamalıydı. Dünyada kötülükler iyiliklerden daha çoktu. Kötülük yapmak kolaydı, zor olan iyilikti. Yekta şimdi zoru başarmıştı. Adamlar kaçmıştı. Belki bir daha kimseye kötülük yapmazlardı. Tekme yiyen adam yaşıyor muydu? Bunu bilemezdi. Adam yaşasa bile insanlar Yekta’yı kısa bir süre de olsa gözetim altına alırlardı. Bir, iki gün antrenman yapmamak, Yekta’nın Avrupa şampiyonu olamaması demekti. Bu durum Yekta’yı psikolojik olarak çökertirdi. Geride ondan birincilik bekleyen koskoca bir ülke vardı. Milyonlarca insanın hayali gerçek olmazdı. Yarış atı çiftliğinde arkadaşları vardı. Kendisine fikir bakımından büyük destek olan can arkadaşları. Ülke şampiyonluğu ödülü gibi, Avrupa şampiyonluğu ödülünü de arkadaşlarına verecekti. Güzelim altın kupalar iki tane olacaktı.

Avrupa şampiyonasında Yekta taktik gereği ilk 300 metreyi orta sıralarda geçti. Yavaş yavaş temposunu artıran Yekta 1000 metre geçilirken az bir farkla öndeydi. Son 500 metreye dört at yan yana girdi. Yarışın bitmesine 50 metre kala bir aralık dördüncü duruma düşmesine karşın, hınçla ileri atılarak ciğerlerini parçalarcasına gayret gösterdi ve yarışı kazandı. Yekta, Avrupa Şampiyonu olmuştu. Yekta, ülkesinde coşkulu bir şekilde karşılandı. Gazete, radyo ve televizyon haberlerinde hep Yekta vardı. Avrupa’daki yayın kuruluşları da Yekta’dan bahsediyordu. Aylar sonra Yekta’yı Amerika’da görüyoruz. O. New York’ta yapılacak Dünya Şampiyonası için buraya getirilmişti. Otoriteler tarafından birinci olmasına kesin gözüyle bakılan Yekta, ne yazık ki, Avustralya şampiyonuna geçildi ve ikinci oldu. Ödül töreninde dünya ikincisi Yekta gümüş madalya boynuna takılırken neşeliydi. Kolay değildi, bir yıldır pek çok yarış kazanmış, hep birinci olmuş, hiç geçilmemişti. Dünyanın en hızlı koşan ikinci yarış atı olmak nice yarış atının hayallerinin ötesindeydi. Gerçi dünya ikinciliği imkânsız değildi ama çok zordu. Yekta bu çok zoru başarmıştı.
Birkaç gün sonra Yekta’yı sıkıntı basmaya başladı. Geçen günler ona başarısını benimsetiyor, birinci olamamanın verdiği üzüntüyü artırıyordu. Giderek artan üzüntüye dayanamayan Yekta, New York’taki yarış atı çiftliğinden kaçarak Appalaş Dağları’na gitti. Yekta, Appalaş Dağları’nda gezerken ilerdeki çimenlikte otlayan vahşi atlar gördü. Bunlar Mustang atlarıydı.
Yekta, onların yanına giderek: “ Merhaba, beni de aranıza alır mısınız? “ diye sordu.
Mustangların başkanı olan Gera: “ Olur tabi, gel katıl bize arkadaş “ dedi. Yekta, Mustangların arasına katılıp, onlarla birlikte otlamaya başladı. İyiydi, güzeldi buralar, Mustanglarla kaynaşıverdi.
Aradan bir saatten fazla zaman geçmişti. Başkan Gera, on kilometre ilerdeki çamlığa gidileceğini söyleyip, haydi, dedi ve koşmaya başladı. Yekta’nın katılmasıyla sayısı yirmiye ulaşan at sürüsü hızla yol alıyordu. Mustang atlarında en güçlü olan ve en hızlı koşan sürüye başkan olurdu. Orta sıralarda koşsun, sürüye başkan olsun? Böyle şey olmazdı. Sürü başı geçildi mi, başkanlığı kaybederdi. Şimdi Gera farklı şekilde önde koşuyordu. Diğer atlar Gera’ya yetişmek için çaba sarf ediyorlardı.
Yekta ise, hep son sıralarda koştu. Çamlığa varıldığında sadece iki atı geçmişti, yani Yekta 18. olmuştu. Yekta bunu kabullenmek istemedi. O, bir yarış atıydı ve kum veya çim pistte koşmaya alışkındı. Başkan Gera, on kilometre ilerdeki çamlığa gidiyoruz deyip fırlamış, diğer atlar da, onun peşine takılmıştı. En son koşmaya başlayan ise, ne oluyor, ne çamlığı diye düşünmesine bile fırsat kalmayan Yekta’ydı. Gerçi çim üstünde de uzun süre koşmuşlardı ama sonra taşlık bir araziden geçmişler, daha sonra çalılık ve ağaçlık bir yerde koşmak zorunda kalmışlardı. Mustanglar, daha önce defalarca gidip geldikleri bu yolu ezberlemişlerdi. Taşlıkta koşarken nereye basılması gerektiğini, çalılıktan, ağaçlıktan geçerken hangi yolun kestirme olduğunu biliyorlardı. Yekta bu sebeplerden dolayı her kilometrede bir adım gerilese on kilometrede on adım gerileyeceğini düşündü. Zaten Gera ile arasındaki fark işte o kadardı. Yekta, bir daha yarış pistlerine dönmedi. Hep dağlarda Mustanglar arasında kaldı. Geçen zaman genç Yekta’nın gücüne güç kattı ve Gera bir gün Yekta tarafından geçildi. Mustanglara başkan olan Yekta uzun yıllar başkan kaldı.
Yekta’nın başkanlığında Mustanglar aralarında iyi bir dostluk ortamı sağlamışlardı. Yekta, Mustang atları ve eski başkan Gera tarafından sorgulanıyor ve kendisine buraya gelmezden önceki hayatı hakkında çeşitli sorular soruluyordu. Bugün bir cümle, yarın üç cümle derken, birkaç ay sonra Mustanglar arasında Yekta’nın hayat hikâyesini öğrenmeyen kalmamıştı. Bu arada grupta bulunan genç bir dişi at, Yekta’ya özel ilgi duyuyor ve her anını Yekta ile paylaşmak istiyordu. Yekta da bu ata karşı ilgisiz kalmamıştı. Baharın gelmesiyle birlikte yeni doğan altı tay gruba katılmıştı. Bunlardan biri, Yekta’nın oğluydu.

Günler günleri, haftalar haftaları kovaladıkça, Yekta’nın dikkatini bir şey çekmeye başlamıştı. Tayların aralarında yaptıkları koşularda oğlunun önde olmasını ve aradan zaman geçtikçe diğer taylarla arasındaki farkı arttırmasını gözlemliyordu. Oğlu bu işi severse, emin ellerde uzun süreli bir yetiştirilme evresinden sonra katılacağı yarışmalarda birincilikler alırsa, Türkiye ve Avrupa şampiyonluğu yarışlarını kazanırsa, dünya şampiyonluğu yarışına katılır ve benim başaramadığımı başarır dünya şampiyonu olursa, sıkıntılar bir andan biterdi. Yakışırdı, Rüzgâr’a dünya şampiyonluğu yakışırdı.
Bir yaz sabahı Yekta, Rüzgâr ve Mustang atları ile birlikte yola çıktı. Hedefleri, Yekta’nın sahibinin Amerika’daki arkadaşının yarış atı çiftliğiydi. Oradaki insanlar, Rüzgâr’ın fuleli koşularını görünce mutlaka ilgilenirler ve sistemli bir çalışmadan sonra yarışlara katılmasını sağlarlardı. Başarı geldikçe ilgi artar ve zirve düşünülürdü.
Çiftliği vardıklarında Yekta, sahibi tarafından gözyaşları içinde karşılandı. Yekta’nın sahibi, Yekta’yı, dağlardan gelen at grubunda çok uzaklardan fark etmiş ve onlar daha çiftliğe varmadan koşarak yanlarına gitmiş ve Yekta’nın boynuna sarılmıştı.
“ Güzelim benim, canım Yekta, nerelerdeydin? Dünya şampiyonluğu için şartlanmıştın, olsun, ikinci oldun. Bu yıl yapılacak yarışmaya girer ve şampiyon olurdun. Hemen pes etmek var mı be, aslanım? Bulut olmadan yağmur, soğuk olmadan kar yağar mı? Tabi ki, dünya şampiyonluğu yolunda önüne türlü engeller çıkacak, belki başarı biraz gecikecek ama sabredeceksin ve kazanacaksın. İyi her zaman vardır. O zaman sen iyinin iyisi olmak için, çalışacaksın. Çalışmadan başarı kazanılmaz. “
Sonraki günlerde Mustang atları bahçedeki büyük ekranda, videodan Yekta’nın yarışlarını baştan sona izlediler. Hele o dünya şampiyonluğu yarışı: Yarış süresince Mustang atları ve Gera, tüm güçleriyle, haydi Yekta, haydi Yekta diye bağırmışlar ve yarış bitince Gera, bravo sana diyerek Yekta’yı alnından öpmüştü. “ Sen bizim gönüllerimizin şampiyonusun Yekta. Sana bu yarış sonrasında bir kez daha hayran oldum. “ demişti.
Bu arada yarış atı çiftliğinde bulunan yüze yakın at, Yekta ile tanışmak ve onun anılarını dinlemek için, fırsat kolluyordu. Ertesi gün Avrupa’nın en iyi altı yarış atı, dünya şampiyonluğu yarışına hazırlanmak için, çiftliğe geldi. Yekta bunların arasında bulunan Kara Bomba’yı hemen tanıdı. Demek ki, Kara Bomba, Türkiye Şampiyonu olmuş ve Avrupa’da dereceye girmişti. Şimdi Yekta’nın kafasını şu soru kurcalıyordu: Kara Bomba, Avrupa kaçıncısı olmuştu?
Kara Bomba kendilerini karşılayan çiftlikteki atların ön sırasındaki Yekta’yı görüp yanına geldi: “ Yekta, nasılsın? Beni tanıdın mı? “
Bunun üzerine gülümseyen Yekta şöyle konuştu: “ Tanımam mı? Kara Bomba’yı nasıl tanımam? Senin bilmem kaçıncı yarışındı ya, benim ilk yarışımda kıyasıya mücadele etmiştik. Daha sonraki zamanlarda pek çok defa yarışmıştık. Ben bölge şampiyonu olduktan sonra, bir daha yarışamadık. “
“ Doğru. Sonradan sen Türkiye ve Avrupa Şampiyonu olunca şöhretin iyice arttı. Bütün tanıdığım yarış atları sana benzemek ve senin gibi üstün başarılar elde etmek için, çalışmalarını iki, üç katına çıkardılar. Anlayamadığım bir şey var: Neden dünya ikincisi olunca ortadan kayboldun? Sonrası hakkında türlü hikâyeler duydum. “
“ Bak Kara Bomba, ben birincilik için yaratılmışım. Girdiğim her yarışı birinci bitirmeliyim. Dünya ikinciliği beni sarmadı. İlk günler sevinmiştim ama sonradan birinci olamamanın verdiği üzüntü giderek ağırlaştı. Beni tanıyan her şeyden uzaklaşmak istedim. Bu çiftlikten ayrılıp dağlara gittim. O dağlarda, Mustanglarla tanıştım. Mustanglarla tanışmamın bana faydası büyük oldu. Onların başkanı Gera’yla dost olduk. Bu arada bir oğlum oldu. Adı: Rüzgâr. Gel seni onlarla tanıştırayım. “
Yekta, daha sonra Kara Bomba’yı, ailesiyle ve Mustanglarla tanıştırdı. Bir arada olmanın verdiği hazla, güzel sohbetler yaptılar, şeker yediler, tatlı konuştular.
Ertesi gün sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yarış atı çiftliğinin sınırları dışına çıkan Yekta ile Kara Bomba, en derin yeri bir karış olan derede ilerlemeye başladı. Bu ilerleme enine değil boyunaydı. Derenin akış istikametinin ters yönüne doğru gidiyorlardı.
Yekta: “ Sorması bilmem yanlış olur mu? Kara Bomba, sen Avrupa kaçıncısı oldun da buraya geldin? “
Kara Bomba: “ Bak onu söylemeyi unuttum. Avrupa üçüncüsü oldum ama sen buna aldanma. Buraya kesin dünya şampiyonu olmak için geldim. “
Yekta: “ Dünya şampiyonu olmak istemene sevindim. Hedefinden asla şaşma. Umarım yarışmada elinden gelenin fazlasını yaparsın ve dünya şampiyonu olursun. Türkiye, uzun yıllardır bu yarışmaya katılıyor fakat bir dünya şampiyonu çıkaramadı. Yazık bize. “
Kara Bomba: “ Hiç de yazık değil. Acınacak halde değil, özenilecek haldeyiz. Herkes sana özeniyor, imreniyor. Türkiye’deki yüzlerce yarış atının hayallerini süslüyorsun. Nerede üç, beş yarış atı görsem, hepsi senden bahsediyor. Bir yıl içinde girdiğin her yarışı kazanıp dünya ikinciliğine kadar yükselmen akıl almaz bir gücün, kuvvetin, kudretin sembolü. Yekta, vazgeçmez, hedefine ulaşır, zirveye çıkar, döner döner yine yener, diyorlar. “
Kara Bomba’nın son sözleri üzerine Yekta aniden durdu. Kara Bomba da Yekta’dan iki adım ileride durdu. Kara Bomba geriye döndü. Yekta sordu: “ Dur bakalım, Kara Bomba! Sen ne demek istiyorsun? Ne söylemek istiyorsun? Çıkar ağzındaki samanı. “
“ Ben ağzımdaki samanı çıkarırım. Eteğimdeki sırları da dökerim. Yarış atları arasında aldatmaca olmaz, yalan söylenmez. Şu son bir yıldır sırf Türkiye ve Avrupa şampiyonu olup, Amerika’daki bu yarış atı çiftliğine gelebilmek için, geceleri bile antrenman yaptım. Türkiye şampiyonu oldum, Avrupa şampiyonu olamadım ama olsun, buraya gelmeyi başardım. Amacım, kaybolduğun bu yerlerde seni arayıp bulmak ve dünya şampiyonluğu yarışına katılman için, seni ikna etmekti. Geçen yıl ikinci olduğundan dolayı, bu yıl yapılacak yarışmaya kontenjandan katılabilirsin. Bildiğin gibi ilk üçe girenler, sonraki yarışmaya direk katılabiliyor. Avrupa’dan bu yarışmaya katılmak için gelen diğer beş arkadaş da, benimle aynı görüşte. Yekta mutlaka bu yarışmaya katılmalı diyorlar çünkü Avrupa on yıldır dünya şampiyonu çıkaramadı. Hepimizin hızı, derecesi, gücü belli. Bu yılki yarışmaya diğer kıtalardan katılanlar arasında geçen yılın şampiyonu Avustralyalıyı geçecek at yok. Avustralyalı, bu gezegende kimse beni geçemez, diyormuş.
Şu son bir yıldır beş kıtada girdiği elli iki yarışmada geçilmedi. Söylediği yalan değil. Boş keseden atmamış, dolu keseden atmış. Şimdi o dolu keseden atıp tutarken, ben orada olsam ve ona desem ki: Birincisin ama seni geçecek bir at mutlaka bulunur. Avustralyalı derse bana: “ O at sensen çık karşıma. Benimle teke tek bir yarışa var mısın? 2400 metrelik yarışta 50 metre avans veririm. Eğer beni geçersen, söz sana, bir daha yarışlara katılmam. “
İşte böyle Yekta. Avustralyalıyla yarışırım yarışmasına ama rezil olmak var işin ucunda. Bir de beni geçer, sonra dünya bana güler. Avustralyalı bana değil de sana, çık karşıma avanssız yarışalım, dese onunla böyle bir uğraşa girer miydin? Sence Avustralyalıyı yarışta geçer misin? Bence geçersin. Bilmem kaç kilometre koşarak buraya geldik, sende yorgunluk belirtisi görmedim. Dağ havası sana yaramış. Enerji dolusun. Bir yıl önceki Yekta ile şimdiki Yekta arasında ortaçağ ile yeniçağ arasındaki fark kadar fark var. Boyun uzamış, irileşmişsin, adalelerin fazlasıyla gelişmiş. Yarışman mümkün olsa, geçen yılki Yekta’yı farklı geçersin. Avustralyalı girdiği her yarışı kazanıyor ama geçen yıl yaptığı dereceyi fazla ilerletemedi. Şu takdirde sen Avustralyalıyı geçersin. “
Kara Bomba’nın uzunca konuşmasının ardından söz sırası Yekta’ya geldi: “ Bana vermek istediğin mesajı aldım. Avrupa’dan gelen arkadaşlarla da konuşalım. Sen Avrupa üçüncüsü olmuştun. Birinci, ikinci kimler olmuştu? “
“ Birinci İngiliz, ikinci Fransız, üçüncü ben yani Türkiye, dördüncü Rus, beşinci İspanyol ve altıncı Polonyalı. “
“ Artık dönelim. Sen arkadaşlarla konuş. Konu hakkında ne söylemek istiyorlarsa söylesinler. Eleştirilecek durum varsa eleştirsinler. Ben dünyada eleştirilemeyecek hiçbir fikir ve düşünce sistemi olacağını sanmıyorum. Çelişkilerle dolu fikirleri yüzde yüz doğrudur diye sunamazsın. Bir hayali gerçektir diye lanse edemezsin. Bu budur daha iyisi yoktur, çatlarsın, diye tehdit edemezsin. Aklımın, mantığımın almadığı, doğruluğu ispatlanmamış bir olayı kabul etmem mümkün değil. Kara Bomba, birinci İngiliz demiştin değil mi? Nasıl biri bu İngiliz? Bana kısaca tanıt. “
“ Başkalarının fikirlerine önem veren, onları dinleyen fakat kendi fikirlerini her zaman geçerli kılan bir tip. Siz düdüklerinizi öttürün oysa benim borazanım farklı öter ve daha kalıcıdır, demesiyle meşhurdur. Yarışmalarda bambaşka bir kimliğe bürünür. Koşarken, temposunu rakibine göre değil, kendine göre ayarlar. Geride kaldım, öne geçmeliyim, diye bir çaba içine girmez. Bütün amacı, ipi en önde göğüslemektir. Birinci olmaktan büyük keyif alır. "
Daha sonra Yekta ile Kara Bomba çiftliğe geri döndüler. Ertesi gün taylar arasındaki koşularda Rüzgar fazlasıyla dikkat çekti. Genç yaşına karşın, yarış atları arasında gücünü gösteriyor ve birinci oluyordu. Yekta'nın sahibi ve Amerikalı arkadaşı işte bu dediler ve Rüzgar'ı çalıştırmaya başladılar. O yıl Avustralyalı dünya şampiyonu oldu. Yekta'nın katılmadığı bu yarışta İngiliz ikinci oldu. Avrupa'dan katılanlar arasında diğer en iyi dereceyi Kara Bomba yaptı ve altıncı oldu.
Ertesi yıl önce Türkiye sonra Avrupa şampiyonu olan Rüzgar dünya şampiyonluğu yarışında Avustralyalıyı geçti ve birinci oldu. Sonraki yıllarda Rüzgar arka arkaya dünya şampiyonu olarak Türk'ün gücünü dünyaya duyurdu. Bu zaman süresince Yekta Amerika'da kaldı. Dağlarda Mustanglar arasındaydı. Ara sıra düze inip yarış atı çiftliğine geldi ve bahçedeki dev ekrandan Rüzgar'ın yarışlarını izledi. Oğlu birinci oldukça kendi kazanmışcasından bin kat fazla sevindi.
SON
Yazan: Serdar Yıldırım
BU HİKAYENİN BULUNDUĞU KİTAPLAR:
Asistan - 5 Renk Yayınevi - 2011
Türkçe 6. Sınıf Soru Bankası - Ankara Yayıncılık - 2018 - Sayfa 194
Deneme Sınavı 8. sınıf - Ankara Yayıncılık
Eğlendiren Masallar - Karaca Yayınları - 2022 - 32 sayfa
İnternetten bulup alıyorlar. İşin parasal yönü yoktur. Benim amacım, okuyucuya güzel hikayeler sunmaktır.
Konu Bilgileri
Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar
Şu an 2 kullanıcı var. (0 üye ve 2 konuk)
Benzer Konular
-
Şiirler forum içinde, yazan Serdar Yıldırım
Yorum: 4
Son Mesaj: 31.Ekim.2024, 18:28
-
Şiirler forum içinde, yazan Serdar Yıldırım
Yorum: 2
Son Mesaj: 29.Eylül.2023, 21:02
-
Şiirler forum içinde, yazan Serdar Yıldırım
Yorum: 1
Son Mesaj: 16.Ağustos.2023, 00:36
-
Şiirler forum içinde, yazan Serdar Yıldırım
Yorum: 1
Son Mesaj: 07.Ağustos.2023, 23:43
-
Bunları Biliyormusunuz forum içinde, yazan kaptan-8
Yorum: 0
Son Mesaj: 05.Nisan.2014, 08:41
Yetkileriniz
- Konu Acma Yetkiniz Yok
- Cevap Yazma Yetkiniz Yok
- Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
- Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
-
Forum Kuralları