DUYURU PANOSU
FORUMUMUZDA TİVİBU, D-SMART ,DİGİTURK-BEİN KANALLARI YERLİ - YABANCI PLATFORMLARLA İLGİLİ ,KART PAYLAŞIMI ,İPTV ,SERVER PAYLAŞIMDA BULUNMAK,HACK İLE KONULAR ve SPONSORLARIMIZ DIŞINDA HERHANGİ BİR ÜRÜN SATIŞI YAPMAK YASAKTIR 

İletişim


 WHATSAPP +905354035843


ERK@L


onlineuydudestek@gmail.com

×

NOTICE Bilgilendirme : Bu konu 3875 gün önce başlatıldı . Konu başlangınç tarihi güncel değilse Konu güncelliğini yitirmiş yada bu konu ile ilgili son cevap yazılmış olabilir. Eğer yazınız doğrudan bu konu ile ilgili değil ise yeni bir konu başlatmanızı tavsiye ederiz....

KOYUNLARIN KÖPEKLERDEN FAZLA OLMASININ NEDENİ..! Hz.Mevlana seher vakti uykusunu şöyle izah eder: Sabaha karşı seher vakti bereket vaktidir. Sabahın nasıl bir bereket vakti olduğunu, sabahta uyanık olanların nasıl bir berekete nail olduklarını Hz.Mevlana verdiği bir cevapta şöyle ifade eder. Adamın biri sorar ? Efendim der, koyun nesli hem kasaplık hem de kurbanlık olarak kesildiği halde bir türlü tükenmez, aksine daha da çoğalıp devam eder. Ama köpek nesli hem de birkaç tane birden

Bu konu 392412 kez görüntülendi 298 yorum aldı ...
Kıssadan Hisse 392412 Reviews

    Konuyu Değerlendir: Kıssadan Hisse

    5 üzerinden | Toplam: 0 kişi oyladı ve 392412 kez incelendi.

 
Sayfa 20/38 İlk ... 102030 ... Son
  1. #1
    Dadaloglu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 15638
    Üyelik tarihi
    27 Aralık 2014
    Konum
    Yurtdisi
    Mesajlar
    2.142
     
     Uydu Alıcısı
     
     Korax ipplus HD 

    Icon14 Kıssadan Hisse

    KOYUNLARIN KÖPEKLERDEN FAZLA OLMASININ NEDENİ..!
    Hz.Mevlana seher vakti uykusunu şöyle izah eder:
    Sabaha karşı seher vakti bereket vaktidir.
    Sabahın nasıl bir bereket vakti olduğunu, sabahta uyanık olanların nasıl bir berekete nail olduklarını Hz.Mevlana verdiği bir cevapta şöyle ifade eder.
    Adamın biri sorar ?
    Efendim der, koyun nesli hem kasaplık hem de kurbanlık olarak kesildiği halde bir türlü tükenmez, aksine daha da çoğalıp devam eder.
    Ama köpek nesli hem de birkaç tane birden yavruladığı ve kasaplık olarak kesilmeyip korunduğu halde bir türlü çoğalmaz.
    Koyun gibi sürüler haline acaba neden gelemez..?
    Hz.Mevlana'nın cevabı şöyle olur:
    Sabaha karşı seher vakti bereket vaktidir.
    Bu bereket vaktinde koyunlar asla uyumaz, hep uyanık olurlar.
    Köpekler ise hiç uyanık olmaz hep uykuya dalar, gaflette olurlar.
    Onun için koyun nesli seherin bereketine nail olur.
    Köpekler ise bereketsizliğine maruz kalırlar..!


    Selam ve Dua ile....
    denizci56, Mest, satcom888 Bunu beğendi.

  2. #153
    Dadaloglu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 15638
    Üyelik tarihi
    27 Aralık 2014
    Konum
    Yurtdisi
    Mesajlar
    2.142
     
     Uydu Alıcısı
     
     Korax ipplus HD 

    Standart

    Hz.Mevlana

    Güzel sesli bir hafız Kur’an okuyordu. Kulağına gelen bu güzel sesten etkilenen Hz. Mevlânâ da gözyaşıyla dinliyordu. Bu sırada elini ağzına kapayarak esneyen bir adam, Mevlânâ’nın bu gözyaşlarına bir mana veremeyerek sordu:
    -Efendi Hazretleri niçin ağlıyorsunuz, ağlanacak bir şey mi var ortada?
    Mevlânâ esneyen adama anlayacağı dilden cevap verdi:
    -Güzel sesli hafızlardan gelen Kuran sesi bana, cennet kapısının açılış sesi gibi geliyor da onun için.
    Esnemeye devam eden adam da başını sallayarak:
    -Bana da cennet kapılarının açılış sesi gibi geliyor, dedi. Mevlânâ küçük bir düzeltme yaptı:
    – Aramızda ince bir fark var, dedi. Senin duyduğun ses, cennet kapısının açılış sesi değil kapanış sesi olmalıdır. Çünkü dedi, açılış sesi gözyaşı döktürür, kapanış sesi ise uyku getirir.

    selam ve dua ile..

  3. #154
    Dadaloglu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 15638
    Üyelik tarihi
    27 Aralık 2014
    Konum
    Yurtdisi
    Mesajlar
    2.142
     
     Uydu Alıcısı
     
     Korax ipplus HD 

    Standart

    İSTANBUL FETHEDİLDİ “ALLAH BİZE FETHİ MÜYESSER EYLEDİ (NASÎB ETTİ)..”


    İstanbul fethedildi…Günlerden Cuma… Fatih Sultan Mehmed Han, Cuma Namazi kıldırarak hâkimiyetini ilân edecek.Tekbir alıyor.
    Bütün ordu arkasında!
    Herkes ulvî bir sesle tekbir alıp, ellerini bağlıyor.
    Mehmed, birden selâm veriyor. Sonra bir daha tekbir alıyor. 300 bin kişi bir daha tekbir alıyor!
    Sultan, sonra yine selâm veriyor; tekrar tekbir alıp, üç tekbir de namazı kıldırıyor.

    Hocası Ak Şemseddin, namazdan sonra talebesi olan Sultan’a:
    -“Yazıklar olsun sana! İstanbul’u fethettim diye kibre kapılıp, namazı 3 kere de kıldırırsın!” diyor.

    Fatih’in gözleri yaşlı…
    Dönüyor hocasına, diyor ki:
    -“Hocam eğer bu sitemin olmasa idi, söylemeyecektim. ‘Birinci tekbir de aklıma bir şey girdi. Bu kilisenin yönü Kıble değil, selâm verdim. Sonraki tekbir de yine evham geldi, tekrar selâm verdim; üçüncü tekbiri alırken, Kâbe bütün ihtişamı ile önümde belirdi! Rahatladım ve namazı kıldırdım’…”

    Bunun üzerine Ak Şemseddin de Fâtih Mehmed’e şunları söylüyor:
    -“Bende, sen bunu anlatmasa idin, asla anlatmaz idim. ‘Sen birinci tekbiri alınca: Eyvah! Buranın yönü Kıble değil; yetiş Allah'ım imdâda!” dedim, sen selâm verdin. İkinci tekbir de yine Allah’a yalvardım, sen selâm verince rahatladım. Sen üçüncü defa tekbir alır iken, Hızır (aleyhisselam) geldi, parmağını Camii’nin duvarına sokup Kıbleye çevirdi ve dedi ki:

    “Allah bize fethi müyesser eyledi (nasîb etti)..”

    "Atalarimizin Emanetine Sahip Çikmamiz Dilekleriyle"

    selam ve dua ile..

  4. #155
    Dadaloglu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 15638
    Üyelik tarihi
    27 Aralık 2014
    Konum
    Yurtdisi
    Mesajlar
    2.142
     
     Uydu Alıcısı
     
     Korax ipplus HD 

    Standart

    Bugün Allah İçin Ne Yaptık ?..

    Hemen hemen hepimiz YÜCE RABBİMİZ’ in rızasını kazanmak için çok çeşitli
    yollar olduğunu ve bizlerin rıza kazanmakla sonsuza dek sürecek olan ahiret
    hayatımızın huzur içerisinde geçeceğini biliriz.Peki bunun için neler
    yapıyoruz, neler yapmıyoruz?
    Farz ibadetlerimizin dışında aşağıdakilerle kendimizi sorgulayalım bakalım
    her gün ALLAH’ ın rızasını kazanmamız için yapmamız gereken kulluk
    görevlerimizden hangisini yapabiliyoruz. veya yapmak için çaba sarf ediyor
    muyuz, yoksa önümüze çıktıkça mı yapıyoruz veya arayış içerisine girip
    muhakkak birini veya bir kısmını muhakkak yapıyor vicdan rahatlığı ile
    uyuyabiliyor muyuz. Birde aksi olarak bütün bunları bilmemize rağmen
    hastaya, yaşlıya, yetime, öksüze, hele cenazeye hiç dayanamam diğerlerini de
    işte yorgunluk, zamansızlık, soğuk, sıcak etkiler,tepkiler, mazeretler
    buluyor muyuz? Halbuki: Bunlardan bizlerinde başına gelmeyeceğinin garantisi
    var mı hiç düşünüyor muyuz? EY NEFSİM;

    Bu gün ALLAH’ rızası için fakir doyurdun mu?
    Bu gün ALLAH rızası için küsleri barıştırdın mı?
    Bu gün ALLAH rızası için kaç kişi ile selamlaştın?
    Bu gün ALLAH rızası için düşküne sadaka verdin mi?
    Bu gün ALLAH rızası için kaç yardıma muhtaca el uzattın?
    Bu gün ALLAH rızası için sofrana, evine misafir davet ettin mi?
    Bu gün ALLAH rızası için akraba ziyaretlerinde bulundun mu?
    Bu gün ALLAH rızası için sana yapılan haksızlıkları affettin mi?
    Bu gün ALLAH rızası için tartıda, terazi de kul hakkını gözettin mi?
    Bu gün ALLAH rızası için tanıdık, tanımadık cenaze takip ettin mi?
    Bu gün ALLAH rızası için küçükte olsa birilerine hediyeler verdin mi?
    Bu gün ALLAH rızası için yerdeki taşı, poşeti çalı, çırpıyı topladın mı?
    Bu gün ALLAH rızası için tanıdık, tanımadık hasta ziyaretinde bulundun mu?
    Bu gün ALLAH rızası için elinden geldiğince ağaç dikip, yeşillikleri suladın mı ?
    Bu gün ALLAH rızası için ilim öğrenmeye veya bildiklerini öğretmeye çalıştın mı?
    Bu gün ALLAH rızası için başıboş hayvanları elinden geldiğince besleyebildin mi?
    Bu gün ALLAH rızası için çocuk yuvalarına uğrayıp sevgiye susamışları
    sevindirdin mi?
    Bu gün ALLAH rızası için otobüste, trende, vapurda yaşlıya, hastaya, yorguna
    yer verdin mi?
    Bu gün ALLAH rızası için insanların senden istediklerini yerine getirip
    onların gönüllerini aldın mı?
    Bu gün ALLAH rızası için huzur evlerini ziyaret edip yaşlıların ellerini
    öperek hayır dualarını aldın mı?
    Bu gün ALLAH rızası için hiç bir şey yapamadın ise gıybet veya dedikodu
    yapmayıp sükut etmeyi denedin mi?

    selam ve dua ile..

  5. #156
    Dadaloglu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 15638
    Üyelik tarihi
    27 Aralık 2014
    Konum
    Yurtdisi
    Mesajlar
    2.142
     
     Uydu Alıcısı
     
     Korax ipplus HD 

    Standart

    BOZUK SİMİT PARALARIYLA CENNETİ SATIN ALMAK.!!!

    Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar.
    Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmekiçin de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi.
    Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu. Öğretmeni, onun bu halini fark etti.

    - Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?
    - Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
    - Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
    - Ahmet arkadaşımız var ya.
    - Evet, ne olmuş Ahmet'e?
    - Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.
    - Eee?
    - Ona yardim etmek istiyorum. Ama benim yardim ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simid parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?

    Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi.
    Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardim etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu.

    Nurhan Öğretmen:- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?
    - Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
    - Nerede çalışıyorsun?
    - Simit satıyorum.

    Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.

    Nurhan Öğretmen, Ali'ye dondu.
    - Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
    - Çok zengin bir işadamı.
    - Niçin?
    - İnsanlara daha çok yardım etmek için.
    - Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak simdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardim edersin. Olmaz mı?
    - Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
    - Neden olmaz?
    - Üç sebepten dolayı olmaz.

    Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simid alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simid satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simid alıp güvercinlere veriyor.

    İkincisi: 'Ağaç yas iken eğilir.' deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam.

    Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.

    Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu.
    - Busonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.
    - Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali.
    Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simid parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı birkaç simid parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simid parasıyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu?

    Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu. Başını 'Evet' anlamında sallarken Ali'yi evine yolladı.

    Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.

    Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi.
    Bu paralar, bu bozuk SIMIT paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simid paralarını.

    Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı.
    Ağladı. Ağladı. Ağladı.

    Kendine geldiğinde aksam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken bekçi Sadık 'Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak' diye Nurhan öğretmenin
    sayıkladığını duydu.
    Bekçinin hayretler içinde, 'Ne dediniz hocam?' demesini bile duymayan Nurhan öğretmen, bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti .

    ************************************************** ************************************************** *************

    Hikayeyi beğenmişseniz ve Ali'den utanmışsanız, maddi durumunuz iyi değilse bile, iki tane ekmek alıp bölgenizdeki bir fakirin kapısına bırakın.

    Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın.

    Maddi ihtiyacı olan bir akrabanıza yardım edin.

    Yeter ki boş durmayın!

    Unutmayın, "Ekmeği paylaşmak ekmeğin kendisinden çok daha lezzetlidir!."

    selam ve dua ile..

  6. #157
    Dadaloglu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 15638
    Üyelik tarihi
    27 Aralık 2014
    Konum
    Yurtdisi
    Mesajlar
    2.142
     
     Uydu Alıcısı
     
     Korax ipplus HD 

    Standart

    Günahkar Adam

    Günahkâr bir adamdı, ayık gezmezdi. Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan, ' ölse de, kurtulsak ' diyorlardı.

    Bir karısı vardı bu adamın, bir de kendisi. Hiç çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu. Kadın ise, adamın haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı. Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi. Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi.

    Adam iyice yaşlanmıştı artık. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyordu, titreyen elleriyle sigarasını zor sarıyordu. İyice zayıflamıştı, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor, ' ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin ' diye yalvarıyordu Allah' a...

    Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu, dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını. Kim bilir yine nerde sızıp kalmıştı! Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, orada içerdi adam, bulamadı. Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bi yanına baktı, yoktu. Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, hayır, dönmemişti. Güneş inmek üzereydi, bir acele abdest aldı, namaz durdu. Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu.

    Kocasıydı gelen. Adamın yüzü sapsarı kesilmişti. Öksürüyordu, eliyle göğsünü işaret ediyordu. Kadın koluna girdi kocasının, güç-bela sedire kadar taşıdı. Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu. Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü, ölmüştü...

    Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryat etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı. Kalktı, imamın evine gitti.
    - Hocam... Diyebildi hıçkırarak, bizimkisi...

    Söyleyemiyordu, ama İmam Efendi durumu anlamıştı. Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı.

    - O mendebur bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini, deyip kapıyı kapadı.

    Kahroldu kadın. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşündü. Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü. Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omuzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu.

    Caminin köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Bir kez daha düğümlendi boğazı, cenazesi omuzundan kayarken, dizlerinin üzerine çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı.

    Hışımla yaklaştı muhtar:
    - Onu nereye ***ürüyorsun, dedi, mezarlığa ***üreyim deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden...
    Kadın gözlerini çarşafın üzerine dikmiş, öylece duruyordu. Birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı.

    Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adım atacak hali yoktu. Kendi kendine;
    - Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız olmaz burada...
    Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu.

    - Dert etme, dedi, ben yardım ederim sana.
    Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler. Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti. Birkaç çiçek buldu kadın, toprağın üstüne serpti. Çobana dualar ederek evine döndü. Yorulmuştu. Camın kenarına oturup uzaklara daldı. Uyuyup kaldı oracıkta.

    Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı muhtar. Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da ' İmam Efendi, İmam Efendi...' diye bağırıyordu. İmam korkuyla açtı kapıyı.

    - Bir rüya gördüm, dedi muhtar, hocam o berduş, o serseri adam Cennet' teydi. Bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun diyordu.

    Rüyayı duyana imamın benzi attı, kendisi de hemen hemen aynı rüyayı görmüştü. ' Gel hele, içeri gel...' demeye kalmadı ki, köyün delisini gördüler. Koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu:
    - Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda...

    Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince, kadının yanına gitmeye karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi. Bir şeyler olmuştu ama neydi?
    Eve vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı. Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olan biteni anlatıp özür diledi, cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular. Kadıncağız her şeyi anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler.
    Bir yandan yürüyor bir yandan da aralarında konuşuyorlardı; ' bu çoban bir evliyaydı herhalde, belki de Hızır' dı, aslında ölen adam da o kadar kötü bir adam değidi.'

    Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, ' hayırdır inşaallah ' dedi. Oturdu, onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar. Çoban söylenenlerden hiç bir şey anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.

    - Ben bir garip kulum, dedi; cenazeyi defnettik, başucunda oturup dua ettim sadece, hepsi bu...

    Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da söyledi;
    - Allah' ım, ben dağda koyunlarımı otlatırken kulların gelir yanıma, selam verirler. Senin selamınla gelen senin misafirindir der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım. Şimdi de ben sana bir misafir yolluyorum, onu da sen ağırla...


    selam ve dua ile..

  7. #158
    Yakutix - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 2843
    Üyelik tarihi
    02 Mayıs 2014
    Konum
    Türkiye
    Mesajlar
    443
     
     Uydu Alıcısı
     
     Gigablue 800 UE 

    Standart

    Alıntı Dadaloglu Nickli Üyeden Alıntı
    Günahkar Adam

    Günahkâr bir adamdı, ayık gezmezdi. Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan, ' ölse de, kurtulsak ' diyorlardı.

    Bir karısı vardı bu adamın, bir de kendisi. Hiç çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu. Kadın ise, adamın haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı. Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi. Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi.

    Adam iyice yaşlanmıştı artık. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyordu, titreyen elleriyle sigarasını zor sarıyordu. İyice zayıflamıştı, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor, ' ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin ' diye yalvarıyordu Allah' a...

    Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu, dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını. Kim bilir yine nerde sızıp kalmıştı! Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, orada içerdi adam, bulamadı. Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bi yanına baktı, yoktu. Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, hayır, dönmemişti. Güneş inmek üzereydi, bir acele abdest aldı, namaz durdu. Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu.

    Kocasıydı gelen. Adamın yüzü sapsarı kesilmişti. Öksürüyordu, eliyle göğsünü işaret ediyordu. Kadın koluna girdi kocasının, güç-bela sedire kadar taşıdı. Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu. Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü, ölmüştü...

    Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryat etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı. Kalktı, imamın evine gitti.
    - Hocam... Diyebildi hıçkırarak, bizimkisi...

    Söyleyemiyordu, ama İmam Efendi durumu anlamıştı. Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı.

    - O mendebur bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini, deyip kapıyı kapadı.

    Kahroldu kadın. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşündü. Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü. Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omuzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu.

    Caminin köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Bir kez daha düğümlendi boğazı, cenazesi omuzundan kayarken, dizlerinin üzerine çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı.

    Hışımla yaklaştı muhtar:
    - Onu nereye ***ürüyorsun, dedi, mezarlığa ***üreyim deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden...
    Kadın gözlerini çarşafın üzerine dikmiş, öylece duruyordu. Birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı.

    Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adım atacak hali yoktu. Kendi kendine;
    - Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız olmaz burada...
    Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu.

    - Dert etme, dedi, ben yardım ederim sana.
    Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler. Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti. Birkaç çiçek buldu kadın, toprağın üstüne serpti. Çobana dualar ederek evine döndü. Yorulmuştu. Camın kenarına oturup uzaklara daldı. Uyuyup kaldı oracıkta.

    Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı muhtar. Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da ' İmam Efendi, İmam Efendi...' diye bağırıyordu. İmam korkuyla açtı kapıyı.

    - Bir rüya gördüm, dedi muhtar, hocam o berduş, o serseri adam Cennet' teydi. Bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun diyordu.

    Rüyayı duyana imamın benzi attı, kendisi de hemen hemen aynı rüyayı görmüştü. ' Gel hele, içeri gel...' demeye kalmadı ki, köyün delisini gördüler. Koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu:
    - Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda...

    Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince, kadının yanına gitmeye karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi. Bir şeyler olmuştu ama neydi?
    Eve vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı. Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olan biteni anlatıp özür diledi, cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular. Kadıncağız her şeyi anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler.
    Bir yandan yürüyor bir yandan da aralarında konuşuyorlardı; ' bu çoban bir evliyaydı herhalde, belki de Hızır' dı, aslında ölen adam da o kadar kötü bir adam değidi.'

    Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, ' hayırdır inşaallah ' dedi. Oturdu, onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar. Çoban söylenenlerden hiç bir şey anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.

    - Ben bir garip kulum, dedi; cenazeyi defnettik, başucunda oturup dua ettim sadece, hepsi bu...

    Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da söyledi;
    - Allah' ım, ben dağda koyunlarımı otlatırken kulların gelir yanıma, selam verirler. Senin selamınla gelen senin misafirindir der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım. Şimdi de ben sana bir misafir yolluyorum, onu da sen ağırla...


    selam ve dua ile..
    Sayın Dadaloğlu kardeşim bu tür hikayeler Hürafedir dine sonradan eklenen ve dini basitleştiren ve insanların gözünde sıradanlaştıran hikayelerdir.
    Adam ayık gezmemiş bir ömür tek rekat namaz kılmamış dinle uzaktan yakından alakası yok ama güya Hızır gömdü diye cennetlik olmuş.
    Bu tür hikayelerle beraber insanlarımızda düşünce '' Bak görüyor musun adam bir ömür ayyaş gezmiş tek rekat namaz yok ama cennetlik olmuş.Bizi de Allah af eder cennetine koyar bak sana ayyaşı bile cennete koymuş.Bizde keyfimize bakalım içelim tozalım keyif yapalım.''.
    Dadaloğlu kardeşim sende benim kadar bilirsin ki Kuran-ı Kerim de cennetin kolay olmadığına dair ayetler mevcut ve cezanın, cennetin ve cehennemin kimler için olduğu ve nasıl kazanılacağı yazıyor.
    Benim şahsi fikrim şudur ki zerre kadar bu tür hikayelerin dinimizde yeri yok.
    Selam ve Dua ile kardeşim.

  8. #159
    Dadaloglu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 15638
    Üyelik tarihi
    27 Aralık 2014
    Konum
    Yurtdisi
    Mesajlar
    2.142
     
     Uydu Alıcısı
     
     Korax ipplus HD 

    Standart

    Herseyin en iyisini Yüce Yaradan Rab'bim bilir.Bu tür seyler hikayeden ibaret.
    Müslüman ol,
    Mümin Ol,
    Mümin gibi yasa,
    Mümin gibi hakkin rahmetine kavus.
    En degerlisi bu tabiki!

    Dedigim gibi bunlar birer dini hikaye.Özünü sende iyi biliyon bende kardesim.Ama Allah c.c ne derse o olur.Bundan sual olunmaz tabiki.

    selam ve dua ile.

  9. #160
    Dadaloglu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Offline

    Uye No : 15638
    Üyelik tarihi
    27 Aralık 2014
    Konum
    Yurtdisi
    Mesajlar
    2.142
     
     Uydu Alıcısı
     
     Korax ipplus HD 

    Standart

    Sadaka Taşı
    H.z. Ömer R.a Zamanında
    Çıkan Yangın

    Hz. Ömer’in ha****liği döneminde Medine’de büyük bir yangın çıktı. Ateş taşları dahi, kuru odun gibi yakıyordu. Binaları ve evleri saran ateş havada uçan kuşların kanatlarını tutuşturuyordu. Şehrin yarısı alevlere teslim olmuştu.
    Ateşe kova kova su verilmesine rağmen bir faydası olmuyor, ateş inadına artarak devam ediyordu. Halk yangını söndüremedi.
    Çaresiz kalınca koşarak Ha**** Hz. Ömer’in yanına gitti. ”Yâ Ömer! Bu yangın su ile sönmüyor” dediler. Hz. Ömer, ”O ateş Allah’ın işaretlerindendir. Alevleri böyle coşturan sizin cimriliğinizdir. Suyu bırakın da yoksullara yardımda bulunun.
    Cimrilikten tövbe edip, cömert olun” dedi.

    Halk, ”Yâ Ömer! Bizim kapımız herkese açıktır. Yardım etmekten hoşlanan cömert kişileriz” deyince; Hz. Ömer, ”Siz verdiğinizi, Allah için vermiyorsunuz. Gayeniz gösteriş yapmaktır. Yerleşmiş bir geleneğiniz var. Âdet yerini bulsun diye yardım ediyorsunuz.
    Allah’ın kabul edip etmeyeceğinden çekinerek, korkarak bağışlanmayı dileyerek verin ki, Allah size merhamet etsin” dedi.

    selam ve dua ile..


Sayfa 20/38 İlk ... 102030 ... Son

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  

Giriş